Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdulillahi rabbil âlemin, vessalatu vesselamu ala rasulina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Emmâ ba’d.
Hâkk ile bâtılın birbirine karıştığı -beşerin nazarında- günümüzde bâtıl her türlü hile ve desiseleriyle genel anlamda insanoğlunu saptırıp inkâr çukurlarına itmekte iken; Müslümanlara yönelik gerek itikadî gerek amelî ve gerekse de ahlakî açıdan şüphe tohumlarını ekme gayretinden bir an olsun geri durmadan, yorulmadan devam etmektedir. Bu noktada küffâr daha faal iken ne yazık ki İslâm dünyası da -azınlık dışında- bir o kadar atıl bir durumda kalmaktadır. İşledikleri günâh, fısk ve fücûrlar ve Allah’ın (وتعالى سبحانه) pak dininden “yüz çevirme” ameliyesiyle beraber rahmetten uzak kalmış günümüz yığınları içerisinde cehaletin artması, saptırıcı şeytanların birtakım ayak oyunları gibi sebeplerin de eklenmesinden dolayı ne yazık ki bilinçli Müslümanlar da çembere dahil olmaktan kurtulamamıştır. Son dönemlerde Müslümanların materyalist bir ruha bürünmesi, kalplerini vehenin sarması ve Kur’an ve Sünnet nurundan da uzak kalmasıyla beraber eski-yeni birtakım küfrî ideolojilerin, izm’lerin ağına düşme vehâmeti yaşanmıştır. Bu duruma, günümüzün rabbânî âlimlerden mahrum kalması ve dahi selef-i salihinin usûl ve metodundan gafil kalma da eklenince sapmanın etkileri kat be kat artmaktadır.
Çağımız öncesinde ortaya çıkan birçok bid’at fikirler, Rabbânî önderlerimiz aracılığıyla savuşturulmuşken; günümüzde İslâm dünyasının gerilemesiyle bâtıl eskiye göre daha kolay amacına ulaşabilmektedir. Lakin yine de bu ümmet ne tam anlamıyla değerlerinden kopmuş ne de büsbütün ilhâda sürüklenmiştir. Her şeye rağmen hayır üzere olan bereketli bir ümmettir. Belli zamanlarda kara bulutların çökmesi ve sisli havanın sarması, bizleri ümitsizliğe sürüklemeyecektir. Bu doğrultuda her Müslümanın iman ettiği dininin mükemmelliğini iyi kavraması gerekmektedir. Ontolojik olarak nasıl bir dine iman ettiğini ve nasıl bir dine davet ettiğinin şuurunda olması gerekmektedir.
Yaşadığımız çağ, birçok şeyin ilahlaştırıldığı, aşırı derecede kutsiyet atfedildiği sözüm ona Allah’a (وتعالى سبحانه) kafa tutulduğu şeylerle sarılı olduğu bir dönemdir. Ahzâb Suresi 72. ayette mealen buyrulduğu üzere “… Şüphesiz insan, çok zalim, çok cahildir.” İnsanoğlunun hakiki anlamda psikolojik ve sosyolojik açıdan tahlili yapılmıştır. Allah’tan (وتعالى سبحانه) korkmayan, hayâ etmeyen zalimleşirken; Kur’an ve Sünnet nurundan uzaklaşan bir akıl da cehaletin esiri olacaktır.
Her dönemin kendine has cehaletleri tezahür etmiştir. İslâm dünyasında hâricîlik, cehmîlik, kaderîlik, mutezililik, bâtınîlik, sûfîlik vs. gibi bid’at fırkalar; ifrat ve tefritin, siyasi etkenlerin, sapık felsefe doktrinlerinin dayatılması gibi sebeplerden dolayı etkisini göstermiş ve günümüze değin de bu durum süregelmiştir. Ümmetin çoğunluğu, bu saptırıcı etkilere maruz kalmıştır.
Felsefenin bariz etkisi, yılgınlık, aşağılık psikolojisi, çok fazla gayrı islamî şeylerle meşgul olma, siyasi etmenler gibi sebeplerle deistler ve amcaoğlu olan ateistler (dehriler) de günümüzde fazlasıyla artmış ve artarak da devam edecek gibi görünüyor. Ateizm, her ne kadar toptan inkâr olan fıtrat bozukluğu bir yaklaşım da olsa; deizm, kalbin halden hale girdiği aklı sıra ortada kalayım bakış açısına sahip. Allah var gerisi muamma ya da yoktur olan bu inancın temel kaidelerinde aynı zamanda birer put halini almış akıl, gözlem, his gibi sınırlı, değişken belirtiler göze çarpmaktadır. Ne tuhaftır ki kıt ve sınırlı olan akıl ve gözlem, tek kriter olarak görülüyor. Bazen İblis, küçücük şeylerle büyük ideallere savaş açabiliyor.
Özellikle ilahiyat çevresinde yuvalanmış, geçmişi, sicili temiz olan birçok şahsiyeti de avlayan bir tağût halini almıştır. Kişinin entelektüel kimliği arttıkça özgüveni, cüretkârlığı da aynı doğrultuda artar. Bu duruma bir de aşırı ilgi, talep de eklenince dalâlete sürüklenme daha basit olur. Sürekli olarak aklî cevaplar verebilme kaygısı, her şeyi sorgulama özgürlüğü sanısının dozu tutturulamadığı zaman ilhadın önünde koruyucu hiçbir şey kalmayacaktır. Bazı hallerde ise akıl ve sorgulama yetileri aciz kalınca sonuç itibariyle “öyleyse” ile başlayan inkâri cümleler yerini alıyor. Kişi, “Evet, Allah’a iman ediyorum ama…”, “bilemiyorum, bir boşluk girdabındayım” , “kafamda deli sorular” gibi söylemler ile deizm günlükleri yazmaya başlar, sonrasında ateizme sürüklenmek için geri sayıma başlayabilir. Allah (وتعالى سبحانه) Müslümanları muhafaza eylesin.
“İlahiyat çevresinde neden daha çok ortaya çıkıyor?” gibi akıllara bir soru gelebilir. Mesele, çok basit aslında. Yukarıda saydığımız birçok sebeple beraber müfredatında etkisi olduğu gerçeğini gözden kaçırmamalıyız. İlk olarak ilahiyatların kurulması planlandığında müfredat hazırlanıp incelemesi için Ali Fuat Başgil Hoca’ya gönderildiğinde “Laik bir devletin hazırladığı bu müfredattan din âlimi değil, din münekkitleri yetişir.” demekten kendini alamamıştır. Basiretle söylenmiş bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu müşahede etmekteyiz. Allah’ın ahkâmına düşman seküler, laik ilahiyatçı şeytanlardan tutun da Peygamber düşmanı ve sünnet inkârcısı zındık ilahiyatçılara kadar hatta belki gâvur olan ilahiyat mezunu imamların varlığı da yok değildir.
Nasıl olmasın ki? Bu duruma neden şaşıralım ki? Çünkü bu fakülteleri besleyen, fon ayıranlar bizlerce malumdur. Dünyayı ıslah ediyoruz diye ifsad eden, materyalizmin bayrağını taşıyan, deneyi ve gözlemi ilah edinmiş, her şeyi somutlaştırıp gayrısını inkâr eden, bilgi temelini Darwin ve Freud ilkeleri üzerine bina eden küffardır. Bunlara bir de oryantalist yaklaşımlar eklenince “eyvahlar olsun” denebilir. Son zamanlarda artan Neo-Mutezile dalgası da boşuna değildir. Hadis-Sünnet inkarcılığı ve bir Kādiyânîlik fitnesi olan -hâşâ- “Postacı Peygamber” gibi art niyetli yaklaşımlar ve algı empozeleri son raddede başvurulan en etkili silahlardan biri olmuştur. Tuhaftır ki İslâm ümmetini içeriden yıkma planları için sanki özellikle Hindistan ve Mısır gibi iki ülke seçilmiş gibidir. Ne kadar abesle iştigal fikirler, fikir önderleri varsa hemen hemen bu topraklardan çıkmıştır ve çıkmaktadır. Neden? Çünkü uzun yıllar işgal altında kalmaları, Ezher gibi bir kurumun varlığı ve bu durumu emelleri noktasında bir silah olarak kullanabilme, iki ülkenin de homojen yapısı gerçeği, örf-âdetler noktasında yozlaşma, aşırı derecede tapar gibi Batı hayranlığı, İslâm ilmî geleneğinden uzaklaşma, itikadî ve amelî birçok noktada ifsada sürüklenme vs. birçok neden dikkatleri bu iki ülkeye çevirmiş olabilir. Çoğu noktada başarılı oldukları aşikâr. Düşman karşısındaki fiili yenilgi, ruhi ve psikolojik yenilgiden daha hafiftir. Yaralar sarılabilir lakin kalplerin tedavisi kolay değildir. Takriben yüz-iki yüz yıl önce başlayan toplumları ifsad projesi, günümüzde deistleşmiş ve korkusuzca bir basamak daha atıp kendini ateizm bataklığına sürüklemiş Müslüman ebeveynlerin çocuklarını görünce projelerin çok iyi işlendiğini görmekteyiz. Müslüman anne ve babanın kesinlikle ve kesinlikle dilinden düşürmeyeceği iki dua tavsiyesinde bulunacağım: Âl-i İmrân, 38. ayetteki Hz. Zekeriya’nın duası (aleyhisselam) ve İbrâhîm, 40. ayette geçen namaz duası. Neden özellikle namaz? Çünkü namaz hakkıyla ikâme edilirse hiçbir bâtıl bizi ele geçiremez. Yine de Allah’a (وتعالى سبحانه) sığınırız. Âmin.
Müslümanlar olarak çağı çok iyi okumamız gerekiyor. Gelenek İslâm algımızdan ödün vermeden kendimizi çok iyi yetiştirmeliyiz. Uydularımızı indirmeyeceğiz lakin uydularımız da her şeyi almayacaktır. Kritelerimiz var bizim, ideâllerimiz, ütopya olmaktan çok uzak kalbimizde taşıdığımız bir vuslatımız var. Önceliğimiz ise kulluktur. Müslüman, kaliteli adamdır. İman ettiği andan itibaren geçmişi geride kalmış, öncelikleri artmış biridir. O eski TİH kafasındaki insan değildir artık; arzusu cennet olan bir bireye dönüşmüştür artık. Eksiksiz hiçbir kusuru olmayan bir dine iman ettiğinin bilincindedir artık. Mâide, 3. ayette de buyrulduğu üzere din tamamlanmış, ikmal edilmiş ve Allah (وتعالى سبحانه) tarafından ‘beğenilmiş’ bir imanla yaşıyoruz. Allah’ın (وتعالى سبحانه) beğendiği bir şeyden aciz olan bazen beyni error veren bir beşer beğenmese ne olur? Bizleri hâkir görsene olur? Nasıl bir dine iman ettiğimizin şuurunda olamazsak hiçbir kazanım elde edemeyiz!
Allah (azze ve celle) o kadar merhametli ki ayrıca peygamberler, kitaplar göndermiştir! Artık hiçbir şüphe, bahane kalmadı. Başka başka bâtıllarda oyalanmayalım diye Peygamber öğretileriyle desteklemiştir. Bizlerden hakkıyla bir yöneliş beklenmektedir. Bizler, Zâriyât, 56. ayete iman ettik. Bizler, sadece ve sadece hakkıyla kulluk edelim, diye yaratıldık. Çokça evlerimiz, arabalarımız, mal varlıklarımız olsun diye değil. Evet, dünyadaki nasibimizi de unutmayacağız elbette ama bu düşünce, bizleri dünyalık peşinde koşanlardan mı yapacak yoksa derdi ahiret olanlardan mı? Herkes, kendi nefsini daha iyi bilendir.
Kur’an’dan sonra Sünnet-i Seniyye ile meşguliyetimiz diğer kitaplara karşın daha çok olmalıdır. Hayatımıza hâdisler ile yön verdiğimizde; bereketin, huzurun farklı bir aşamasını yaşıyor olacağız. Her iki başucu kaynağımızı da rabbâni âlimlerimizin menheciyle mütalaa edeceğiz. Çünkü bilmediğimizde, anlamadığımızda onlara danışmak, en güzel reçetelerden biridir.
Genç kardeşlerimizin bilhassa yeni filizlenen ihlâslı, azimli kardeşlerimizin her önüne geleni okuyup dinleme lüksleri ilk etapta yoktur. Bu noktada tavsiyelere açık, yönlendirmelere kapalı olunmaması gerekmektedir. Bugünün vâkıasında Kur’an’ın dahi birçok meâli-tefsiri varken daha uyanık ve akl-ı selim olmak elzemdir.
Son olarak günümüz dünyası tam bir cadı kazanına dönmüş durumda. Bizler, sebat üzere gayret edip, bizleri sabit kılması için hadiste buyrulduğu üzere “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimizi dinin üzere sabit kıl.” (Tırmizî, Kader, 7.) duasıyla çokça Allah’a istiâze edeceğiz. Sonrasında ise Allah’ın hidayet diledikleri, rahmet ettikleri yakınlarımız, arkadaşlarımıza ulaşabilelim. Hiç kimse kendini olumsuz bir hâlden müstağni görmemelidir. Allah’a sığınıp, çokça zikre yapışmalıyız.
Velhamdülillâhi Rabbil âlemin. Selam ve dua ile…
Sercan AKBAYRAK