Allah’ın Razı Olduğu Tevekkül
Arşiv Genel Yazarlar

Allah’ın Razı Olduğu Tevekkül

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahi rabbilâlemin, vessalatu vesselamu ala resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Emma ba’d.

Bir hakikattir ki Müslümanlar açısından tarihin her merhalesinde ferdî ve toplumsal başarı; gayret, azim ve sabır üzere şekillenmiş, tevekkül gibi imani bir duruşla insicam bulmuş, bir teslimiyet timsali olarak da kader ile nihai hedefini tamamlamış, ümmetin gerek uhrevî gerekse dünyevî hayatına yön vermiştir.

Ümmet, bu sayede yüce Allah’ın rızası noktasında kulluk ve yeryüzü temsiliyetinde istikrar bulmuştur. Müslümanlar, bu dengeye ehemmiyet gösterdiği ölçüde huzura, afiyete, başarıya ve en önemlisi âlemlerin rabbi olan Allah’ın rızasına nail olmuş ve olacaktır da. İslam’ın şerefli tarihi, bu hakikati gözler önüne sermektedir.

Bu hakikatleri, salt inanç kavramları gibi algılamak yerine, toplumun maddi ve manevi hayatını da direkt etkileyen ve statü açısından seyir değiştiren gerçekler olarak anlamamız gerekmektedir. Çünkü tevekkül Müslümanların itikadında, imanın hayata yansımasının bir temelidir. Dolasıyla pratik olarak beraberinde gayret, takva, azim, cehd, sabır, kanaat, temsiliyet vs. gibi hususları da gerektirir. İslam’ın Müslümanlara yönelik tüm direktifleri de bu gerçeklerin kaçınılmaz gerekliliği bilincinin oluşmasına yöneliktir.

İtikadi olarak tevekkül, yüce Allah’a mutlak surette güven ve ümidi gerektirmektedir. Yani emredilen tevekkülde; maddi ve manevi tedbirler alındıktan sonra, arzulanan sonucun elde edilmesi için son olarak yüce Allah’a güven kalmaktadır. Kişi, bir işi ne kadar güzel yaptığını, gerekli olan ne kadar tedbir varsa aldığını düşünse de aciz ve çaresiz bir varlık olduğunu unutmamalıdır. “Bütün gücümü harcasam da elimden geleni yapsam da acizliğimin farkındayım, Allah’ın kaderine tevekkül ettim.” demelidir.

Yukarıda yazdıklarımıza istinaden söyleyebiliriz ki gerçek bir tevekkül inancı için şu şartların öncelikle kalbimizde yer edinmesi gerekmektedir:

  • Yüce Allah’a uluhiyyet noktasında tam bir teslimiyet olmalıdır.
  • Tevekkül edilen şey hususunda gereken tüm gayretin gösterilmesi gerekmektedir.
  • Sarf ettiği güç ölçüsünde beklenti içerisinde olmalıdır. Oluşabilecek Her türlü sonuç için kanaat sahibi olmalıdır. Tabii fazlası ya da beklenti üstü bir şey, yüce Allah’ın fazlındandır.
  • Kişi, beklenti içerisinde olduğu sonuca yönelik olarak yüce Allah’ın kendisini muvaffak kılacağı inancını korumalıdır. Kötü bir son düşüncesinden uzak durup hüsnüzan beslemelidir.
  • Tevekkül ettiği iş için olumlu/olumsuz her türlü sonuç için kaza ve kader üzeredir, düşüncesinde olmalıdır.
  • Sonuca binaen şükretmesi ve sabretmesi gerektiği bilincinde olmalıdır.

Tevekkül, o kadar önemlidir ki Kur’an-ı kerimde en çok üzerinde durulan konulardan biri olmuştur.[1] Birçok ayette de müminlerin vasıfları arasında geçmektedir. Bu da bizlere göstermektedir ki tevekkül, kâmil ve yakin gerektiren bir imanın tezahürüdür.

“Eğer müminler iseniz (iman etmişseniz) ancak Allah’a güvenin.”[2]

Allah, ondan başka ilah yoktur. Öyleyse müminler (yalnızca) Allah’a tevekkül etsinler.[3]

Kader ve Kaza ile Tevekkül

Kader ve kaza inancı; bizleri çalışmaktan, gayret sarfetmekten alıkoymamalıdır. Böyle bir yaklaşım; gaflet, tembellik, sorumsuzluk, cehalet gibi ciddi sorunlara kapı aralayacaktır. Kâinattaki müthiş nizam ve denge, bizleri disipline etmek için yaratılmıştır. Dolayısıyla kişi, yaptığı her işi harikuladeye ulaşma adına yerine getirmelidir.

Kitap ve sünnet çizgisinde ifa edilen bir tevekkül inancı ile kader ve kaza inancı arasında herhangi bir çelişki düşünülemeyeceği gibi, birinin diğerine mani olduğu iddiası da doğru değildir. Hz. Peygamber’in (sav) sünnetinde görüleceği üzere sahabe efendilerimiz (ra) ve seleften birçoğunun anlayışı bunu göstermektedir.

Hz. Ali’nin (ra) rivayet ettiğine göre bir gün Resulullah (sav), etrafını çeviren ashabın huzurunda elindeki bir çalı ile toprağı kazıp eşelemeye ve çizmeye çalışıyordu. Derken birden başını göğe doğru kaldırdı ve sonra şöyle buyurdu: “İçinizden hiçbir fert yoktur ki onun cehennemdeki veya cennetteki yeri belirlenmemiş yani takdir edilmemiş olsun.” Yanında bulunan ashap: “Ya Resulullah! O hâlde tevekkülü bırakıp işi oluruna terk edelim mi?” diye sorunca Resulullah şöyle buyurdu. “Hayır! Çalışın ve herkes, yaratıldığı işi kolaylıkla başaracaktır.”[4]

Ebu Hizame’den (ra) rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamber’e (sav) gelerek: “Yaptırdığımız efsun (okunma)ların, tedavide kullandığımız ilaçların ve tuttuğumuz perhizlerin Allah’ın kaderinden herhangi bir şeyi önleyeceği görüşünde misiniz?” diye sordu. Resulullah: “Onlar da Allah’ın kaderindendir.” buyurdu.[5]

Gayret ve Tevekkül

Kuşeyri, Er-Risale’de tevekkülü; “Tevekkül, Resulullah’ın fıtratındandır. Çalışıp kazanmak ise sünnetidir. Onun hâli üzere bulunan, sünnetini asla terk etmez.” diyerek çok veciz bir şekilde betimler.

Çalışma, rızık noktasında emek sarf etmek de tevekkül kapsamında önemle üzerinde durulması gereken hususlardandır. Ümmet nezdinde en çok yanlış anlaşılmaya müsait konulardan biridir. İslam, boş boş oturup bir şeylerin geleceğini değil; mücadele etmeyi, alın terini emretmektedir. Bu, İslam’ın özüdür. Herkese ancak ve ancak çalıştığı kadarıyla nimetler bahşedilir.

Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur. Şüphesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir. Sonra ona en eksiksiz karşılık verilecektir.”[6]

Bu konudaki ince çizgiyi, Hz. Ömer’in (ra) mescitte boş boş oturup rızık bekleyenlere yönelik söylediği “Siz mütevekkil değil müteekkilsiniz (yiyicisiniz)! Sizden hiç kimse çalışmayı bıraktığı hâlde oturarak ‘Ey Allah’ım! Bana rızık gönder!’ demesin. Zira biliyorsunuz ki gökler, altın ve gümüş yağdırmıyor.” sözlerinde müşahede etmekteyiz.

Modernist ve Determinist Yaklaşımlar

Sözümüzün konusu tevekkül iken günümüz modernist yaklaşıma da değinmeye çalışalım. Zannedildiği üzere tevekkül deyince sadece dünya kaygısı akla gelmemelidir. Tevekkül dile getirildiğinde akla ilk gelecek olan şey; iman, ibadet, teslimiyet, ahiret vs. uhrevi noktalar olmalıdır.

Ahiret noktasında kişi, daha aceleci olmalıdır. Dünyaya olan hırsını, tamamıyla ahireti noktasında göstermelidir. Kurtuluş, ancak ahiret yolundaki tevekkül ile gerçekleşecektir. Modernist yaklaşım ise bunun tam aksine dünyayı merkeze alarak yorumlamalarda bulunmaktadır. Ahiret, onların nazarında tali bir meseledir.

“Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.”[7] ayeti, sadece dünya hayatındaki başarılarla sınırlandırılamaz. Selefimiz, bu ayeti, tedebbür ve tefekkür ettiğinde öncelikli olarak imanı ve yüce Allah’a olan teslimiyeti yani kulluğu anlayıp dünyasını bu minvalde şekillendirmiştir. Kalpte iman, hakkıyla yerleştiği zaman her yönden üstünlük -tabii Allah dilerse- zaten Müslümanların olacaktır. Ancak selefin nezdinde ayetteki vurgu, ilk manaya hamledilir. Aslolan kulluktur. Ahiret noktasındaki akıbettir.

Selefimiz, üstünlüğün iman ve takva ile olduğuna iman etmişlerdi. Son asırlarda yaşanan geri kalmışlık, çöküntü sanıldığının aksine İslam inancından kaynaklanan bir durum değildir. Onlar, Huneyn hezimetini ve Bedir zaferini bilfiil yaşamışlardı. Bizler için de can alıcı bir örnektir. Salt olarak güç ve çokluk kesinlikle zafere götüremeyeceği gibi azlık, yoksunluk da kesinlikle sonucun hüsran olduğu anlamına gelmemektedir. Yüce Allah, bunu anlayabilmemiz için önümüze iki müthiş örnek sermiştir: “Keşke bilselerdi!”[8] Dolayısıyla bizler, sebep-sonuç ilişkisi açısından benzer sebeplerin her zaman aynı neticeleri doğuracağını dile getiren deterministler gibi bir yaklaşım içinde olamayız. Deterministlerin, sebepleri bir ilah mertebesinde görerek sebepleri ve sonuçları yaratan yüce Allah’a imanı dahil etmeyen bir yaklaşımları vardır. Bizde yaşananlar ekseninde “sünnetullah” inancı varken onlarda yüce Allah’ı bir sınırlandırma olan, her halükarda olması beklenen tabiatın işleyişinin bir kanunu söz konusudur.

Son Olarak

Biz Müslümanlar, her konuda olduğu gibi kendimize temel aldığımız ölçü, selef-i salihinin Kur’an ve sünnet ışığındaki yaklaşımlarıdır. Yani dünya hayatımızda haricî sebeplere bağlanıp sarf edilen çabaların her daim istenen sonuçları doğuracağı yaklaşımından uzak bir menhece sahibiz. Tevekkül, kader ve kaza imanımız, bir bütünlük içerisindedir. Yüce Allah, ne takdir ederse o gerçekleşir.

Velhamdülillahi rabbilâlemin. Selam ve dua ile…

Sercan AKBAYRAK

 

[1] 72 yerde geçer.

[2] Maide 5/23.

[3] Teğabun 64/13.

[4] Sünen-i Tirmizi, Kader, 3.

[5] Sünen-i Tirmizi, Kader, 5.

[6] Necm, 53/39-41.

[7] Al-i İmran, 3/139.

[8] Bakara, 2/103.

GRUBA KATIL