Bismillahirrahmanirrahim.
Hayatın peşine takılıp bir akıntıya kapılmak, ilkin bir macera yaşıyor hissi veriyor insana. Adrenalin hat safhada seyrederken akıl fonksiyonları devre dışı kalıyor. Müthiş bir haz ile karşı karşıya kalan insanın bulunduğu hâl, gerçekten de tarifi imkânsız bir hâldir. Zira duygular feveran etmiş ve eşi benzeri olmayan bir lezzet tufanına tutulmuş oluyor insan. Bu hâldeyken bizlere hiçbir sıkıntının isabet etmeyeceği zannına kapılıyor olmalıyız ki hep bu lezzet hâlini yaşamayı arzuluyoruz. Hemen her anın bu lezzeti vermesi için, bin bir türlü yola başvuruyoruz: En ciddi meselelerle bile dalga geçmek, bir marifetmiş gibi davranıyoruz mesela, insanların acılarını görmezden geliyoruz, dünyanın bir köşesinde insanlar acı içinde kıvranırken, yaşam mücadelesi verirken ya da ölürken bunlar hiç yaşanmıyormuş gibi davranıyoruz. Ölüm bizim için değilmiş de başka herkesi alıp götürebilirmiş gibi düşünüyoruz, ölüm gibi koca bir hakikat bile ağzımızın tadını bozmuyor, ölenleri de ölümü de hayatımızdan çabucak çıkarıp atmaya çalışıyoruz. Yazık o insanlara ki hayatta iken bizlere ne kadar da değer veriyorlardı. Bizim bu kadar vefasız olacağımızı bilselerdi acaba yine de bize aynı değeri verip aynı saygıyı gösterirler miydi? Hoş, her türlü rızkı karşılıksız ve bol şekilde bahşeden âlemlerin rabbine karşı bile bu kadar nankör olan bir insan, başkalarına neler yapmaz ki? Böyle biri için, yani hayata böyle bakan bizler için hiçbir şey, bizden daha değerli olamaz, hiçbir şey veya kimse ağzımızın tadını kaçıramaz, böyle bir şeye kimsenin hakkı da yok, gücü de. Öyle ya dünyaya bir kez geldik, bu hayatın tekrarı da telafisi de olmayacak, o hâlde vur patlasın, çal oynasın!
Ayıpmış, günahmış, kimin umurunda! Harammış, helalmiş, kim karışabilir bana? Acaba insan, tarihin hangi döneminde bu kadar vurdumduymaz, ehlikeyf, kibirli olmuştur? Gerçi, tevhit erlerinin karşısına çıkanların hiçbiri, kendi nefsani arzularına ket vurulmasına razı olmamıştır. Nefsine uyanlar, Allah’a karşı, hep şiddetli bir mücadele içinde olmuşlardır. Konforla, israfla, zevkle, güçle donatılmış hayatlarının ellerinden kayıp gitmesi, bir daha bu imkânlara sahip olamama ihtimali, onlar için neredeyse dünyanın sonu ile eşdeğer bir yıkım anlamına geldiği için, bu hayat tarzını yüceltenleri, tevhit davası karşısında çetin bir mücadele, savaş içine sokmuştur. Dünya ile hiçbir işleri olmaması gereken Müslümanların taşıması gereken ölümden korkmama özelliği, ne hikmetse böylelerinde daha güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor ve dünya lezzetlerini kaybetmemek için belki de mahvolmalarıyla ya da ölümleriyle bitecek bir savaşın içine giriyorlar. Bu batıl davalarında o kadar gözü kara, pervasız ve cesur oluyorlar ki bir ölüm kalım savaşı verdiklerini zannedersiniz.
Oysa Allah’ın kendilerine verdiği en büyük nimet olan aklı, hadlerini aşıp Allah’ı hesaba çekmek yerine, onun eşsiz kudretini anlamak için kullansalar hem bu dünyanın hakiki lezzetlerini keşfedecekler hem de ahirette bu dünyevi lezzetlerden katbekat daha güzel ve sonsuz olan nimetlerden yararlanabilme imkânına ulaşmanın kapılarını aralayacaklardır. Ama işte biz insanlar, Rabbimize karşı nankör, onun bizlere bahşettiği nimetlere karşı kör olduğumuz için, aklımızı yine kullanmamız gereken sahanın dışında kullanıyoruz. Akıl, bize ilahi kudret karşısında ne kadar aciz olduğumuzu göstereceği yerde, kibrin yollarını sıralıyor, biz de zannediyoruz ki dünyanın ve muazzam evrenin bütün sırlarını aklımızla kuşatabiliriz, her şeyi akılla ya da bilimle açıklayabiliriz. Hatta kimilerine göre bu çağda tanrıya bile gerek kalmamıştır zira insan, kendi kaderine de yön verebilir.
Allah’ın, tabiat vasıtasıyla kendisine gönderdiği doğal afetler karşısında, acziyeti dolayısıyla ne yapacağını bilemeyen, nereye sığınacağını kestiremeyen bu tanrılaştırılmış insan, bütün bu apaçık çaresizliklerine rağmen, aklını yüceltmekten, kibirlenmekten asla vazgeçmiyor. Zannediyor ki hadsizce, fütursuzca sorular sorarak kendini gerçekleştiriyor, sorguluyor. Kendi ölümünü dahi kendinden uzaklaştıramayan, sevdiklerini hastalıkların pençelerinde perişan hâlde görmelerine rağmen, hiçbir şey yapamayan, dünyadaki acıyı ve gözyaşlarını dindiremeyen, gelir adaletsizliklerini ortadan kaldıramayan, yoksulluğu önleyemeyen, sözüm ona tanrıyı öldüren insan, içine düşmüş olduğu bu kocaman çelişki deryasında boğulup gitmeye mahkûmdur. İşin acı tarafı ise içinde bulunduğu bu devasa çaresizliğin farkında olmaması.
Kendisi muhtac-ı himmet bir dede
Nerede kaldı gayrıya himmet ede
Kendi güçsüzlüğünü dahi idrak edemeyen bir aklın, bırakın tanrılaşmasını, bir başkasına yardım etmesi bile imkân sınırları dışındadır. Akıl odur ki bunu fark edip şükretsin yoksa Allah’ı sorgulamak onun neyine?
Taşkın ÖNEL
02.01.2025
Akhisar

Follow