Ahlaki Çöküşün Nedenleri Üzerine
Arşiv Genel Yazarlar

Ahlaki Çöküşün Nedenleri Üzerine

İnsanımızın hızlı bir biçimde etkisine girdiği ve bundan bir türlü kurtulamadığı ya da kurtulmak istemediği ahlaki çöküş girdabı, toplumu yok oluşun eşiğine getirmiş durumda. Kimsenin topluma neler olduğu hakkında kesin bir bilgisi yok gibi görünüyor ancak herkes, bir şeylerin yanlış gittiği konusunda hemfikir, en azından gidişattan memnun olmayan, toplumun bu kötü durumu üzerine kafa yoran herkes, bu fikirde. Gelinen noktanın farkında olmayan yahut bu durumdan rahatsızlık duymayan aksine bundan hoşnut olan kesimin, sayıca büyük bir yekun tuttuğunu görmek mümkün zira bunların ulvi bir gayesi, öteye dair hesapları yoktur, anı yaşarlar ve çok matah bir şeymiş gibi bununla övünür, millete de akıl verirler. Yaşadıkları ahlaki ziyanın, yaşayacakları hasarın farkında değildirler ya da bunun ciddiyetini hesaplayamadıkları için umursamaz görünüyorlar.
Hesaplarını her ne şekilde yapıyorlarsa bu gidişatın da aslında en büyük failleri oluyorlar. Bu tarz düşünenlerin çoğunun, kilit noktalarda olması ya da kilit noktada bulunanların bu düşünce tarzını benimser hâle gelmeleri; sorunu çözmek şöyle dursun, sorunun daha da büyümesine, toplumun geniş tabakalarına yayılmasına sebep olmaktadır. Bireysel özgürlükleri, hazzı, yalnız yaşamı önceleyen, âdeta kutsayan Avrupa’nın, dünyaya empoze ettiği ve bu durumun devamı için her türlü gayriahlaki yöntemi uygulamaya çalıştığı bir dünyada, ahlakın uzun soluklu bir yaşam sürmesi beklenemez ki zaten öyle de oluyor ve ahlak can çekişiyor.
İşte maddi gelişmişliği elde ettiğini zannettiğimiz -belki hakikaten öyledir- ancak manevi yıkılışını göremediğimiz hazcı Avrupa’yı, vazgeçilmez örneğimiz olarak gören müstahkem mevkilerin sahipleri, toplumu da bu yönde inşa etmeye bunu elde edebilmek için toplum mühendisliği yapmaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Bütün afili cümlelerini muasır medeniyetler çağdaş düzenler ile başlatıp bizlerin de onlar gibi olmamız gerektiğini zannedenler, maalesef toplumu kılcal damarlarına varana kadar etkilemektedirler. Verilen kararlar, hazırlanan kanunlar, düzenlenen yönetmelikler vesaire hep bu doğrultuda oluyor.
Sanki birileri, el birliğiyle toplumu asli değerlerinden uzaklaştırıp medeni değerler etrafında şekillendirmek için karar birliğine varmışlar da bizim de müstahkem kalelerimizi yöneten, etkileyen, değiştiren isimlerimiz onlara uyma noktasında biat etmişler gibi davranıyorlar. İlahi kanunların hiçbirinin dikkate alınmadığı hatta unutturulmaya çalışıldığı hummalı bir mücadelenin varlığına şahitlik ediyoruz.
Bidayetinden nihayetine kadar değişmeyen, şaşmayan ilahi kanunların, ilkelerin görmezden gelindiği, terk edildiği; bunun yerine zamanın durumuna, kişilerin hevasına uygun hazırlanan fakat hiçbiri uzun ömürlü olmayan kanunların konduğu, aciz ve hilkat garibesi bir zamana şahit oluyoruz.
Nefislere göre yontulmuş nizamların, toplumlara huzur ve saadet getirmesi pek mümkün olmamış bu zamana kadar zira tüm bu düzenlemeler kanun koyuculuk payesi almış yahut gasp etmiş güçlü ve mutlu bir azınlığın istekleri doğrultusunda vücut bulmuşlardır.
Ahlaki çöküşün yegane sebebi elbette ki tek başına kanunlar değildir. İnsanların da kurallara riayet etme, ahlak kuralları ile kuşatılma konusunda istekli oldukları pek söylenemez. Ne beşeri kanunlar ne de ilahi kanunlar fertleri frenleme konusunda umursanmış. İnsanlarda hızla yerleşen cezasızlık algısı, yani yaptıkları neticesinde kayda değer bir ceza ile cezalandırılmamaları, onları daha da yüreklendirmekte, küstahlıklarına küstahlık katmaktadır. Beşerî ya da ilahi kanun, bu düşüncedekiler için hiçbir anlam ifade etmez zira yaptıklarının yanlarına kâr kaldığını düşünmekteler.
Toplumun neredeyse her tabakasında suç oranlarının artması, suç işleyenlerin yaşlarının giderek düşmesi, hayra alamet olmasa gerek. İnsanların işledikleri suçların bir karşılığı olduğu bilinmezse şayet, kimsenin kimseden korkacağı yok. Herkes canının istediği gibi yaşamaya, davranmaya, insanları da istediklerini yapmaları için zorlamaya sevk eder. Bunun adı ise kaostur, kavgadır, huzursuzluktur.
Allah’ın cezai ehliyet sahibi olduğunu söylediği, buluğa ermiş çocukların, 18 yaşına kadar cezaya uygun olmadıklarını söyler ve işledikleri suçları cezasız bırakırsanız toplum, bir daha iflah olmaz. Yani Allah’ın koyduğu hükümleri yok sayarsanız Allah da size bela üstüne bela gönderir.
İşte huzurun İslam’da olması, gönüllerin Allah’ı anarak felah bulabilecek olmasının hatırlatılması bundandır.
“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin” (Bakara, 152).
Taşkın ÖNEL

GRUBA KATIL