“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Hadis-i Şerif)
İnsan fizyolojisinde yaratılış mekanizmalarının harikalarından biri de ağrı fizyolojisidir. Vücutta doku ve organda meydana gelen herhangi bir patoloji, beyne uyarı verir. Beyin, hemen sorunu anlayıp çözmeye çalışır. Bu süreçte bütün fizyolojik mekanizmalar devreye girerek organizma, bütüncül bir reaksiyon verir. Hatta öyle ki bazen patolojinin olduğu organ değil de sağlam organdan ağrı hissedilir. Örnek verecek olursak; kalp krizi ağrıları, bazen sol kola, işaret parmağına, boyuna, hatta mideye vurur. Kişi beklenilenin aksine göğüs ağrısı şikâyetiyle değil de bu şikâyetlerden biriyle hastaneye başvurur. Oysaki esas patoloji, kalptedir. Yine gastrit (mide ile ilgili hastalık) gibi bir rahatsızlıkta, kişi sırtında derin ve keskin bir ağrı hisseder. Böyle durumda problem sırtta değil midededir. Yine vücuda herhangi bir noktada giren bakteri, enfeksiyon meydana getirir ki bu durumda, vücutta yüksek ateş, kalp artışında hızlanma ve solunum sayısında artış görülür. Her bir tepki, enfeksiyonu ortadan kaldırmaya dönük bir amaç taşır. Yüksek ateş, bakteriyi öldürmek için gereklidir. Kalp hızında ve solunum sayısındaki artış ise savunma hücrelerini oksijen ve besini daha hızlı taşımak için geliştirilen mekanizmadır. Aksi takdirde organizma sepsis’e (tüm vücudu kaplayan enfeksiyon) girer ve ölür. Organizmada, en ufak bir olayda bile bütünsel bir reaksiyon mevcuttur. Asla ihmal ve duyarsızlık yoktur. Çünkü ihmal ölümü doğurur.
İşte tam bu noktada Yüce Rabbimizin hikmetlerinden biriyle karşı karşıyayız. Organizmanın fizyolojisi için geçerli olan bu kanun, İslam ümmeti için de geçerlidir. Yüce Allah, bu ümmete içlerinden herhangi bir fert, topluluk ya da bölge içinde meydana gelebilecek bir soruna topyekûn tepki vermeleri, bir bütünsellik içerisinde ümmetin maslahatı için reaksiyon geliştirmeleri emrini vermiştir. Böyle bir sorumluluğu yüklemiştir. Böyle yaptıkları takdirde, harcı İman olan bu ümmeti hiçbir güç ve problem tahrip edemeyecek, ortadan kaldıramayacaktır. Bu noktadan sonra derin düşünmeye gerek yok. Gerçekten de bu, İslam ümmeti olarak içinde bulunduğumuz durumun en büyük nedenlerinden biridir. Müslümanların; sevgide, merhamette, sıkıntı ve problemlerde ortak ve bütünsel tepki verememeleri, hem birlikteliklerini kırmıştır hem de güçlerini parçalamıştır. Bu durum bencilliğe, bencillik zaafiyete, zaafiyet ise zillete düşürmüştür İslam ümmetini. Oysaki aslında çözüm, çok da zor ve karmaşık değildir. İslam ümmeti de tıpkı hücrelerin birbirine bağlı olduğu gibi birbirine bağlı olmak durumundadır.
Ümmetin fertleri; sevgide, merhamette, sıkıntı ve problemde birbirleriyle yardımlaşmalıdır. Acısını ve dertlerini kendi derdi gibi sahiplenmelidir. Hatta öyle bir sahiplenme ki dışarıdan bakıldığında asıl sorunun nerede olduğu anlaşılamayacak kadar derin bir sahiplenme olmalı… Topyekûn organizma gibi harekete geçilmelidir. Vücudun üç tepkisi gibi… Problem sıcak tutulmalı, olayı çözecek âlim ve hareket adamlarının sayılarını artırıp meselenin üzerine gidilmeli, hak söz ve çözüm en yüksek tonda dile getirilmelidir. Böylece bir bütün olarak İslam ümmeti vazifesini yerine getirmiş olacaktır. Aksi halde tepkisiz, bencil ve vurdumduymaz davranılırsa, tıpkı organizmada olduğu gibi enfeksiyon bütün vücudu denetimine alır ve İslam ümmetini topyekun ortadan kaldırır.
Bu noktada hadis-i şerifi bir kez daha okumalıyız ve şunu en yüksek sesle kendimize haykırmalıyız:
En doğruyu Allah ve Resulü söyler.