Modernizm, sekülerizm, çağdaşlık, özgürlük, sosyal refah… Her biri dünyanın dengesini altüst eden çiğ damlaları… Doğruyu yanlıştan ayıklayan, sürü psikolojisine ve dayatmalara meftun bir şekilde yaşayan, lügatinden ahireti çıkarıp şehvet ve eğlence düşkünlüğüne uzanan, o dehşet verici azabı dört gözle bekleyen insanlığın doğurduğu kavramlar. Bu kavramların gölgesinde olanlar ise bulduğu her kemiğe atlayan, zayıf ve temelsiz bir hayat yaşayanlar… İşte dünya, bu bedenlere hizmet ediyor; bu bedenler ise dünyaya… Bu şekilde sağlanan denge, ahiretteki azabı da aynı oranda artırıyor.
Şu ara -yani asırlardır- süregelen kavgalara, tartışma konusu olan fikirlere ve anlaşmazlığa düşüren meselelere bakıyorum da her birinin ardında, önünde veya yanında mutlaka İslam dini yer alıyor. Yani yanlışların ortaya çıkardığı sorunlar, İslam’ın herhangi bir doğrusundan dolayı oluyor. Küfre ve cahilliğe her dönemde haddini bildirmiş olan dinimiz, çoğu yüksek zümrenin(!) vazgeçilmez sıkıntısı hâline geliyor. Öyle bir kıvrandırıyor ki onları, içinden çıkamaz hâle gelince de hedefi belirlemeden nişan alıyorlar. Hâlbuki bilselerdi vurdukları yer, ters hamle yapıp yakın bir zamanda kendi suratlarına isabet edecek. Ama yok, kendi hâllerinde takılmaya ve boş lakırdılarla dünyadan göçmeye devam ediyorlar. Yapacak bir şey yok; tercih onların, en müthiş iradeler onlarda(!). Bizde olan yegâne kalkan, zaten her müminin malumu:
“Dinî gerçekleri inkâr eden ve kâfir olarak ölenlere gelince işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir.” (2/Bakara, 161).
“Onlar, lanete uğramış olarak cehennemde ebediyen kalacaklardır. Azapları asla hafifletilmeyecek, geciktirilmeyecek ve kendilerine özür dilemeleri için mühlet de verilmeyecektir.” (2/Bakara, 162).
“Onların bu dünya hayatında harcadıkları şeyler, kendi kendilerine zulmeden bir güruhun ekinlerini vurup da mahveden, soğuk ve kavurucu bir fırtınaya benzer. Aslında onlara Allah zulmetmemiş fakat onlar kendi kendilerine zulmetmişlerdir.” (3/Al-i İmran, 117).
İslam’da her bir şüphenin karşılığının olması, her sorunun çözümünün apaçık sunulması, bazı zihinlere ağır geliyor olacak ki mutlaka karşıt bir fikirle meydana çıkıyorlar. Çünkü din mefhumu, onlara göre hiçbir zaman kurtarıcı olmayan, belli bir kesimin zorla mensup olduğu, insana dayatmalar ve karanlık cümlelerden başka bir şey kazandırmayan, lüzumsuz düşünceler kalabalığı, dünyanın ve dünyaya ait şeylerin önüne geçmeye çalışan bir engel, kıyıda köşede kalmış birkaç hükümden ibaret safsatalar topluluğu anlamına geliyor.
Oyun, eğlence ve -haz ile kirletilmiş- sanat, dünyanın birer süsü olduğundan aldanan ve aldatanların vazgeçilmez mekânıdır, kurak topraklar. Zemine bir mümin ayak bastığında değişen iklimin farkına varmayanlar, fikir kargaşasıyla akılları bulandırmaya niyet etmiş gibidirler.
İslam’ın her zaman ve zeminde muhaliflerine karşı vereceği bir cevap, küfür ehlinin tüm kapıları kilitlemelerine rağmen yedekte bulundurduğu bir anahtar, mümin kulları için hakikati barındırdığı ve muhafaza ettiği bir korunak ve tüm yerle bir olmuşluğuna rağmen varlığını koruduğu dünyaya karşı yüce sabrı vardır. Tüm bunları kefesinde toplayan bir nizamdan, hâlâ dilini ve içinde biriktirdiklerini eğip bükerek bahseden bir kesim var ki belki de bu dinin sahibi, en çok da bunlar için bekletiyor hesabını.
Çağın ihtiraslı maddecilerinin hayalleri, hiçbir zaman İslam’ın ebediyeti arzulayan müntesiplerinin çelik zırhına zarar veremeyecektir. Çünkü onun varlığı, kuşların rotasını güneşe ayarlıyor, insanın itaatini kutsallaştırıp saadet resimleri çizdiriyor; birlikten dirliği, dirlikten imanı doğuruyor. Gerçek doğrudan kaçıp yalanın pembe güzelliğini yaymaya çalışmıyor.
Din, asla başka kapılarda kendine destek aramaz. Kendi içinde var olan güç, zaten bağımsızlığını belli eder. İşte bu bağımsızlıktan da ancak iradesine tuz ruhu bulandırmamış olanlar nasibini alır.
Hakikat, dindir. Kim ne derece inkâra sürüklenirse sürüklensin, ondan tek bir kelimeyi dahi yargılayamaz, ezemez, yok edemez veya aşağılayamaz.
Nitekim yargılamak isteyen, yargılanır; ezmek isteyen, ezilir! yok etmek isteyen, yok olur; aşağılamak isteyen ise aşağılanır: “Şimdi dileyen inansın, dileyen inkâr etsin.” (18/Kehf, 29).
Rüveyde Bera PALA