Tek parti döneminin kalıntıları içinde gelişen özgürlük ortamı, İslamcı düşünce için gerçekten göreli bir hürriyettir. Zira Demokrat Parti de başta laiklik olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerine sadıktır. Demokrat Parti, programında, dine siyasal yapının merkezine yerleşmesi gereken bir güç olarak değil, toplumsal/kültürel bir söylem olarak yer vermiştir. Bu kısıtlılığa rağmen çok partili dönemin sunduğu özgürlük, İslamcı düşüncenin nefes alıp dirilmesine ve kamusal alanda görünürlük kazanmasına olanak tanımıştır. Çok partili yaşamla birlikte Türkiye’de İslamcılık akımının temel vasıfları; devletçi, milliyetçi, muhafazakâr ve sağcı değerlere dayanmaktadır.
1960’tan sonra Türkiye’deki göreli özgürlük ortamında İslamcılık, öncelikle çoğu Arapçadan yapılan tercümelerle hem kendi mecrasında siyasi bir dil eğitimine başlamış hem de diğer Müslüman toplumlarla ümmet fikri ile yoğun bir biçimde tanışmıştır.
1945-1960 arası İslamcı dergiciliğin en belirgin özelliği, değişken ilgileriyle birbirlerinden farklılaşarak, giderek kendi çizgisini oturtmaya çalışan bir çaba içinde olmasıdır. Çok partili hayatla birlikte İslam merkezinde oluşan hareketler, kökenlerindeki klasik İslamcı damardan farklı bir gelişmeyi tahayyül etmişlerdir. Ancak İslami neşriyat, toplumsal-politik konumunu ve stratejisini netleştirmek için 1960’lı yılların kendine özgü koşullarını bekleyecek ve nihayet 1970’lerin sonu ile 1990 arasında rafine edilmiş bir referans sistemi üretmenin mümkün yollarını bulmaya başlayacaktır. 1960-1980 arası, İslamcı düşüncede “çeşitlenme ve farklılaşmanın” yaşandığı dönemdir. [GUSBEED] Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Elektronik Dergisi, Yıl: 2020 / Cilt: 11 / Sayı: 1 122 A. Öz’e göre (2016: 74-95-97) 1960’lar, İslamcı dergilerin Türklük ve mukaddesat ekseninde şekillenen yayın politikaları, birlik ve bütünlük telakkisi içinde olduklarını doğrulamaktadır. Ancak Öz, 1960-1980 arası dönemi, İslamcı dergilerin özelde kenetlenme, birlik, vahdet arzusunda olmakla birlikte bunu imkânsız kılmaya matuf bir tarz ve içerikle şekillendiğini, çoğu kez dergilerin çıkış süreçlerindeki niyetlerini gerçekleştirmediklerini, 1970’ler itibariyle “zümreler arası çekişmelerin”, husumet ve hüsranlara dönüştüğü bir dönem olarak da değerlendirmektedir. İslamcı düşüncede bloklaşmaya doğru giden süreçte, İslamcı düşünce ve dergiciliğin fikri gelişmesinde katkıları yadsınamayacak tercüme faaliyetlerinin akisleri de etkili olmuştur. Buna ilaveten 1970’lerde vahdet ve kenetlenmeye rağmen görülen parçalanmalar, İslam’ın siyaset zeminindeki temsili ile daha da keskinleşecektir.
1950’lerde, geriden gelen Sırat-ı Mustakim, diğer ismi ile Sebilu’r-Reşad dergisinin birikimi, tecrübesi ve dili, İslami dergicilikte kaynak ve okul vazifesi görmüştür. Bununla birlikte 50-60 ve 70’leri etkileyen en önemli dergiler; Nureddin Topçu’nun çıkardığı “Hareket” ve Necip Fazıl’ın çıkardığı “Büyük Doğu” dergileridir. Bu iki derginin kendi aralarındaki ihtilafları, bazen dergilerde kendini göstermiş olsa da ortak diyebileceğimiz “milliyetçi mukaddesatçı” veya biraz da Osmanlıcılık çizgilerinde, aynı ideale hizmet eden yazılar, çalışmalar yayınlanmıştır. Büyük Doğu ile Hareket dergisindeki önemli farklardan biri; Büyük Doğu, tasavvufi geleneksel İslami söyleme taassup denecek derecede bağlı iken, Hareket çevresi daha çok yeniliklere açık, yeni içtihatlara kapı açan, ümmetçi bakışı dile getiren, gelenek ile modern olanı sentezlemeye çalışan bir fikri yapıya sahiptir. Bu dönemde nurcuların çıkardığı İhlâs, Zülfikar ve Uhuvvet isimli dergiler var. Yine İslam’ı, ilmen ve bilmen anlatmaya çalışan İslam mecmuasında; Ali Fuat Başgil, Celaleddin Ökten, Asım Köksal, Ali Ulvi Kurucu, Fuat Sezgin gibi değerli yazar ve yazılar bulunmuştur. Salih Özcan, İsmail Kazdal gibi isimlerin çıkardığı, İslamcı düşüncenin dışa açılan dergisi Hilal de yayın hayatındaki yerini almıştır. Hilal dergisi, ilk zamanlarda Said el-Kurdi’nin risalelerini de yayınlarken, özellikle Mevdudi ve Hind alt kıtası âlimlerinin, sonraları Seyyid Kutub’un, Hamidullah’ın kitap ve yazılarını tercüme ederek diğer İslam ülkelerinden ilk tercüme hareketini başlatmıştır. Bu dergilerde düşüncelerini yazma, geliştirme fırsatı bulan birçok âlim ve düşünce insanı, daha sonra kendileri farklı dergiler de çıkarmaya başlamışlardır. Sezai Karakoç’un Diriliş dergisi, Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisi, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören’in Mavera dergisi, Ali Bulaç’ın Düşünce dergisi, İslamcı kesimin amaç ve hedeflerini “Müslüman ismi” ile, her konuda İslam’ı referans gösterme çabaları açısından önemli dergilerdir.
Altmışlarda çoğalmaya başlayan İslami dergiler, farklı konu ve içerikler ile İslami dilin farklı kesimlere hitap etmesine vesile olmuştur. Hala Cumhuriyetin ilk dönemi ve milli şef döneminin baskıcı kanunları İslamcılar üzerinde kendini hissettirdiği için, dergicilik bazen kesintili olabilmiştir. Fakat tamamıyla bir kesinti olmamıştır. Bu dönemde Mehmet Akif çizgisinde diyebileceğimiz bir “medeniyet anlayışı” ile yola çıkan İslam Medeniyeti dergisi, tasavvuf, mantık, hukuk, sosyoloji, düşünen gençlik, musiki, tarih, tıp, İslam ülkeleri, ahlak gibi çalışmalar ile yerini almıştır. Hind alt kıtasında “İslami iktisat sistemi” tartışmaları Türkçeye tercüme edilince, İslam Medeniyeti dergisi de bu konuya yoğunlaşmıştır.
İmam-hatip okullarının açılıp sayılarının ve sorunlarının çoğalması ile, ÖNDER kurulmuş, bu dernek çatısı altında Tohum dergisini çıkarılmaya başlanmıştır. İmam-hatiplerin sesini, sorunlarını, hedeflerini duyurmaya çalışan dergide gündeme dair, küresel mevzularda da yazılar yayınlanmıştır. “Fikre, Sanata, Ruha” sloganı ile kendini özetlemiştir. Daha sonraki yıllarda küresel meseleler, siyasi bakış benzeri konuları asgariye indirilmiş, yoğunluk dini mevzuların anlatılıp anlaşılmasına ayrılmıştır.
Yetmişlere gelindiğinde İslami camia kurumsallaşma imkânları da bulmuş, MNP, MTTB gibi parti ve kuruluşlar kendi inançsal yapılarını dergicilik ile duyurmaya çalışmışlardır. MNP’ye yakın olan Akıncılar dergisi, “imam-hatip, Ayasofya, başörtüsüne özgürlük” gibi konuları sloganlaştırmış olup, İslami teşkilatlanmaya önem vermiştir. Mehmet Güney’ler, “anarşi, sokak çatışmaları ancak rejimin kökleşmesini sağlar” anlayışı ile çatışmalardan uzak durmaya çalışmışlardır. Akıncı gurubunun içinde bir grup ki öne çıkan isimler; Salih Mirzabeyoğlu, Hüsnü Kılıç, Zübeyir Yetik, Kurtuluş Tezbil’dir. Ve sokak çatışmalarında İslamcı gençliğin bulunması gerektiği, bunun güç gösterisi olacağı, alanın sol zihniyete teslim edilmemesi gibi bakış farklılığından dolayı Akıncı Güç dergisi olarak ayrılmışlardır. Yine Salih Mirzabeyoğlu’nun Gölge dergisi, o önemin Büyük Doğu İbda düşüncesinin kendini ifade ettiği hareketçi, eylemci bir gençlik çalışmasının dergisi olmuştur. MTTB de Milli Gençlik dergisi ve liseliler için Çatı dergisi ile kitlelerine fikir ve düşüncelerini anlatmaya çalışmıştır.
Altmışların birikiminden, dünyadaki ümmet anlayışının yükselmesi, tercümeler başta olmak üzere bu külliyattan “tevhid, şeriat, ümmet, cihad, beyat, darul harp, darul İslam, hilafet…” gibi kavramlar; İslami camiada “cahilliye” sistemine karşı mücadele inancı doğurmuştur. Bu anlayış, kendini ifade etmek ve çevresine hitap etmek için “Şura, Tevhid, Hicret” gibi dergileri sırası ile çıkarmıştır. İslam ülkelerindeki kıyam hareketleri, cihad düşüncesinin yükselişe geçmesi, “öze dönüş” olarak tekrar Mekke ve Medine dönemi mücadele yöntem ve metotlarının uygulanması gerektiği temel anlayışları olmuştur. Son olarak (HİKDER) Hanımlar İlim Kültür Derneğinin çıkardığı kadınlara yönelik ve sadece kadınların yazdığı Şadırvan dergisi ve Şule Yüksel Şenler’in çıkardığı Seher Vakti dergisi de kısa süreli de olsalar, İslamcı dergicilikte önemli bir alana işaret etmiştir.
İsmini zikredemediğim birçok dergi, bu dönemlerde İslami düşünceyi yazmış/yaymaya çalışmıştır. Ekonomik sıkıntılar, baskılar, gelenek-modern, milliyet-ümmet gibi ihtilaflar, halkın unuttuğu bir İslam’ı anlatmaya çalışmak, Osmanlı son dönemi ile başlayan ve Cumhuriyet dönemi ile devlet politikası olarak zorla yaşatılan Batıcı fikir ve yaşam şekli, İslami idare, yaşam gibi her alanda bulunmasına önyargıları gibi günün şartları, elbette “el bebek gül bebek” bir dergicilik faaliyeti ortamı oluşturmamıştır. Çok büyük fedakârlıklar ile ortaya çıkan bu emek, bizler için hala önemini korumaktadır. Belki de referans alınabilecek saflık ve düşünce de samimiyet konumundadır, diyebilirim kendi adıma.
Otuz yılı kısa sürede özetlemek mümkün değil. Buradaki amacımız, okuyucuyu, bu dönemin değerli düşünce insanlarımızın çabalarına dikkatlerini çekebilmektir. Ayrıca İslami camianın değişim ve dönüşümlerini ibretle okuyabilmek için de önemli bir zaman dilimidir. Müslümanın fikir dünyasını zaman ve şartlar değiştirmez, kendi okumalarının, istişarelerinin ve anlayışının kemali değiştirir. Bugünden geriye baktığımızda, İslami çevreyi/dili, öze dönüş çabasından saptıran iktidarların İslamcı söylemleri, baskılar, oryantalist ilmi yanıltmalardır. Kemalimiz ile değişmedik, dıştan tesirler ile değişmeye mecbur bırakıldık. Değişmeme direnci göstermeye çalışanlara selam olsun.
Haydar Özalp