7 Ekim’den bu yana geçen zaman, 135 günü aştı. Bu sürede Gazze’de sivil halka uygulanan katliamlar, ayarlarımızı bozdu. Millet olarak daha gergin, daha asabi ve moralsiziz. Akşam, haberleri izledikten sonra kimyamız bozuluyor, katliamı durduramamanın mahcubiyeti, İslam dünyasının parçalanmışlığını görmek, yürekleri sızlatıyor. Halkı Müslüman olan ülkelerin yöneticilerinin, ABD’nin eyalet valisi gibi davranmaları, ayrı bir vahim tablodur.
Sevban’dan (ra) rivayet edilen bir hadiste, “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarının) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.” Sahabeden biri şöyle sordu: “Bu durum, o gün bizim sayıca azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi. Resulullah (sav) cevap verdi: “Hayır, tam aksine siz, o gün çok kalabalık olacaksınız fakat selin önündeki çer çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” buyurdu. Sahabe, “Vehn nedir ya Resulallah?” diye sorunca Resulullah: “Vehn, dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurdu.
Gazze; ayarlarımızı, kimyamızı değiştirdi. Daha doğrusu iman, şehadet ve İslam’ın izzetini koruma konularında, fabrika ayarlarımızın nasıl olması gerektiğini bizlere hatırlattı. Bu konularda yeterince hassasiyet göstermediğimizi ve iç dünyamızda öz eleştiri yapmamız gerektiğini bizlere gösterdi.
Dilimizin ucuyla söylediğimiz, kalbimizin derinlerinden gelmeyen, “Biz de şehadeti arzuluyoruz.” sözlerimizin ağzımıza oturmadığını, Filistinli kardeşlerin şehadet kavramının, şehadeti arzulamanın nasıl olması gerektiğini bizlere fiili olarak gösterdiler ve gösteriyorlar. Onlar şehadeti arzuluyorsa biz neyi arzuluyoruz? Onların tevekküllerini görünce kendimizi sorgulamaya başladık. Onlar, Müslümansa biz neyiz?
Evlatlarını, eşlerini, annesini, babasını, kardeşlerini kaybettiklerinde şükürler olsun şehidim var, diye sevinen biri Müslümansa biz neyiz?
Evini, arabasını, işini, eşini, çocuğunu, anne ve babasını kaybeden Filistinli kardeşler, “hasbunallahi ve nimel vekil” diyorsa bizler rabbimizi vekil tayin edebiliyor muyuz?
Bizler, soğan 20 TL’ye çıkınca kıyamet koparan; evinden, arabasından, telefonundan, yiyeceğinden, konfor alanından çıkamayan bir topluluk hâline geldik. Durumumuz Musa’nın (as) Mısır’dan çıkarıp Kızıldeniz’i geçirdiği, Tih Çölü’nde bıldırcın eti ve kudret helvasından şikâyet eden kavme ne kadar benziyoruz.
İsrailoğullarının bu durumunu yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’den dinleyelim: “Hani ey Musa! Biz, bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde bizim için rabbine yalvar da o, bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin, demiştiniz. O da size iyi olanı, düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstediğiniz orada var, demişti.” (Bakara, 61)
Bugün Müslümanlar, şehadet ve İslam’ın izzeti yerine; soğanı, sarımsağı, dünyalığı tercih eder olmuşlar.
Bugün Gazze’deki gibi bir durumla karşılaşsak “Vekilimiz Allah’tır.” diyebilir miyiz? Gazzeli şehitler; Müslümanlığı, tevekkülü, şehadeti istemenin, onu arzu etmenin nasıl olması gerektiğini bizlere öğrettiler.
Gazzeli Müslümanlar Bizlere ve Dünyaya Neler Öğretti?
Sağlık sorunları sebebiyle serbest bırakılan İsrailli iki yaşlı kadının, serbest bırakılması esnasında geri dönüp HAMAS’ın görevlisi ile el sıkışması, kendisine gelen eleştiriler üzerine, “Ama çok kibarlardı.” demesi, çok önemlidir.
Savaşın da bir hukuku olduğunu, bir kez daha bizlere gösterdiler. Rahmetli Aliya İzzet Begoviç’in Sırpları kastederek “Onlar bizim düşmanlarımız, öğretmenlerimiz değil! Unutmayınız ki savaş, ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.” sözü, önemlidir. İsrailoğulları, Müslümanlara işkence ediyor, zulmediyor olsa da Müslümanlar zulüm yapamaz, işkence yapamaz!
Esir takasında rehinelerin HAMAS’lı yetkililerle “good bay” (hoşça kal) temennileriyle, dostların tokalaşmasıyla ayrılması görüntüsü, Siyonist destekli dünya medyasının, “Filistinliler gaddar, vahşi insanlar, yaşamayı hak etmiyorlar; bunlar, yapılan zulümleri hak ediyorlar.” algısını yıkmıştır.
Esir takasında serbest bırakılan başka bir İsrailli esir, “Onlar ne yiyorsa biz de onu yiyorduk: peynir, zeytin, salatalık…” diyordu. İsrail tarafının serbest bıraktığı Filistinli esirler ise gördükleri işkenceleri ve aç bırakılmalarını anlatıyorlardı. Müslümanlar, esir alsalar da onlara, insanca muamele etmek ve aç bırakmamak zorundadırlar.
Bugün Filistin’de çocukların, insanların temiz suya ve gıdaya ulaşımları engellenmektedir. Mısır’da biriken gıda ve yardımların, Refah Sınır Kapısı’ndan Filistin’e girişine izin verilmemektedir. Dünya devletleri ve halkı Müslüman olan ülkeler, en temel hak olan gıdaya ulaşım konusunda üç maymunu oynamaya devam etmektedirler.
Esirlerden birinin köpeğine bile zarar verilmeden sahipleri ile beraber serbest bırakılmıştı. Dünya üzerinde en fazla kan döken, ABD’dir. Vietnam’da, Japonya’da, Afganistan’da, Irak’ta ve daha başka ülkelerde, bu katliamları örtbas etmek için, devlet başkanları sahilde köpeğini gezdirerek “Biz, çok insancılız ve hayvan severiz.” pozu veriyorlar. Gazzeli kardeşlerimiz, televizyon ve medyaya oynamadan savaşın, esirlerin ve hayvanların bir hukuku olduğunu ve bunları uyguladıklarını göstermişlerdir.
Dünya ülkelerinde ve gelişmiş ülkelerde deprem, tayfun, pandemi gibi durumlarda halkın; marketleri, yıkık binaları yağmalama olayları görülür. Türkiye’de de Maraş merkezli depremlerde zincir marketlerin yağmalanması görülmüştür. “Acıkmıştım, susuz kalmıştım, mecbur kaldım, ekmek ve su aldım.” savunması kabul edilebilir fakat 100 ekran TV, buzdolabı yağmalamanın kabul edilir bir tarafı yok.
7 Ekim’den günümüze kadar, Gazze bombalanıyor, şehirler harabeye dönüyor fakat yağma olaylarına rastlanmıyor. Ateşkes aralarında halk, evlerine gidip kalan eşyalarını arayabiliyorlar. Yağmalama olayı, sadece İsrail askerlerinin Gazzelilerin evlerindeki ve şehitlerin üzerindeki takıları gasp etmeleridir. Yağma olayının refah seviyesi ile alakası olmadığı görülmüştür. Yağma, karakter bozukluğudur ve herkes, karakterinin gereğini yapmaktadır.
7 Ekim’den bu yana 30 bin Filistinli şehit oldu. Abdullah Taşkıran’ın Kan Toprağa Düşünce şiirinden bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum:
Ağıtlar yakılmasın ardımdan
Bilinsin, yüreklere işlensin
Yalnız Allah için yaşansın
Ve ölüm, Ölüm de yalnız Onun için olsun
Ne gözyaşı avutur gönülleri
Ne bir müjde güldürür bu yüzleri
Kim bilir belki kanımı bekliyor
Açmak için bu toprağın gülleri
Varsın zulüm bütün dünyayı sarsın
Varsın sevinçler de başka bahara kalsın
Madem ölüm tek bir defa gelecek
O da neden Allah için olmasın
Ne kadar ömrümüz olursa olsun, bir gün bu ömür bitecek ve ölüm bize de gelecek. Bizlere soracaklar: “Ölüm kapınızı çalana kadar ne yaptınız?” Bizler de cevaben, “Dünyalık biriktirdik, çocuk büyüttük, yedik, içtik.” diyeceğiz. Ne yaparsak yapalım, belki direksiyon başında, belki hastane odasında, belki yatağımızda, dünya nimetlerine tam doymadan ölüm kapımızı bir gün çalacak! Madem ölümden kaçış yok. Dünya zevklerimizin bir sınırı yok. Öyle ise isteklerimizin bir kısmı ahirete ertelenebilir. Ahirete ertelediğimiz isteklerimize kavuşabilmek için, dünya hayatımızın finalini güzel bir sonla yapmak, ne kadar güzel olur!
“Varsın sevinçler de başka bahara kalsın/ Madem ölüm tek bir defa gelecek/ O da neden Allah için olmasın.” Filistinli kardeşlerim; sevinçlerini, isteklerini başka bahara erteleyip finali en güzel şekilde yapmaktadırlar.
Sosyal medya ve haber kanallarında şehit olan yakınları için, “Hasbinallahi ve nimel vekil” (vekilimiz Allah’tır) dediler.
“Allah’a şükür, dört evladımı şehit verdim.” dediler. “Allah’tan başka kimseden yardım istemeyiz, o dilerse layık olan kimseleri yardıma gönderir.” dediler.
Bu sözler, Müslüman olduğunu iddia eden bizler için bile deprem etkisi yarattı. “Sübhanallah! Bu, nasıl tevekkül? Böyle bir acıya nasıl dayanabiliyorlar?” dedik.
Bu deprem, etkisini sadece bizde mi yarattı? Hayır! Gayrimüslim ülke vatandaşları da “Nasıl olabilir böyle bir inanç, böyle bir metanet?” dediler.
Algı medyasıyla zihinleri bulanmış ve “Müslüman, eşittir terörist.” sözüyle bildikleri Müslümanların; naif, insancıl, efendi insanlar olduğunu gösterdiler. Şehadet gibi yüksek bir mertebenin önemini hem bizlere hem de gayrimüslim toplumlara öğrettiler.
Savaştan korkan İsrailli bir askerin, savaşa gitmemek için komutanına karşı çıkmasını ve “Ben ölmekten korkuyorum, onlar ölmekten korkmuyorlar.” dediği videoyu hepiniz izlemişsinizdir. Filistinli kardeşler, herkesin ölüm dediği kavramın yerine, İslam’ın “şehadet” kavramını oturttu. Gazze’de ölüm öldü; orada ölüm yok, orada “şehadet” var.
7 Ekim Sonrası Gazze’nin Kazanımları
1. Jeffrey Epstein dosyaları ve ABD liderlerinin pedofili kasetleri, Siyonist kapitalistlerin bu kasetler ile ABD ve İngiltere liderlerine şantaj yaptıkları ortaya çıktı. (Epstein 2019 yılında hapishanede asılarak öldürülür veya intihar eder.)
2. Bütün dünya insanları ABD ve Avrupa liderlerinin ne tür pislik içinde olduklarına şahit oldu.
3. ABD, Epstein dosyalarıyla isimlerinin açıklanmasına misilleme olarak New York’ta Yahudi Ortodoks ayinlerinde çocuk katliamı ayinlerini ve yer altı tünellerini açığa çıkarttı.
4. ABD ve Avrupa’da halk, yöneticilerini ve “Biz, İsrail’e neden bu kadar tavizkârız (gebeyiz).” diye sorgulamaya başladılar.
5. Bütün insanlar, terörist bildikleri Müslümanları ve bu dinin ilham kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i tekrar araştırmaya başladılar.
6. “Museviler soykırıma uğramış millettir, mazlum millettir.” algısını kırdılar. Siyonist İsrail’in bütün dünya için baş belası bir kavim olduğunu dünyaya gösterdiler.
Filistin, Gazze şehadeti seçti ve cenneti hak etti. Onlar, kazandı. Müslümanlar olarak bizler dünya nimetlerini tercih ettik. Ne şehadeti hak ettik ne de Gazzeli Müslümanlara yardım edebildik. Rabbim, Gazzeli kardeşlerimizin şehadetini kabul etsin. Bizleri de şehadeti arzu eden kullarından kılsın. Amin.
Cefai DEMİREL