Su-i zan, kelime olarak kötü şüphe, kötü zan, tahmin, kuruntu, mesnetsiz bilgi gibi manalara gelir. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde sıkça bahsedilir. Su-i zannın zıddı, hüsn-i zandır. Su-i zandan kaçınıp, hüsn-i zan beslememiz tavsiye edilir: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz değil mi? Allah’tan korkun, şüphesiz ki Allah, tövbeleri daima kabul edendir, çok merhametlidir” (Hucurat, 12). Ayetten de anlaşılacağı gibi zannın tamamı günah değildir. Bir kısmı günahtır. Günah kısmı da su-i zan kısmındadır, onun için zannın helal kısmı olan hüsn-i zan bizlere tavsiye edilmektedir. İyi zan, sözleri, olayları ve davranışları iyiye yormak, iyi düşünmek ve iyi görmektir.
Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Zandan sakının; çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır” (Buhari, Vasaya 8, nikah 45, feraiz 2, edep 57-58; Müslim Birr 28; Tirmizi Birr 56).
Zan hakkın yerini tutmaz
Rabbimiz, putperestler hakkında, “Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan hiçbir şeyin yerini tutamaz” (Yunus, 36). “Onlar, ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar” (Necm 23). Ayetten de anlaşılacağı gibi asıl olan haktır yani gerçek bilgi, delil, kanıttır. Müslüman, elinde delil olmadıkça, kesin bir bilgisi olmadan bir olay hakkında sû-i zanda bulunmaz. Bu zan üzerinde hüküm verilmez. Bize bir haber ulaştığında hemen inanmak ve kesin hüküm vermek yanlış olur. Haberin kaynağını incelememiz ve doğruluğuna kanaat getirdikten sonra hüküm vermemiz isabetli olur. Peygamber Efendimiz (sav), “Kişiye, yalan (veya günah) olarak her duyduğunu nakletmesi yeter” (Riyazü’s-Salihin) buyurmuştur.
“Oysa onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece asılsız bir kuruntunun peşine düşmüş gidiyorlar. Hâlbuki kuruntu, gerçek karşısında hiçbir şey ifade etmez” (Necm, 28). Ayet-i kerimede Allah (cc), “Ey iman edenler! Size fasık birisi bir haber getirdiğinde onu araştırın, hemen inanıp hüküm vermeyin, Bilmeden haksız yere bir kavme haksızlık edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz” (Hucurat, 6) buyurmuştur. İnsanlar veya olaylar hakkında kanıta dayalı doğru bilgiye göre karar vermek ve gerçeği bulmak için araştırma yapmak gerekir. Başkaları aleyhinde konuşmak ve karar almak söz konusu olduğunda zan ile hareket edilmez. Çünkü zan ile verilen kararlar çoğu zaman yanlış olabilir. Bu durumda zanna dayalı verilen hüküm ile iftira edilmiş ve vebale girilmiş olur. Bu nedenle kötü zan, haramdır ve kaçınılması gerekir. Bilinmeyen bir kişi hakkında kötü zan, caiz değildir. Bu itibarla kesin ve doğru bilgi elde edilemeyen durumlarda, müminler hakkında iyi zanda bulunulması gerekir.
Peygamberimiz (s.a.s.); “(Kötü) zandan sakınınız, çünkü (kötü) zan, sözlerin en yalanıdır” (Müslim, Birr, 28) buyurmuştur. Yalan söylemek ise büyük günahlardan (Hac, 30; Ali İmran, 61; Müslim, Birr, 29) ve münafıklığın alâmetlerinden biridir (Müslim, İman, 107).
Kalbimize, aklımıza gelen her şey su-i zan mıdır?
Su-i zan, birinin kötü bir iş yaptığını zannetmektir. Kalbe gelen kötü düşünce, o hâliyle su-i zan olmaz. Kalbin o tarafa kayması su-i zan olur. “Cefai hoca araba almış, parası yoktu, nerden buldu bu parayı?” demek su-i zan olmaz. “Cefai hocanın parası yoktu, garanti çaldı veya kredi çekip faize bulaştı” demek su-i zan olur. Kalbin ve aklın bu düşünceyi kabul edip kanaat getirmesi, su-i zan olur.
Din kardeşinin ayıbını görünce, ona hüsn-i zan etmeli, teviline çalışmalıdır. Olur ya, gece vakti uygunsuz mekânların önünde sevdiğiniz birini veya hocanızı görebilirsiniz, hemen su-i zanda bulunmayıp aslını hocanıza sorun, “akşam şurada sizi gördüm, hayırdır inşallah” deyin, açıklama isteyin. Görüntü yanıltabilir.
Şeytan, (su-i zan) damarlardaki kan gibi insanda dolaşır.
Peygamber Efendimizin (sav) eşi Hz. Safiye, yaşadıkları bir olayı şöyle anlatır: “Hz. Peygamber (sav) Ramazan ayında itikâfta iken akşam vakti yanına uğradım. Bir müddet konuştuk. Sonra geri dönmek üzere kalktım. Uğurlamak üzere O da kalktı. Kapıya kadar gelmişti ki Ensar’dan iki kişi oradan geçiyordu. Hz. Peygamber’i görünce hızlandılar. Rasulullah (sav), onlara, “Biraz bekleyin, yanımdaki eşim Safiye’dir” dedi. Onlar “Subhanallah,” dediler. “Bu da ne demek ey Allah’ın Resulü? Sana su-i zanda mı bulunacağız?” Hz. Peygamber şöyle dedi, “Şeytan, damarlardaki kan gibi insanda dolaşır. Ben, onun kalplerinize bir kötülük atmasından korkarım” (Ebu Davud, Sünnet, 18). Bu hadisten anlıyoruz ki su-i zanna sebep olacak şeylerden kaçınmak lazımdır. Resulullah, tedbir olarak açıklama yapma gereği duymuştur. Bizler de yanlış anlaşılmaya müsait bir olay yaşanmış ise, su-i zanna sebebiyet vermeden açıklama yapmamız gerekir.
Müminin hürmeti, Kâbe’nin hürmetinden büyüktür.
Müslümanın, diğer Müslüman kardeşi hakkındaki düşüncesini ve özellikle hüsn-i zannını ortaya koyması açısından şu hadis dikkat çekicidir: “Ben, Hz. Peygamber’in Kâbe’yi tavaf ettiğini ve tavaf esnasında şöyle söylediğini duydum: Ey Kâbe, Sen ne güzelsin ve senin kokun ne güzeldir. Senin azametine ve senin kutsallığının azametine hayranım. Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, müminin hürmeti, Allah katında senin hürmetinden şüphesiz daha büyüktür. Müminin malı, kanı ve hakkında hüsn-i zanda bulunması seninkinden üstündür” (İbni Mace, Fiten 2).
Hadis-i şeriften çıkarılacak ders, Hz. Peygamber (sav), bir Müslüman hakkında hüsn-i zanda bulunmayı, onun can ve malının önemini Kâbe’nin hürmetinden üstün olduğudur. Müslümanın şerefi ve haysiyeti, Kâbe’nin şerefinden üstündür. Müslüman kardeşimizin haysiyetini, şerefini, saygınlığını düşürecek söz ve fiillerden uzak durmalıyız. Birileri hakkında su-i zan etmeden veya hakkında su-i zanna yönelik konuşmadan önce iki kere düşünmeli veya konuşmamalıyız.
Peki, su-i zan etmeyelim, hüsn-i zan besleyelim, bunun bir sınırı yok mudur?
Koşulsuz, herkese hüsn-i zan ile mi muamele etmeliyiz? Müslüman akıllıdır, ihtiyatlıdır, tedbirlidir, “Müslüman’ım” diyen biri için hüsn-i zan beslemeliyiz, ona göre muamele etmeliyiz, tedbiri de elden bırakmamalıyız. Elbette ki Müslüman görünümlü, art niyetli, fitne fesat çıkartmak isteyen fasıklar da olacaktır. “Hüsn-i zan besleyelim” diye yeni Müslüman olmuş, aramıza yeni katılmış birilerine, mahrem, özel bilgilerimizi de açmayacağız. Aksi bir durum olmadıkça “Müslüman’ım” diyen herkese hüsn-i zan besleriz, hüsn-i zan ile muamelede bulunuruz, tedbirimizi de alırız, ihtiyatı da elden bırakmayız. “Müslüman, bir delikten iki kere sokulmaz” (Müslim, Zühd, 63).
Kalbini yarıp baktın mı?
Usame bin Zeyd anlatıyor: Resulullah (asv), bizi bazı kabilelere gönderdi. Onlar da bizim gelişimizden haberdar olarak kaçtılar. Biz, bu grubun içinden birisine yetiştik. Onu yakalayınca, ‘Lâ ilahe illâllah’ deyiverdi. Fakat biz, kendisini öldürdük. Döndüğümüzde bu olayı Peygamber’e (asv) aynen anlattım. Peygamberimiz (asv): “Kıyamet gününde o adamın söylediği bu tevhid kelimesinin kıymet ve büyüklüğünden dolayı sana kim yardımcı olacak?” dedi. Ben: “Ey Allah’ın Resulü, o adam, bunu ölümden korktuğu için söyledi” diye cevap verdim. Peygamberimiz (asv): “Kalbini yarıp baktın mı ki, bunu başka bir sebepten dolayı söylemiş olduğunu bilesin! Kıyamet gününde “Lâ ilâhe illallah” kelimesinin karşısında kim senin yardımcın olacak?” buyurdu. Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki ‘Keşke Müslümanlığa o günden sonra girmiş olsaydım’ dedim (Ebû Dâvut, Müslim). Bu hadisten anlıyoruz ki bizler, zahire (görünüşe, söze) göre hüküm veririz. Kalplerde olanı Allah bilir. Kişi kelime-i şehadet getiriyor ve “Müslüman’ım” diyorsa, bizler de ona Müslüman muamelesi yapmalıyız. Casusluk, bilgi sızdırma, İslam aleyhine faaliyet gibi bir delilimiz olmadığı müddetçe su-i zan da bulunamayız.
Allah’a karşı su-i zan
“Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim, o beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa ben ona bir zira yaklaşırım. Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben, ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın, bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım” (Buhari, Tevhid, 15, 35; Müslim, Zikr 2, 26, 75, tevbe 1, 2675). Kutsi hadisten anladığımız; kulum beni nasıl bilirse ben, ona, o şekilde davranırım manasınadır. Açıklamak gerekirse kul, rabbini ceza veren, acı çektiren varlık olarak zannederse… Rabbim öyle midir? Hâşâ Rabbim; rahmandır, rahimdir.
Kişi, kendi benliğinde olan duygulara bakarak karşı tarafın da aynı duyguları taşıdığı zannına kapılır. Aslında zannettiği kendi duygu ve düşünceleridir. Rabbimiz de bizlere aynada yansımamız gibi duygularımıza karşılık veriyor. Hadiste, rahmet sıfatı ile hüsn-i zannımıza fazlasıyla (iyilikle) karşılık veriyor. Su-i zannımıza karşılık ise şirk koşmamak kaydı ile affedeceğini bildiriyor.
Allah hakkında iyi zanda bulunmak farz, kötü zanda bulunmak haramdır. “Allah, hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etsin. Kötü zanları üzerlerine dönsün, Allah, onlara kızdı ve onları lanetledi ve onlar için cehennemi hazırladı. Ne kötü bir varış yeri” (Fetih, 6). İbn-i Adiy ve Hatîb’in, Enes’ten (r.a) rivayet ettiği hadis Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Kişinin güzel zannı, (hüsn-i zan sahibi olması) kulluğunun güzelliğindendir.” Rabbim, bizleri kötü zanda bulunmaktan muhafaza etsin, hüsn-i zan sahibi kul olmayı nasip etsin.
Sonuç olarak, su-i zannın hâkim olduğu ailede, akrabalar arasında, arkadaş çevresinde, komşularımız arasında, toplumlarda güven, huzur, sevgi ve saygıdan bahsetmek mümkün olmaz. Düşünün bir, sizin hakkınızda kötü düşüncelere sahip bir toplumda nasıl huzurlu ve mutlu olabilirsiniz? Hakkınızda kötü düşüncelere sahip komşularınızla nasıl huzurlu olabilirsiniz? Hakkınızda su-i zan besleyen ailenizle nasıl mutlu olabilirsiniz?
“Müminler birbirlerine bağlı bir binanın tuğlaları gibidirler” (Buhari, Salât 88; Müslim Birr 65).
Su-i zannın hâkim olduğu toplumlarda Müslümanlar binanın tuğlaları gibi birbirlerine bağlanabilirler mi? İslam toplumunu oluşturabilirler mi? Hasbelkader oluştursalar bile, İslam toplumu kalıcı olabilir mi?
İslam toplumunu oluşturmanın önündeki engellerden biri olan su-i zannı, ayetlerde ve hadislerde men edildiğini görüyoruz. Bizler de uyarılara kulak vererek toplumumuz içerisine fitne fesat sokmak isteyen şeytana kapı açmamalıyız.
Cefai DEMİREL
1. Doç. Dr. Mustafa Karataş 02 Ağustos 2012, Yeni Şafak
2. http://www.erzurumgazetesi.com.tr/haber/Zan-Tecessus-ve-Giybet-Gonul- Kiran-Uc-Kotu-Huydan-Uzak-Durabiliyor-muyuz/54815
3. Eodev.com https://eodev.com/gorev/5591667#readmore
4. https://www.ditib.de/detail_predigt2.php?id=160&lang=en İsmail YILMAZ
Gelsenkirchen, Bismarck Mimar Sinan Camii Din Görevlisi