Kelime manası: Şe-ri-ke fiil kökünden mastardır. “Ortak olmak” demektir. Aynı kökten gelen şirket, ortaklık anlamına gelir. İki veya daha çok kimsenin maddi ve manevi alandaki ortaklıklarına şirket veya müşareket denilir. Müşrik de “ortak koşan” demektir.
Rabbimizin uyarılarına kulak verelim: “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim, Allah´a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır” (Nisa 116). “Kim Allah’a ortak koşarsa şüphesiz Allah, ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer, cehennemdir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı da yoktur” (Maide 72).
Şirk, Rabbimizin ayetlerde belirttiği üzere kulu dinden çıkaran ve yaptığı amelleri yok eden bir eylemdir. Âlimlerin çoğuna göre şirk, budur. Bu şirkin alt seviyesindeki şirk kokusu taşıyan amellere de günah denilmiştir. Allahu Teâlâ’nın zatının birliğine imanı bozan şirk, bu birden çok ilahın olduğuna inanmaktır. Çünkü Allah’tan başka ilah yoktur. “Birçok ilah vardır” diyenlerin imanı bozulmuştur. Rabbimiz, bir ayetinde şöyle buyurmuştur: “Ey peygamber! Şöyle de: Eğer iddia ettikleri gibi Allah’la beraber başka ilahlar olsaydı o takdirde arşın sahibi olan Allah’a üstün gelmenin yollarını ararlardı” (İsra 42).
Allah’ın sıfatlarında ya da fiillerinde birliğine imanı bozan şirk de şu şekildedir: Bu, Allah’ın sıfatlarında veya fiillerinde ortağı olduğuna inanmakla ortaya çıkar. Allah’a denk, onunla eş değerde hiçbir varlık düşünülemez ve kabul edilemez. Rabbimiz, şu şekilde uyarı vermektedir: “Kötü sıfatlar ahirete iman etmeyenlerindir. En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. O, her şeye galiptir. Hüküm ve hikmet sahibidir” (Nahl 60).
Yasa ve hüküm belirleyen yalnızca Allah’tır. O’ndan başka hiçbir kanun koyucu olmaz, olamaz. “Müslümanım” diyen bir kişi, kesinlikle Allah’ın kanun ve yasalarına karşı gelemez. O’nun karşısına da kendi aklından kanun ve hükümler çıkaramaz. Allah’a karşı “o biliyorsa biz de biliriz” diye kim yasa, kanun ve hüküm koyarsa bu, kesinlikle Allah’a şirk koşmuş olur. “Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat yasa yapan ortakları mı var?” (Şûrâ 21). Yasa ve kanun koyanların yasalarına kendi istekleriyle, arzularıyla bile bile bağlı kalanlar, Allah’a şirk koşmuş olurlar.
Rabbimiz, başka bir ayetinde de şöyle buyurmaktadır: “Onlar (Yahudi ve Hıristiyanlar), hahamlarını ve papazlarını Allah’ın dışında Rabler edindiler” (Tevbe 31). Bu ayette zikredilen hahamlar ve papazlar için, “tüm dünyayı yarattı” demiyorlardı ve onlara ibadet etmiyorlardı. Efendimiz, bu ayetle ilgili şu şekilde izah yapmaktadır: Adiy b. Hatim (ra) diyor ki: “Boynumda altından bir haç bulunarak Rasulullah’ın (sav) yanına geldim. Rasulullah (sav.), “Ey Adiy! Bu putu üzerinden at” dedi ve onun, Tevbe suresinden şu ayeti okuduğunu duydum: “Onlar, hahamlarını ve papazlarını Allah’ın dışında Rabler edindiler” (Tevbe 31). Rasulullah (sav), dedi ki: Dikkat et, onlar, haham ve rahiplerine ibadet etmiyorlardı. Fakat onlar, bir şeyi helal kıldıklarında onu helal sayıyorlar, haram kıldıklarında da onu haram kabul ediyorlardı. İşte bu, Allah’tan başkasını Rab edinmek demektir” (Tirmizi, Tefsir-i Suretu’t-Tevbe, 10, No: 3095).
Kimler, Allah’ın yasaları karşısında “Bundan sonra bu şekilde giyineceksiniz, mirasınızda şu şekilde paylaşım yapacaksınız, faiz dünya gerçeğidir” deyip Allah’ın yasakladığı haramları helal yapanları, helalleri de haram yapanları kim tasdik ederse “bundan böyle bu şekilde imiş” diye onlar, o tasdik ettiklerini Rab edinmişlerdir.
Biraz da açık ve gizli şirke değinelim. Açık şirk; putlara secde etmek, papazlara özel olan kuşağı bağlama, haç takma, Allah’ı bildiği halde Allah’tan başka şeylere tapmak vs. Bunlar, insanı dinden çıkartır. Allah, muhafaza eylesin. Gizli şirk de şu şekildedir; riya (gösteriş), Allah’ın rızasını gözetmeden ve önemsemeden bunun yerine başkalarını razı etmek. Örnek verecek olursak; bir kişi yalnız başına namaz kılarken namazın rükünlerine dikkat etmezken, bir toplulukta namaz kılarken bütün rükünlere dikkat etmesidir. Yani “bak şu adam ne güzel namaz kılıyor” desinler diye kılınan namaz, gizli şirktir.
Şeddad b. Evs (ra) diyor ki, Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Allah’a ortak koşmalarıdır. Dikkat edin, ben onların güneşe, aya veya puta tapacaklarını söylemiyorum. Lakin birtakım ibadetleri Allah’tan başkası için yapacaklar bir de gizli şehvetleri olacak” (İbni Mace, Zühd 21, No: 4205).
Rububiyette şirki de şu şekilde açıklayabiliriz: Rabbimize ait bir özelliği başkasına yakıştırmak, başkasını o konumda görmek ve onu yüceltmekle olur. Rabbimiz, şöyle uyarı vermektedir: “Allah, evlât edinmemiştir; O’nunla beraber hiçbir ilah da yoktur. Aksi takdirde her ilah kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı. Allah, onların (müşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir” (Mü’minun 91). Allah’tan başkalarının da rızık vereceğine inanmak da Rabbimizin fiillerinde birliğine ters düşen şirktir. “Allah için emsal göstermeyin. Çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz” (Nahl 74). Rabbimize hiçbir varlık denk değildir ve kesinlikle olamaz. Allah’tan başkasına yasa ve kanun koyma hakkı tanımak, helal ve haram koyma yetkisi vermek, insanların bilgisiz ve kendinin akıllı olduğunu sanmak ve şirke düştüğünü dahi bilmemektir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır” (Şûra 21).
Şimdi de ibadette şirk, ulûhiyette şirkten bahsedelim. Bunu, şu şekilde açıklayabiliriz: Yaptığı ibadeti Allah’ın rızası için değil de başka bir çıkar için yapması ve başkalarını razı etmesi. Eğer ki kişi, yaptığı amelini tamamen Allah’ın rızası dışında bir maksat için yaparsa, dinden çıkar, kâfir olur. Şöyle de açıklayabiliriz; kişi, amelini Allah rızası için yapar ve bununla birlikte başkalarını memnun etmek için de yaparsa bu, küçük şirktir. Kendisini dinden çıkarmaz fakat amellerini boşa çıkarır. Rabbimiz şu şekilde buyurmaktadır: “Kim dünya hayatını ve onun ziynetlerini isterse biz, onlara dünyada yaptıklarının tam karşılığını veririz. Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez. İşte bunlara ahirette de cehennem ateşinden başka bir şey yoktur. Orada yaptıkları boşa çıkmıştır. Zaten işledikleri batıldır” (Hud 15-16). Başka bir ayetinde şöyle uyarı vermektedir: “Kim ahiret menfaatini isterse onun mükâfatını arttırırız. Kim de dünya menfaatini isterse ona dünyada istediğinin bir kısmını veririz. Ahirette ise hiçbir nasibi yoktur. Allah’ın gazabı onların üzerinedir. Onlar için şiddetli bir azap vardır” (Şûrâ 20). Rabbim, bizleri gazabına uğrayanlardan eylemesin. Bile bile şirk koşanlardan eylemesin. Rabbimizin kesinlikle affetmeyeceği; ona ortak koşmak, Allah’tan başkalarına Allah gibi değer vermek gibi davranışlardan kesinlikle uzak durmalıyız.
İbn Teymiyye -Allah ondan razı olsun-, niyetteki şirke işaret ederek diyor ki: “Her kulun arzuladığı bir muradı vardır. O murad, o kulun sevgi ve maksadının zirvesidir. Eğer kişinin taptığı, son derece sevdiği ve maksadı Allah olmazsa onun Allah’tan başka bir maşuku, bir maksadı ve gayesi olur. Ona tapar ve onun kulu olur. Bu şey, mal ve servet olabilir. Mevkii ve makam olabilir. Köşkler ve saraylar olabilir. Allah’ın dışında ilah edindiği ay, güneş, putlar, peygamberler olabilir. Rab edindiği peygamberler, melekler olabilir. Hatta bazen peygamberler ve salih kullar olabilir” (İbn Teymiyye, Kulluk, s.32).
Kabir Ziyareti Nasıl Olmalıdır? Biraz da bu durumdan bahsedelim: Peygamberimiz (s.a.v.), kabir ziyaretini tavsiye etmiş ve “Kabirleri ziyaret ediniz, bu size ahireti hatırlatır” (İbn Mace, Sünen, Cenaiz, 47) buyurmuştur. Kabir ve türbe ziyaretlerinde İslam’ın özüne ve tevhid anlayışına ters düşen, itikat bakımdan da zararlı olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir. Bunun için dinimiz, kabir ziyaretleriyle ilgili bazı ölçüler koymuştur. Buna göre kabir ziyaretinde şunlardan sakınılması gerekmektedir:
1. Türbelerde yatan kişileri beşer üstü varlıklar olarak görmek, bu kişileri “bunlar Allah’ın sevgili kullarıdır, bunların Allah’a sözü geçer, Allah bu zatları geri çevirmez” vs. diyerek Allah ile kendi arasında aracı kılmak. 2. Bu ziyaretleri, dini bir vecibe gibi telakki etmek. 3. Çaput ve bez bağlamak, mum yakmak. 4. Türbelere ve orada yatanlara adak adamak. 5. Kurban kesmek. 6. Şeker v.b yiyecek maddeleri dağıtarak onlardan yardım dilemek. 7. Kabrin başında yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak. 8. Kabrin etrafındaki demir ve taşları öpmek, onlara sarılıp ağlamak… Bu gibi şeyler, tevhid dini olan İslam’la bağdaştırılamaz. Ölen kişilerden medet ummak ve onlardan bazı şeyler beklemek, ‘şirktir’. Şirk ise Allah’ın bağışlamayacağını bildirdiği tek günahtır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar; kim, Allah’a şirk koşarsa çok büyük bir günah işlediğinden şüphe yoktur” (Nisa, 48).
Kabir ziyaretinde bulunan kişi, ahireti hatırlamalı, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmelidir. Kabrin yanına gelince; “Müminler yurdunun sakinleri! Sizlere selam olsun. İnşallah biz de size katılacağız” (Müslim, Cenâiz 104; İbni Mâce, Cenâiz 36). “Bizden ve sizden ölmüş ve ölmemiş olanlara ikramda bulunsun. Allah’tan bize ve size afiyet dileriz. Ey Allah’ım! Bunlara rahmet eyle, bunları bağışla. Cehennem azabından koru, onları Cennetine koy” şeklinde dualar edilebilir. Bazı kimseler, türbeleri ziyaret ederken bilinçsizce dua etmekte, orada yatan kişiden, bazı sıkıntıları veya olmasını istedikleri şeyler için yardım istemektedirler. Kabirlerde bulunanlardan yardım istemek doğru olur mu? Onların bizlere yardım etmesi mümkün değildir. “De ki: Ben, yalnızca Rabbime dua ederim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmam” (Cin 20).
Konu ile ilgili ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hak olan dua, yalnız Allah’a yapılan duadır. Onların Allah’tan başka dua ettikleri ise hiçbir isteklerine cevap veremezler. Böylesi, ağzına gelsin diye avuçlarını suya doğru uzatan, fakat ona bir türlü ulaşamayan kimseye benzer” (Ra’d 14). “Onların Allah’tan başka dua ettikleri şeyler bir nesne bile yaratamazlar; zaten onların kendileri yaratılmıştır” (Nahl 20). “(…) Bu böyledir. Çünkü hak olan, yalnızca Allah’tır. Ondan başka dua ettikleri şeyler ise batılın ta kendisidir. Her şeyden yüce ve her şeyden büyük olan, yalnız Allah’tır” (Hac 62). “De ki: Eğer duanız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz olur?” (Furkan 77).
Kabirdekilerle ilgili olarak Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen, kabirdekilere bir şey işittiremezsin” (Fatır 22). Şu ayet, ölmüş bulunan büyük zatların ruhaniyetine sığınan ve onlardan yardım isteyenlerin yanlış yolda olduklarının delilidir: “Allah’ı bırakıp da kendisine kıyamete kadar cevap veremeyecek olanlara dua edenlerden daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar, onların dualarından habersizdirler” (Ahkaf 5). Hz. Peygamber’i hatırladığımızda ve kabrini ziyaret ettiğimizde O’na salât ve selam getiririz. Bu halimizle, Peygamberimize olan ikramını artırmasını, Allah’tan talep etmiş oluruz. Ama hiçbir duamızda Hz. Peygamber’den ve onun ruhaniyetinden bir dilekte bulunmayız. Çünkü böyle bir şey, Hıristiyanların Hz. İsa’ya yaptığını bizim Hz. Peygamber’e yapmamız olur ki; bu, yoldan çıkmaktan başka bir şey değildir.
Biraz da putlardan bahsedelim, faydalı olacağına inanıyorum. Put, kişinin Allah dışında hayatının amacı kıldığı maddî, manevi her şeydir ve putları hayatın amacı kılmak da şirktir. Put, sadece tapılan birtakım nesneler değildir; eğer ki hayatın amacı haline gelir ve insanı, Allah’a isyana sevk ederse yerine göre makam olabilir, para olabilir, kadın veya insanlar için değerli bir şey put olabilir. Putçuluk, sadece heykellerde değildir; Allah’ın dışında saygı gösterilen, sevgi beslenilen, sözünden çıkılmayan her şey, puttur. Allah’ın önüne geçen, ulu tutulan yüce tutulan her şey, puttur. Günümüzdeki putları şöyle sıralayabiliriz: 1. Tapınaklar. 2. Heykeller. 3. Futbol putu. 4. Televizyon putu. 5. İnsan putu. 6. Makam ve mevki putu. 7. Para putu. 8. Kadın putu. 9. İnternet putu. 10. Moda putu. Günümüzde, -maalesef- bu putların sözleri, Allah’tan ve O’nun yasa ve kurallarından daha değerli görülüp dinlenir şekilde. Rabbim, bizleri bu putlardan beri eylesin.
Şimdi de Rabbimizin uyarısına kulak verelim: “Bütün bunlar, Allah tarafından belirlenmiş hükümlerdir. Artık kim, Allah’ın emir ve yasaklarına gereken saygıyı gösterir, onları yüceltirse bu, Rabbinin katında onun için bütünüyle hayırdır. Haram olduğu daha önce bildirilenlerin dışındaki hayvanların eti size helâl kılınmıştır. O halde artık o iğrenç, pis putlardan kaçının ve yalan sözden de uzak durun” (Hac 30).
Bir de tağuttan bahsedelim. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tağutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah, işitir ve bilir” (Bakara 256). İman etmemiz için, önce reddetmemiz gerekiyor. Ayette geçen tağut kelimesi, Allah’a karşı haddi aşmak, azgınlaşmak anlamlarına gelir. Allah’ a karşı isyankâr olan, kendisine tapınılan, gerek insan gerek şeytan, put, dikili taş, canlı, cansız Allah’tan başka ibadet edilen her şey, tağuttur. Allah’ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icat eden her varlık, tağuttur. Tağut, yüce Allah’a karşı isyan etmekle beraber, onun kullarını kendisine kul edinme gayretinde olandır. Bu sebepten, bir insanın, hakiki bir mümin olması için tağutu reddetmesi gerekiyor. İnsanoğlunun; şan, şeref ve mallar hakkında Kur’an ahkâmının zıddına hüküm vermesi, doğru olmayan cezaları uygulaması, faiz, zina, içki vb. şeyleri yasaklayan Allah’ın şeriatını yürürlükten kaldırmak için konulan İslam’a yabancı ve aykırı kanunlarla hükmetmesi de tağutluktur. Tağutların çağrısı, karanlıktır. Aydınlıktan kesinlikle uzaktır. Rabbimiz ayetinde şu şekilde uyarı vermektedir: “Allah, iman edenlerin velisidir. Onları, karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velisi ise tağutlardır. Onları, aydınlıktan karanlığa çıkarırlar. Onların hepsi, cehennemliktir ve orada ebedi olarak kalacaklardır” (Bakara 257). Tağutların reddedilmesi için Kelime-i Tevhid’in anlamının tam manasıyla idrak edilmesi gerekir ki şirke düşmekten kurtulabilelim. Tevhid ve şirk, iki ayrı bir dindir. Tevhid, kesinlikle kurallarından taviz vermemiştir. Şirk ise taviz ve haramlarla, yasaklarla doludur. Bir kişinin hayatında tevhid yoksa kesinlikle şirk vardır.
Buradan itibaren de “La İlahe İllallah”tan bahsedelim ve anlam kazanmasını sağlayalım inşallah. La İlahe İllallah, iki kısımdan oluşmaktadır: 1. Reddetmek. 2. Kabul etmek. “Lâ” demek, “hayır kabul etmiyorum, reddediyorum” demektir. “Lâ İlahe” demek, kişinin apaçık bir şekilde tüm sahte ilahları, beşeri kanun ve yasaları, Allah’ın şeriatından başka kanun ve hüküm koyan sahte ilahları red ve inkâr ettiğinin apaçık beyanıdır ve -yukarıda tağuttan bahsetmiştik- tüm tağutların inkârıdır. O halde bir kimsenin sağlam bir kulpa sarılabilmesi için öncelikle “Lâ İlâhe” diyerek tüm sahte ilahlardan, yalancı rablerden, yeryüzünde azgınlık yapan tağutlardan beri olması, onları tamamen inkâr etmesi ve şirke giden yolları kesmesi gerekmektedir. Tevhid kelimesinin ikinci kısmını ise “İllallah” oluşturmaktadır. Bu da sadece Allah’ın ulûhiyetini kabullenmek, kişinin İlah ve Rab olarak sadece Allah’tan razı olması, hayat ile ilgili bütün hususlarda sadece Allah’a itaat etmesi, O’nun hükmüne teslim olması ve tüm bu hususlarda Allah’a söz vermesi demektir. İşin özü, budur. Günümüz Müslümanları, Kelime-i Tevhid’in manasını tam bilmedikleri için her gittikleri yolun doğru olduğunu zannetmektedirler ve istemeden –maalesef- şirke düşmektedirler. Rabbimizin uyarısına kulak verelim: “And olsun ki biz, her kavme ‘Allah’a ibadet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının’ diye tebliğ yapması için bir peygamber göndermişizdir” (Nahl 36).
Rabbimiz, dinini tamamlamıştır. Şirke giden yolları, bize, kitabında göstermiştir. Bizlere düşen görev, Kur’an-ı Kerim’i, ölülere inen bir kitapmış gibi görmemektir. Böyle gördüğümüz müddetçe şirkten kesinlikle kurtulamayız. Her söyleyenin arkasından gider ve onu “din” zannederiz. Kitabı, anlayarak okumalıyız. Efendimizin hayatını, anlayarak okumalıyız. İşte o zaman, doğru yolu bulacağımızdan şüphemiz olmasın. Rabbim, bizleri şirke giden yollardan uzak eylesin. Rabbimizin emirleri doğrultusunda yaşayıp “Lâ İlâhe İllallah” diyerek çene kapamayı, ruhumuzu teslim etmemizi nasip etsin. Âmin.
Emrah DOĞRU
Faydalanılan Eserler:
• Hasan Karakaya, Tevhid ve Şirk
• A. Muhsin Toprak, Kavramlarla İman Esasları
• İbn Teymiyye, Sırat-ı Müstakim