Grup Genç’in Kan Toprağa Düşünce isimli albümlerinde seslendirdikleri “Bilal öldü derler ise sakın inanma Ana/ Bil ki ben şehid olmuşum şehidler ölmez Ana!” ezgisi kadar Bilal Yaldızcı’yı bize anlatan, tanıtan, hatırlatan başka bir şey bilmiyorum. Bir ezgi bir kişiyle ancak bu kadar özdeşleşir sanırım. O günlerin (1995) Grup Genç ekibinin gür seslerinden Nizamettin Türeyenci, öyle yürekten okumuş ki Bilal ezgisini, bugün söylemişçesine dinliyoruz hâlâ.
Şehadet sevdalısı olmanın en ulvicesini Bilaller’den öğreniyoruz. Bugün şehadet sancağının yere düşmemesini, o sevdanın katlanarak büyümesini hep Bilaller’e, Fuatlar’a (Çağlar), Selamiler’e (Yurdan), Metinler’e (Yüksel) ve kahramanca Rabbe adanışlarına yoruyoruz. Onların sahiplenişleri ve önden gidişleri, arkadakilere yani bizlere büyük çağrı olmuştur. Bu günlerde, toprağa maya misali akıtılan kanların her birinde onların payı vardır. Ne güzel pay edinmedir bu böyle, ne kutlu ecirlenme…
Bilal Yaldızcı yirmi sekiz yıl önce, bir 29 Ekim günü, İzmir’in Ödemiş ilçesinde açtığı gözlerini; o günlerde cihadın bağrı olan Afganistan’da Hindikuş dağlarının gölgesinde 1987’de şehadet şerbetini içerek kapamıştı. Bu kapayış, peygamberlerden sonraki en büyük mertebeye ulaşmanın kapayışı idi. Ne mutluydu ona! Ne mutluydu onun gibi olana! Ve ne mutluydu o derdi kuşanana!
Soy ismindeki yaldızcılığı, şehadet yolunu tercih etmesiyle aslını bulmuştu Bilal’in. Sözüyle, özüyle ve tüm gönlüyle talip olduğu İslam davasını ve bu davanın en soylu savunusu olan cihadı alnının çatına vuranlardandı o. Gençliğinin baharında, daha yirmisinde, ‘en kıymetli bahar’dan yana kullanmıştı hakkını; uyuyanları uyandıran, oturanları ayaklandıran bir ahlakla hem de. Onun ve daha pek çok aziz şehidimizin hakkındaki bilgileri geniş bir şekilde Mehmet Ali Tekin’in Şehidlerimiz 1-2 (Eylül 1999) eserinden ve AKEV (Akabe Kültür Eğitim Vakfı)’in Ocak 1992’de yayınlattığı Yakın Tarih Şehidler Albümü’nden alıyoruz. Yeri gelmişken değinmekte yarar görüyorum: Bu iki çalışma da, yeri doldurulamaz ve kesinlikle haklarının teslim edilmesi gereken eserlerdir. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edip şehitlik yoluna adananları misafir eden bu eserler, sözlerinde duranların yatağı olmakla birlikte; sonrakiler için de bir meş’ale mesabesindedir.
Bu müstesna eserlerde şehidimiz, yiğidimiz ve öncü yüreğimiz Bilal Yaldızcı hakkında babasının, kız kardeşinin, bir arkadaşının yazdıklarını ve kendinden bir mektubu okuyoruz. Okuduklarımızdan zihnimizde, izzetli bir Bilal portresi çıkarıyoruz. Hepsinden aldıklarımıza ve anladıklarımıza göre şehid Bilal; inandığı gibi yaşayan, değerlerinden asla taviz vermeyen, kardeşlerinin/ümmetin derdiyle dertlenen, bu dertlenmeyi yalnızca dilde bırakmayıp aynı zamanda haliyle de ispatlayan, yürüyenlerin ve koşanların oturanlardan ve sayıklayanlardan her dem üstün olduğunu haykıran bir kişiliğe sahip imiş. Şehadetinden sonra mahallelerinin, sokaklarının ve evlerinin rengi değişmiş Babasının aktardığına göre. Daha evvel İslam’ı anladıklarını ve yaşadıklarını sananlara, Bilal büyük bir ders vererek gitmiş. Kalbini de, kalıbını da ilkelerine feda etmeyenlerin, Allah katında fazla bir şey ifade etmeyeceklerini nasihat ederek dağlara vurmuştur kendini. Dağlara kendini vurması, büyük bir davaya vurulmasından gelmiştir. En yüce rahatlığa sahip olmanın yolunun, önce dünya üzerindeki bütün rahatlıkları terk etmek şartına baktığını belletmiştir.
Şehidimiz Bilal, cihad topraklarındayken bile büyük bir kadirşinaslık örneği sergileyerek memleketindeki Müslümanların onurunu korumuştur. Afgan cihadının o günlerde bayraklaşan komutanı Ahmet Şah Mesut, onu bazen diğer mücahidlerle güreşmesi yolunda kışkırtmasına rağmen o; burada nefsi için durmadığı, geldiği yeri, yani Türkiye’yi temsil ettiğinin bilinciyle vakur ve sakin davranışlara bürünür. Cephede tuttuğu notların ışığında insan şu sonuca varıyor ki Bilal, fikrî seviyesini geliştirmeyi de bilmiş. Düşüncelerini daha uzlaşmasız ve tavizsiz bir temele oturtmuş. Tabi ki bunda, soluduğu cihad ortamının büyük payı olmuştur. Cihada gitmeden evvel, “Biz, burada cihadın ancak edebiyatını yapıyoruz.” sözleriyle dışa yansıttığı düşünceleri, bizzat cihad meydanında bulunmasıyla yerini şu cümlelere bırakır: “Biz, cihadın edebiyatını bile yapamıyor muşuz!” Ve hele, daha memleketinde iken ölümü öldürme, o korkudan sıyrılma adına düzenli olarak ve özellikle de geceleri yaptığı mezarlık ziyaretleri, zekâsının ne derecede olduğunu belli edici türdendir.
Şehidlik kapısını henüz çalmadan o, şehadetinden sonra ailesine gönderilmek üzere yazdığı mektubunda; dur duraksız ailesine öğütlerde bulunur. İslam’a ve Kur’an’a sımsıkı sarılmalarını ve bundan başka bir hayatı ellerinin tersiyle yitmelerini tavsiye eder. Ameliyle verdiği ders yetmezmiş gibi, bir de sözleriyle kuşatıyor çevresini. İşte mümin ve mutmain yürek bu olsa gerek. Yalnızca kendini ve kendi iyiliğini düşünme bencilliğinde olmayarak, tüm tanıdıklarını da vahyin tarifsiz serinliğinde nefeslenmeye davet ediyor. Demek ki şehid, en büyük davetçidir, şahittir.
Davranışlarıyla, hayata bakışlarıyla ve din algılarıyla toplumdan farklılık arz edenlerin, şehadet kervanında yerlerini daha erken aldıklarını görüyoruz genellikle. Düşünün her hangi bir şehidi; hangisinde ‘saldım çayıra Mevlam kayıra’, ‘bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın’, ‘benim derdim bana yeter’ türü düşünceler sadır olmuştur? Her Müslüman’ın uzaktan ya da yakından bir şekilde tanış düşeceği şehid insan vardır. Bu küçümen anketi onlar üzerinde doldursunlar. Bakalım, cevap bulamayışlarından ötürü mecalsiz kalan o kalem tutan parmaklarının hali nice olur o vakit!
“Bu savaş bitecek, hem de karanlığa kalmadan Anne.” diyen şehid Bilal Yaldızcı, karanlıkları kararlılıkla aydınlığa ulaştırmanın gayretiyle Afganistan’a ve cihada sevdalanmıştır. Sevdasız, ümitsiz, kurbansız ve şehidsiz bir davanın olmayacağını; gerek kendi zamanına ve gerekse gelecek bütün zamanlara kalın ve yalın harflerle yazarak, Allahu Teâlâ’nın kulluk için verdiği canını, karşılığı cennet olsun için satıvermiştir. Ne paha biçilmez bir ticarettir bu! Allahu Ekber.
Şehid Bilal’in cephede yalnızca ezan okumadığı, bilakis kâfirlerin canına okuduğu bu evrensel mirası yüklenmek, tabi ki de bizlerin, tabi ki de iman edip salih amellerde bulunan ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin harcı olmalıdır, olacaktır. Bilal ölmedi ve dönmedi davasından; biz de ölmek istemiyorsak dönmeliyiz davamızın saflarına…