“Müslüman dendiğinde ne anlamamız, aklımıza nasıl bir portre gelmesi gerekir? Müslüman dendiğinde Allah’a itaat eden, emir ve yasakları hususunda taviz vermeyen bir şekil oluşmuyor mu zihinlerimizde? Kelime-i şehadeti, kelime-i tevhidi zikreden Müslümanlar, bu söyledikleri sözlerin ne manaya geldiğinin farkında değiller mi?” diye sorsak şunları söyleyebiliriz: Maalesef farkında değiller çünkü kelime-i şehadeti söyleyen bir Müslüman, Allah’ın yaratıcı olduğuna şeksiz, şüphesiz inanır ve ona teslim olur. Peygamber efendimizin de onun elçisi olduğunu, buyruklarını bizlere eksiksiz ulaştırdığını bilir ve ona göre hareket eder, yaşamını ona göre sürdürür. Kelime-i tevhit ise neleri reddedip neleri kabul etmemiz gerektiğini bizlere tam olarak açıklar. “La” kelimesi, “hayır, yok” demektir. Şöyle ki “La ilahe” dediğimizde “ilahlık taslayanlar yok” demek. “Tanımıyorum onların sistemlerini, kanunlarını, yasalarını, Allah’ın karşısında bilgiçlik taslamalarını; tanımıyorum, kabul etmiyorum” demek. “Onların güçleri Allah neye izin verdiyse oraya kadardır.” demek. Bilgiçlik, ilahlık taslayanları reddettikten sonra (illallah) diyoruz ya “Rabbim, ben senin önüne geçmeye çalışan kim varsa hepsini reddettim, senin yasalarını beğenmeyenleri reddettim, senin kurallarını hiçe sayanları reddettim, şeytanın yolunda çalışanları reddettim, tüm beşeri sistemleri, ideolojileri reddettim ve sana tertemiz geldim; buyur, emrindeyim rabbim.” demek. Şimdi Müslümanları, kelime-i şehadet ve kelime-i tevhide göre değerlendirelim.
Müslümanlar, inandıklarını iddia ediyorlar, ne yazık ki yaşantıları hiç de inandıkları dine göre yaşadıklarını göstermiyor. Sadece “inandık” demekle inanmak ve iman gerçekleşir mi? Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Ant olsun biz, kendilerinden öncekileri de denemişken insanlar, ‘inandık’ deyince denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah, elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya koyacaktır.” (Ankebut 2-3)
İnsanlar, sadece “Amenna” dediklerinde bırakılacaklarını mı zannettiler? “İman ettik” demekle salıverileceklerini mi zannediyorlar? Öyle mi hesap ediyorlar? Öyle mi umuyorlar ki “Amenna” dediklerinde “İnandık” deyiverecekler de bırakılacaklar, öyle mi? Hesaplarını, kitaplarını buna göre mi yapıyorlar? İman ettik, dedikten sonra hemen cennete gidecekler, öyle mi? Dünyada hiçbir sıkıntı çekmeyecekler ve ahirette de kurtulacaklar. İmtihan edilmeyecekler, denenmeyecekler, öyle mi?
“İman ettik” diyenlere sesleniyor rabbimiz. Diyor ki “İman ettik” demeniz yetmiyor. Bu iman iddialarımızın pratiğini, amelini isteyecek rabbimiz. İman iddiasında bulunan herkesi deneyecek rabbimiz. Acaba böyle bir iddiada bulunan insanların sözleriyle amelleri, iddialarıyla hayatları, düşünceleriyle yaşantıları bir mi, değil mi? Öyleyse kişi, Kuran’ın bir konudaki uyarısına “İman ettim” dese de sonra o konuda Allah imkân verip de imtihan edince, deneyince sanki kâfirler gibi, o konuda herhangi bir uyarı yokmuş gibi davranıyorsa, Kuran’dan habersiz yaşıyorsa ya da kitabının o ayetinden haberi yoksa o zaman o da onlardan olacaktır, Allah korusun. Yani hangi konunun imanını gündeme getirmişsek o konuda mutlaka bir denenme gelecektir karşımıza. Neye inandığımızı söylemişsek o konuda deneneceğiz ki sağlam mı inanmışız yoksa değil mi, bu ortaya çıksın. Mesela bir Müslüman, infaka veya zekâta inandığını mı iddia ediyor? “Eğer bolca param olsaydı ben, onu Allah yolunda infak ederdim.” mi diyor? O konuda mutlaka kendisine denenme, imtihan gelecektir. Allah, günün birinde ona bolca bir para verecek, bu imkânı yaratacak ve onun sağlam mı yoksa zayıf mı inandığını ortaya çıkaracaktır. Maalesef bakıyoruz “inandık” diyenlere, elleri para gördükten sonra hâl ve hareketleri nasıl da değişiyor, bolca infak edeceği yerde paraları depolama, mal mülk çoğaltma telaşına giriyor. İnfak, sadaka, zekât gibi emirleri unutuyor, kendi dünyasında şeytanla birlikte yol tutmaya başlıyor: “Hani iman etmiştin, hani bol bol hayır yapacaktın?” dendiğinde duymazlıktan geliyor, kaçış yoluna gidiyor. Anlıyoruz ki gerçekten iman edilmediğini ve gerçekten iman edilse Allah’ın emirlerine itaatin gerçekleşmesi gerektiğini. Bakın, Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Aralarında hüküm vermesi için Allah´a ve resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah´a ve resulüne itaat eder, Allah´a saygı duyar ve ondan sakınırsa işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.” (Nur 51-52).
Görüyoruz ki iman etmek, Allah’a ve resulüne itaatle olur. Söylenip de uygulanmayan hiçbir emre, hakkınca iman edilmiş olunmaz. Başımıza ne gelirse gelsin, her daim Allah ne dediyse, ne emir verdiyse o doğrultuda hareket etmemiz gerekir. Bunu yapmadığımız müddetçe İslam’dan uzaklaşmalar gerçekleşecektir.
İkinci olarak İslami gözüküp İslam’ın kurallarını uygulamayanlardan bahsedelim. İnsanları İslam’dan nasıl uzaklaştırdığının farkında olmadan, doğru yaptığını zannedip yürüyenler, ilerleyenler İslam’a çok zarar vermektedirler. Adam; hocasının yanında, cemaatinin yanında çok güzel konuşuyor, çok güzel hareketler sergiliyor, hiç haram işlemiyor, hiç kimsenin hakkında kötü düşünmüyor, hep Allah’ın emirleri doğrultusunda ilerliyor, ağzından küfürlü sözler çıkmıyor, her şeyine dikkat ediyor fakat onların yanından ayrılıp normal hayatına döndüğünde söz verip sözünü tutmuyor, yalan konuşuyor, ağzından küfürlü sözler eksik olmuyor, emanete sahip çıkmıyor, borcuna sadık olmuyor, faiz kurumlarından hiç çekinmiyor, ailesiyle hiçbir diyaloğu olmuyor, uzaktakilere karşı daha merhametli oluyor. Böyle yaşayan pek çok kişi var. İslam’ı anlattığını, İslam için çalıştığını zannedip İslam’a zarar veren, İslam’la alakası olmayanların ekmeğine yağ süren, insanları İslam’dan soğutan pek çok insan var maalesef.
Üçüncü olarak İslam’ın kurallarını öğrenme gayretine girmediği için, İslam’dan uzaklaşan Müslümanlar… Adam; matematik, Türkçe, fen bilgisi, müzik dersi alıyor. Bunlara zaman ayırıyor, ne hikmetse! İslam dinine inandığını söylediği hâlde, İslam’la ilgili hiçbir ders alma gayretine girmiyor. Evet, bu derslerin de alınması gerekiyor ama onlardan daha önemlisi, inandığımızı iddia ettiğimiz din olmalı. İslam’ı kulaktan duyma öğreniyor ve o öğrendiklerinin doğru olup olmadığını hiç de araştırmıyor. Hoşuna gitmeyen bir şeyler gördüğünde de suçu hemen İslam’a atıyor. Mesela İslam’ın kadına değer vermediğini öne sürüp İslam’a kin kusarken Allah’tan hiç korkmuyor. İslam’ı araştırma gayretine girmeyen Müslümanlar da İslam’a kin kusanların peşine takılıp gidiyor. Çünkü ne öğrenirsen, neyle beslenirsen, ne yiyip ne içersen etrafına o şekilde ahlaksızlık, hayasızlık saçarsın. Bakın, rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Allah, kimin gönlünü İslam´a açmışsa o, rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Allah´ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer 22).
İslam dinimizse eğer, dinimize kapılarımızı açmalıyız. Bizler, İslam için mücadele ettikçe ufkumuz genişleyecek ve başka kapıları açmak için mücadelemiz artacaktır. Ama İslam’a kulaklarını tıkayanlar, gözlerini kapatanlar da hem kendilerini mahvetmekte hem de etrafındakileri. Rabbimiz de onlara, “Yazıklar olsun.” diyor. Diğer ayetinde ise şöyle buyurmaktadır: “Allah, sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu kitabın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri hem de gönülleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu kitap, Allah’ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah, kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.” (Zümer 23).
İslam’dan uzaklaşan toplum, maalesef Kuran’la hiç bağlantı kurma kaygısı duymamakta, hiç Kuran okumamaktadırlar. Çünkü rabbimiz, “Kuran okuyanların bedenleri ve gönülleri yumuşar ve doğru yolda gitmeye gayret eder.” diyor. Kuran okumayanların da yoldan sapacaklarını, doğruyu da göremeyeceklerini bildiriyor.
İslam’dan uzaklaşmanın dördüncü sebebi ise sosyal medya. İnternet bağımlılığının, insanları İslam’dan uzaklaştırmada çok büyük bir etkisi vardır. Çünkü İslami bir bakışı yoksa kullanan kişilerin, kesinlikle biraz daha uzaklaşacaklardır. Televizyon programları, filmler, diziler İslam’a uygun olmadığı için, bunlar da İslam’dan uzaklaşmalara büyük bir sebeptir.
Beşinci olarak hadis inkârcılarının İslam’dan uzaklaştırma konusunda etkisi büyüktür. Peygamberi devre dışı bırakıp Kuran’ı da kafalarına göre yorumlamaktadırlar. Sünneti devre dışı bırakanlar, iman ve salih amel konusunda çok büyük değişime gittiler. Tamamlanmış İslam dinine, yeni yeni kurallar eklemekteler: namazlarda sünnetleri tamamen terk etmekteler, kabir azabının olamadığını iddia etmekteler, “Dinde zorlama Müslümanlara da yoktur.” demekteler. Allah’ın sınırlarını aşarak “Biz doğru yoldayız.” deyip araştırma gayretinde olmayan Müslümanları dinden uzaklaştırmaktalar. Daha sayamadığım, kafalarına göre uydurdukları pek çok hareket görmekteyiz. Bakın, rabbimizin şu ayeti, olayı nasıl da aydınlatıyor: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (halifeye) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah´a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah´a ve resule götürün (onların talimatına göre halledin); bu, hem hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir. Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, tağutun önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan, onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa 59-60).
Rabbimiz, kimlere itaat edilmesi gerektiğini, ayetlerde açık ve net olarak açıklamıştır. Hiç kimsenin din hususunda kafasına göre bir değişiklik yapma gibi bir düşüncesi, eylemi olmaz. Şeytanın tuzağına düşmemek gerekir. Çünkü din, tamamlanmıştır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam´ı beğendim.” (Maide 3). Nitekim rabbimiz, “Dini tamamladım, kimsenin bu konuda değişiklik yapma yetkisi yoktur.” diyor. İnsanları İslam’dan uzaklaştırmak için planlar içinde olmanın hiç kimseye fayda sağlamayacağını bildiriyor. Diğer ayetinde şöyle buyurmaktadır rabbimiz: “Allah nezdinde hak din, İslam´dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah´ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah´ın hesabı çok çabuktur.” (Al-i İmran 19).
Allah katında tek din, İslam’dır; kimsenin kafasına göre yaşama hakkı yoktur. “Ben Müslümanım.” deyip daha sonra İslam’a aykırı yaşama hakkı, kural koyma hakkı yoktur. Yoksa rabbimiz ayetinde buyurduğu üzere “hesabı çabuk görendir ve azabı şiddetlidir”. Rabbim, bizleri emirlerine uygun olarak yaşayanlardan eylesin. Müslümanların, temsil ettikleri dine sahip çıkıp şeytanın tuzaklarına düşmemeleri hususunda uyanık olmalarını, Allah’ı razı etme hususunda çaba sarf etmelerini tüm kalbimle rabbimizden niyaz ediyorum.
Emrah DOĞRU