Deizm, kelime olarak “Yaradancılık” olarak bilinir. Deizm, sadece akıl ve mantık yolu ile tanrı inancının var olduğu düşüncesini savunur. Deizm düşüncesinde evreni ilah yaratmıştır, daha sonra ilah köşesine çekilmiştir ve kâinata, dünyamıza herhangi bir müdahalesi yoktur. Deizm, tüm dinleri reddeder; dolayısıyla peygamberleri, kitapları, melekleri, ahireti, vahyi, kaderi, cennet ve cehennemi, ibadeti, duayı vb. bütün bunları reddeder. Yaratıcı evreni yaratmıştır; fakat dünyada olup bitene karışmaz.
Deistler, neden yaratıcı fikrini kabul ederler, kabul etmek zorunda kalırlar. Misal verirsek; elimizdeki telefon, bilgisayar, evimizdeki televizyon, bindiğimiz araba, bunların tesadüfen meydana geldiğini kabul edebilir miyiz? Elbette ki edemeyiz. Bunlar, tesadüfen olamaz, deriz. Bunlardan daha mükemmel bir nizama sahip kâinat, insan biyolojisi, tabiat nizamı, bunları inceleyen bilim adamları, bu mükemmellik karşısında bir yaratıcının olması gerektiğini kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Günümüzde astronomi biliminin gelişmesi, gezegenler ve yıldızların hassas yörüngelerinin bulunması, bunların tesadüfî olamayacağını göstermektedir. Tıp, fizik biliminin gelişmesi, insan biyolojisinin mükemmelliği, tesadüfî olamayacağını göstermektedir. Doğada hayvanların birbirlerini dengelediği bir nizamın olması, Darvin’in savunduğu kör tesadüf fikrinin olamayacağını kabul eden ilim çevresi, yaratıcı fikrini kabul etmek zorunda kalmıştır.
Bir yaratıcı fikrini kabul eden insanlar, yaratıcının koyduğu kuralları uygulamada zorlanmaktadırlar. Yaratıcının koyduğu emir ve yasaklar kendilerine zor gelmiştir. Zor olanı yapmaktansa, ilahın yeryüzüne müdahalesinin olmadığını savunmak daha kolay gelmiştir. Bu düşünceye “Deizm”, bu düşünceyi savunan kimseye de “Deist” denir. Ateistlerle aralarındaki farka gelince yaşantı olarak her ikisi de aynıdır. Çünkü deistlerde de, ateistlerde de ibadet kavramı yoktur. Ateistler, ilah kavramını ve diğer tüm kutsalları reddederler; deistler, yaratıcı fikrini kabul edip diğer her şeyi reddederler.
Deist düşünce tarzını biraz tanıdıktan sonra, günümüz Müslümanlarının bugünkü durumlarına bir göz atalım. Toplumumuza sorsak “Müslüman mısınız?” diye. “Elhamdülillah Müslümanım” cevabını alırız. Peki, namaz var mı? “Daha başlamadım, ileride inşallah.” Peki, oruç var mı? “Rahatsızım, susuzluğa dayanamıyorum, doktor müsaade etmiyor,” diyeceklerdir. Gerçekten rahatsız olanlara sözümüz yok, İslam müsaade ediyor bunlara; sözümüz, bunlarla bahane üretenlere. “Zekât var mı?” dediğimizde, “Evin kredisi, arabanın taksiti, çocuğun kreş parası, hanımla benim maaş zaten yetmiyor.” Hac ne zaman? “Şimdi yazılsam 15-20 seneyi bulur, hem Araplara para mı yedireceğim!” derler. Peki, İslam adına elde ne kaldı? Bir tek kelime-i şehadet.
Ramazan aylarında, büyükşehirlerin merkezlerine indiğinizde ramazandan eser var mı? Lokanta ve hazır gıda sektörü gündüz vaktinde tam dolu, çekinme-sıkılma yok, sigaranın dumanını yüzüne yüzüne üfürüyorlar. Osmanlı’da Ermeni ve Yahudi toplumu, çocuklarına sokakta yiyecek yedirmezlermiş; Müslümanlar oruçlu, canları çeker, diye. Aleni yiyecek yiyenler başka bir dinin mensubu değiller. Neden böyle yapıyorsun, diyecek olsan, “Tutuyorsan kendine tutuyorsun, bana mı tutuyorsun?” derler. Doğru, peki utanma nerede? Oruçluya saygı nerede? En başta bu hürmeti, bu saygıyı, senin yerine getirmen gerekli değil mi?
Bazıları da “İbadetlerimi yapmıyorum ama benim kalbim temiz, kimseye zararım yok; düğünde, bayramda bir-iki kadehten bir şey olmaz ki,” derler. Ev veya araba sahibi olmak için kredi çekmeden de olmuyor ki?” derler. Faizdeki paran ne olacak? “Durduğu yerde erisin mi? Enflasyon karşısında değerini korusun diye yatırdım. Günlük hayatta ticarette üç-beş pembe yalandan ne çıkar? Bu kadar kusurumuz da olsun artık. Ama benim kalbim temiz.”
Toplum olarak söylemlerimizde, Müslüman olduğumuzu söylüyoruz. Fakat toplumumuza baktığımızda, yaşantımız Müslümanca bir yaşamdan daha çok, deistçe yaşama benziyor. Kimseye “deistsiniz” demiyoruz. Ama Allah Resulü, “Kim bir kavme benzerse, o onlardandır” diyor (Ebu Davut, Libas). Bizler de Müslümanlar olarak yaşantımızı gözden geçirip nerelerde hatalarımız varsa bunları düzeltmek ve Müslümanca bir yaşam tarzına dönmek zorundayız.
2014 yılında Diyanet’in yaptırdığı anketin sonuçlarına göre toplumumuzun %99,2’sinin Müslüman olduğu söylenmiştir. Gene aynı anket sonucuna göre %42,5’i namaz kıldığını belirtmiştir. Kırsalda yaşayanların %50,5’i namaz kıldığını belirtmiş, kentlerde bu oran %39,4’e düşmüştür. Yüksekokul mezunlarında oran %27,4’e düşmektedir.
Dinin direği olan namazı kılmayanların oranı %57,5 çıkmaktadır. İtiraf etmeliyim ki namaz kılmayanların oranının daha yüksek olduğunu düşünüyordum. Anket sonucunun tahminimden yüksek çıkması beni fazlasıyla memnun etmiştir.
Anket sonucunda, eğitimli sınıfın namaz kılma oranlarında bariz düşüş görülmektedir. Eğitimli sınıfın namaz kılma oranları neden düşük çıkmaktadır? Bu noktayı biraz açmak istiyorum: Eğitimli sınıfın namaz kılma oranlarının düşük çıkma sebebini, aklıma geldiği kadarıyla, iki sebebe bağlıyorum. Birinci sebep, eğitimli sınıfın sahip olduğu nimetleri ve başarıları, kendinin sahip olduğu yetenek, kabiliyet, gayret ve zekânın bir ürünü olarak görmesi, benlik, gurur, kendini üstün görme duygularından kaynaklanmaktadır. İkinci sebep de eğitim kurumlarının çocuklarımızı yaratıcı kavramından uzak, ateist veya deist olarak yetiştirmesinden kaynaklanmaktadır. “Okusun, adam olsun, vatana millete, ana babasına hayırlı olsun” diye okuttuğumuz evlatlarımız; eğitim sistemi, görsel medya, basın yayın organlarıyla ateist ya da deist olarak yetiştirilmektedir.
Bugün isminin başında ilahiyatçı, öğretim görevlisi, imam hatip kökenli, hoca, profesör, doçent yazılı olan bazı kimseler, Batı kültürünün eğitim sistemini çocuklarımıza dayatmaktadırlar. Burada aklımıza şu soru gelebilir: “Ne yapalım? Çocuklarımızı okula göndermeyelim mi?” Elbette ki çocuklarımızı okula göndereceğiz. Hatta yüksekokulu bitirmesi için elimizden geleni yapacağız. Veliler olarak çocuğumuzu okula gönderip kenara çekilip yatmayacağız; çocuklarımızla ilgilenip eksik kalan imanî taraflarını akşamları ve hafta sonları aile olarak bizler, yaz tatillerinde ise yaz okullarında eksik taraflarını telafi edeceğiz.
Bir Müslüman neden deistçe bir yaşam tarzını tercih eder? Yüce Allah: “And olsun, onlara, kendilerini kimin yarattığını sorsan, elbette ‘Allah’ derler, o halde nasıl Allah’a kulluktan çevriliyorlar?” (Zuhruf, 87) buyurmaktadır. İnsanoğlu, kelime-i şehadet getirdikten sonra neden ibadetleri yerine getirmek istemez? Elbette nefis ve şeytan kulluğumuzun gereğini yerine getirmemizi istemez. “Şeytana itaat etmeyin! O, size açık bir düşmandır, diye size öğüt vermedim mi ey âdemoğulları?” (Yasin, 60; Zuhruf, 62; Fatır, 6) ayetlerinin meallerinde olduğu gibi, şeytan bizlere özgür yaşam, dünyadan maksimum zevk ve haz alma duygusu ile külfete katlanmadan nimetlerden faydalanmamız gerektiğini vesvese vermektedir.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler, iman ediniz!” (Nisa, 136) buyrulmaktadır. Allah (cc), neden iman etmiş birine, tekrar iman etmesini buyurmaktadır? Benim anlayabildiğim kadarıyla, “İman ettiğini iddia edenler! İmanınızda eksiklikler var, bu eksikliklerinizi giderin, imanınızı kemale erdirin,” demektedir.
Müslümanlar olarak bizler de Müslümanca bir yaşam tarzına dönmek zorundayız. İmanımızı, ibadetlerimizi, yaşantımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Her Müslüman, yaşantısını gözden geçirmeli. Yaşam tarzı, Müslümana mı yoksa deiste mi benziyor, bakmalıdır. Müslümanlar olarak eksik ibadetlerimizi tamamlayıp, eksik bilgilerimizi öğrenip, yaşantımızı Müslümanlara yakışır bir yaşam tarzına döndürmeliyiz. Yazımdan kastım; Allah Resulünün, “Din nasihattir” (Müslim, İman, 95/55; Ebu Davud, 4944; Tirmizi, 1990) hadisi gereğince nasihat etmektir; kimseyi rencide etmek değildir.
Rabbim, bizleri, iman ettikten sonra imanını muhafaza eden ve iman üzere vefat eden kullarından eylesin. Âmin.
Cefai DEMİREL