“Ankara’da 45 Yıl”
(ve Süleyman Arslantaş)
Süleyman Arslantaş’ı nereden tanıyorsunuz diye sorsalar, fotoğraflarından, iktibas’ı otuz yıl takip etmiş biri olarak yazılarından, “Olaylarla Ortadoğu” kitabından, Araştırma Kültür Vakfındaki konferansından, bir de Selami Çekmegil Abi’ye sorduğum bir soru üzerine onun da “Sorunun cevabı bu kitap’ta” diye tarafıma verdiği Ankara’da 45 Yıl isimli eserden… Kitabı okurken kendisi ile de telefonda görüştüm.
“Ankara’da 45 Yıl”da anlatılanların iki bölümünden, hazırladığım yeni kitabım için istifade ettim. Bu kitabı son yılların -hatıra anlatım- kitapları için örnek gösteriyorum. Branşım gereği Prof. Halilİnalcık ve Prof. İlber Ortaylı’nın bu tür kitaplarını da okumuştum. Hele Prof. Halil İnalcık’ın Tarihçilerin Kutbu isimli hatıratı yayınlandığında etkili bir reklamı da yapılmıştı. Ancak kitabı bitirdiğimde tam bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Bunun temel nedeni söyleşiyi yapanların ya tarihçi olmamaları, ya da büyük tarihçimizin, yaşadığımız Türkiye şartlarından günceli pek de isabetli takip etmeyen, isabetli yorumlamayan tarihin derinliklerine dalmış olmasıydı. Sıcaklığı yoktu. Konuşanlar onun yaşamına vakıf değildi. Yönlendirme yapamamışlardı.
Süleyman Aslantaş’la konuşmayı yapanlar ise onunla aynı mücadele içerisinden geliyorlardı. Sordukları soruyu, karşısındaki kişiyi, yaşanan dönemi çok iyi biliyorlardı. Bunun sonunda akıcı, 50 yıllık bir tarih ortaya çıkmıştı..Türkiye’nin son 50 yılını araştıran herkese birinci elden kaynak diye bu kitabı gösteriyorum.
Bir zamanlar Islahatçı Demokrasi Partisi Malatya İl Başkanı idim.İktibas’ı da takip ediyordum. Muhalif karakterli bir dergiydi. Muhalefet her zaman ilgi çeker. Zülfü Öz isminde havacı subay bir komşum vardı. Onun vasıtasıyla da Malatya’ya gelen Rahmetli Ercüment Özkan Bey’le tanıştık. İkisinin aralarındaki konuşmalardan çok iyi ahbap oldukları anlaşılıyordu. Ercüment Özkan, uçaktan iner inmez ‘SENA TV’de bir konuşma yaptı. Harika bir konuşma üslubu vardı. Çok rahat konuşuyor, tatlı, hiç de yabana atılmayacak argo kelimeleri bir sanatçı ustalığı ile cümlelerinin arasına o kadar güzel serpiştiriyordu ki renkli bir ifade üslubu ortaya çıkıyordu. Buna hayran olmamak elde değildi. Devirsigün konferansına gittim. Malatya şu anda nasıldır bilmiyorum ancak o dönemde Malatya’da yaşayan, İslam’a ilgili duyan herkes bir İmam Gazali gibiydi. Pazarda sebze sattığını bildiğim bir esnaf çıktı Ercüment Bey’in konuşmalarına itiraz etti. Bir esnaf tenkit etti. Diğeri kaynak sordu. Bir diğeri kaynağın sıhhatini sordu. Soranların hiç biri de akademisyen değildi. Biri çıktı şöyle şöyle konuştun, doğrusu böyle olması lazım dedi. Rahmetli dayanamadı “Malatya’ya konferans vermeye mi geldik, dinlemeye mi geldik belli değil…”
Zülfü Öz’le, kendisini postahanede çalışan bir ahbabının evinde ziyaret ettik. Biz’den başka misafirler de vardı. Üzerinde pijama, onun üstüne de kollarını geçirmediği bir ceket atmıştı. İslami konularda topluma bilgi verenlerde gördüğüm kendini ağırdan satma ve resmi havası yoktu. Çok rahat, kendinden emin, yaşı 60’a merdiven dayamış biri olmasına rağmen yakışıklı biri vardı karşımızda. Kendisine sorulan sorulara özgüveni zirve yapmış bir düşünce adamı edasıyla cevap veriyordu.
Süleyman Aslantaş’ın fiziki yapısında ise derviş efendiliği ve çelebiliği havası görüyordum. Bu beyefendilik kitabındaki cümlelerine aynen yansımıştır.
Süleyman Arslantaş, Ercümen Özkan Bey’in arkadaşı. Kitabında ona geniş yer ayırmış. Bunu konu ile alâkalı olanların bilgisine havale ediyorum.
Bu kitabı Maraş tarihine ilgi duyan arkadaşlara da tavsiye ediyorum. Süleyman Bey, tek Parti ve DP iktidarı döneminde CHP’ye oy vermiş bir babanın evladı. Anlattıkları o günkü sosyal tarih açısından ilgi çekici. Menderes’in 27 Mayıs’tan birkaç ay önce Maraş’ın Kurtuluş günü (12 Şubat) kutlamalarına katılması buradaki geçit resminde CHP’li bir aileye mensup, soyadı Beyazıt olan birinin kılıç sallaması, halkın bundan anlam çıkarmasını anlatan cümlelerinin altını çizdim.
Maraş’ın işgalinde şiddetli Kış’ta evinde yakacak olmayan, çocuğunu donmaktan kurtarmak isteyen bir Müslüman hanımın, kilisedeki papaz Ağop’dan yardım istemesi insanı derinden yaralayan acıklı bir anekdot. Ağop efendi “sana yardım ederim ama başın kapalı, buraya girip çıkarsan İşgalci Fransızların dikkatini çeker, başını açmalısın!” diye şart koşar. Bu şart 28 Şubat’ta Üniversitelerde tesettürlü öğrencilerden de istenir. Süleyman Bey, Kayseri’deki bir mitingde tarihe bir göndermede bulunarak işgal dönemindeki kilise görevlisi Ağop Efendi’ye ”işgal bitmedi mi?” diye sorar.
Burada anlatılanların tamamını yazmıyorum ama Lozan’da İnönü’nün halifelikle ilgili Müslüman büyükelçilere verdiği cevap (31) üzerinde tez çalışması yapmak gerekir. Türkiye Lozan’da hangi baskılara maruz kaldı?.. Bunun cevabı henüz verilmiş değildir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Selanik kökenlilerin, İnönü döneminde Kafkas kökenlilerin iktidar olması; böyle bir tespit de ayrı bir çalışma konusu olmalıdır.
Süleyman Aslantaş Bey’in Cumhuriyet döneminde İslami manada en kaliteli kitaplar 1935-1948 arasında neşredilmiş diyor.En kalitesiz dönem ise 1950-1960, diye ifade ediyor.Bu kitaplar hangileridir diye bir bibliyografya çalışması yapmak gerekir. Çünkü bu, çok ilginç bir bilgidir.
Süleyman Bey, Mustafa Kemal döneminin Müslümanlar tarafından net açık bir şekilde neden nasıl sonucuna dayanarak bilimsel açıdan ele alınmadığını yazmaktadır. Kuru karalamaların hiçbir sonuç ve kar getirmediğini belirtiyor.
Sadettin Bilgiç’in evine patlayıcı konulması hadisesi de anlatılıyor. Sadettin Bilgiç “Biz İslamiyet’i namaz kılmak oruç tutmak dışında bir şey görmüyoruz” diye bir beyanat vermiş, güya. Hâlbuki kendisi öğrenciler rahat ders çalışsınlar diye onlara büro tutan, yardım etmeye çalışan hayır sahibi biridir. Aynı zamanda babası müftüdür. Buna rağmen sözün aslı anlaşılmadan, heyecanlanan bir genç Sadettin Bey’in evine patlayıcı bırakmış. Bunda biraz da “Üniversiteler Fikir Aksiyon Birliği”başkanı Selami Bey’in İngiltere’ye gitmesi ve birliğin kontrolünden çıkması da etkili olmuştur sanıyorum. Çünkü platform onun kontrolünde düzenli bir şekilde meseleyi devam ettiriyorken, yasal çizgiye azami derecede titizlik gösteriyorken yurt dışına gidince bir boşluk meydana gelmiş, o genç de içine düştüğü bu boşlukta böyle çok tuhaf, şaşkın bir eylem ortaya koymuş…
Yeniden Milli Mücadele hakkında da ilginç bilgiler var. Tarafsız bir gözlemle. Ancak bazı olaylarda bazı kişilerin adları verilmiyor. Mesela Prof. Mümtaz Soysal’ın Anayasa’ya giriş kitabını alelacele isteyen kimdi?..
Hizbuttahrir’le ilgili ilginç bilgiler var. Şahsım adına önemsedim; Çünkü mensubu olduğum, Islahatçı Demokrasi Partisi’nde de beş yıl Malatya il başkanlığı ve parti MKK üyeliği yaptığım dönemde de Yeniden Milli Mücadele topluluğunaabsürt suçlamalar yapılırdı. Güya Mücadele Birliği, Hizbuttahrir’in mesajını millileştirmiş! Bize de bu teşkilat hakkında öğretilen Hizbuttahrir’in Siyonist İsrail devletine karşı hiçbir mücadelesinin olmamasıydı. Şimdi ikisinde de bilgi eksikliğinin yanlışlığını gideriyoruz.
Ercüment Özkan’ın Hizbuttahrir’den ayrılış nedeni şöyle anlatılıyor: Hizbuttahrir bir hilafet kurmak istiyor; merkezi de Amman olacak. Ercüment Bey bu Arap milliliği diyerek kendi ifadesi ile hareketi boşuyor. Mücadele Birliğinin düşünce kalıplarını kullanan bizlere sorsalardı aynen şöyle söylerdik: “Daha 95 sene önce küçük bir Çerkez köyü olan, yıllarca krallıkla yönetilmiş, entelektüel birikimi bulunmayan Amman’ın, İstanbul’un yanında lafı mı olur?”
45 yıl önce bazı milletvekillerinin çay ocaklarında masa üzerinde kendi kendilerine İslam İnkılâbı yapma hayalleri, ciddiyetten uzak bir hal olarak belirtilse de çok tatlı bir hatıra üslubu içerisinde sunuluyor.
Ticaniler, Mustafa Kemal’in heykellerini yıkan tarikat… Başkanı Kemal Pilavoğlu, CHP milletvekili imiş.Hayatının son yıllarında Kürt olmasına rağmen Türklerin eski inancı Şaman dinine mensup olduğunu ilan eden Cemal Kutay’ın 1950 öncesi çıkardığı Millet Mecmuası İslami motiflerle doluymuş!..
27 Mayıs’ı yapan Genç subayların çoğu Amerika’da tahsil görmüş. Gerek Demokrat Parti’nin gerekse daha sonra Başbakan olan İnönü hükümetinin, devrilmesini Amerika sağlamış. Çünkü bunlar Süleyman beye göre, hâlâ İngiltere’yi güneş batmayan, dünyanın en güçlü devleti sanıyorlarmış. Hâlbuki dünya siyasetinin ana merkezine ABD yerleşmiş… Bunların Reel politikten haberleri yokmuş! Ve bu bilgisizlikleri siyaseten silinmelerine neden olmuş.
Türkeş’in Cemal Gürsel’i silahla yaraladığını bir şehir efsanesi sanırdım. Hayır, değilmiş. Türkeş onu ayağından vurmuş…
Belki kitap içinde küçük bir ayrıntı; ancak etkilendim ve altını çizdim, o da şu: Süper marketler yeni yeni açılıyor. ZahidKotku Efendi “Bunlar mahallenizdeki bakkalın hukukunu zedelemesin! Mahallenizdeki Rum bakkalın bile bir hukuku var, Onu zedelemeyin, sakın ha!” ihtarı ve gelinen nokta;AVM’lerle, mega marketlerle biten, tükenen bir küçük esnaf zümresi!..
Süleyman Bey’den bir hakşinaslık örneği: “Allah gani gani rahmet eylesin; Said Çekmegil Ağabey bize bir temel attı: Her şey, Kur’an’a göre değerlendirilmeli…”diye.
NOT: BU YAZI GENÇ BİRİKİM DERGİSİNİN AĞUSTOS 2013 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.