Erzurum Kongresi, 14 gün (23 Temmuz-5 Ağustos 1919 tarihleri arasında) sürmüştü. Kongrenin sonucunda bir beyanname hazırlanmış ve bunun ülke genelinde dağıtılması sağlanmıştır. Bu beyanname incelendiğinde Millî Mücadele kararlarının, bu kongrede (Erzurum) alındığı açıkça görülecektir. Ancak sonraki yıllarda bu beyannamenin bilinçli olarak yanlış yorumlanmasından ve tarihî gerçeklerin ters yüz edilmesinden dolayı Millî Mücadele kararlarının Sivas Kongresi’nde alındığı yazılıp çizilmektedir. Oysa bu bilgiler, tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Çünkü Sivas Kongresi’nde, Erzurum Kongresi’nde reddedilen mandacılık anlayışı tartışılmış ve Türkiye’nin mandacılığını kabul edip etmeyeceğinin öğrenilmesi için, ABD’ye yazı yazılmıştır. Bu yazının altında M. Kemal’in imzası bulunmaktadır. Eğer ABD kabul etmiş olsaydı Türkiye, ABD’nin mandası olacaktı.
Kongre’de yapılan tartışmalı oturumların sonucunda alınan kararları üç maddede toplamak mümkündür:
1- Vatanın (Osmanlının) bütünlüğünü muhafaza ve müdafaa etmek,
2- Millî istiklalin dokunulmazlığını ve tamlığını sağlamak, yani tam bağımsızlık, manda ve himayenin kesinlikle reddedilmesi,
3- Kuva-yi Millîyeyi amil ve irade-yi millîyeyi hâkim kılmak.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra itilaf devletlerinin, özellikle de İngiltere’nin, çeşitli bahanelerle işgal sınırlarını genişletmesi; İzmir, Antalya, Adana ve yöresi gibi, memleketin önemli parçalarının ele geçirilmesi, Aydın’daki katlanılmaz Yunan mezalimi, Ermenilerin Kafkasya’da, sınırlarımıza kadar dayanan soykırım ve Müslümanların yok edilmesi politikasıyla yayılma hazırlıklarının giderek artması… Ayrıca Karadeniz’de Pontus hayalinin gerçekleştirmesi amacıyla hazırlıklar yapılması, sırf bu amaçla Rusya kıyılarından, göçmen adı altında Rumların getirilmesi ve bunların silahlandırılması gibi olaylar karşısında kutsal vatanın parçalanması tehlikesini gören milletimiz, hükümetin olayların altından kalkamayacağına inanmaya hatta daha acı ve kabul edilemez kararlara da baş eğeceğinden şüphe duymaya başlamıştır. Bundan dolayı en yakın ve en kanlı tehlikeler karşısında kalan Şarkî Anadolu illerinin, kutsal değerlerini korumak amacıyla millî vicdandan doğmuş derneklerin katılımıyla toplanan Erzurum Kongresi’ne umut bağlamıştır. 23 Temmuz’da toplanan Erzurum Kongresi, 7 Ağustos 1919 tarihinde çalışmasına son vererek Allah’ın lütfu ile aşağıdaki kararları almıştır:
1. Trabzon ili ve Canik sancağıyla doğu illerinden Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elâzığ, Van, Bitlis illeri, bu saha içindeki bağımsız livalar, hiçbir neden ve vesile ile birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılmak olanağı düşünülmeyen bir bütündür. Mutlulukta ve mutsuzlukta birliği kabul ve kaderi üzerinde aynı amacı hedef sayar. Bu bölgede yaşayan bütün İslami unsurlar, birbirlerine karşı özveri duygusu ile dolu, soy ve sosyal durumlarına saygılı öz kardeştirler.
2. Osmanlı vatanının bütünlüğü ve millî bağımsızlığımızın sağlanması ve saltanat ve hilafet makamının korunması için Kuva-yı Millîye’yi etken ve millî iradeyi egemen kılmak esastır.
3. Her türlü işgal ve karışma, Rumluk ve Ermenilik oluşturma amacına dönük sayılacağından birlikte savunma ve direnme esas kabul edilmiştir. Siyasal egemenlik ve toplum dengesini bozacak surette Hristiyan ögelere yeni, birtakım ayrıcalık verilmesi kabul edilmeyecektir.
4. Hükümet-i merkeziyenin bir devlet baskısı karşısında buraları terk ve savsama zorunda kalması olasılığına göre, hilafet ve saltanat makamına bağlılığı ve varlık ve millî haklara kefalet eden önlem ve kararlar alınmıştır.
5. Vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız Müslüman olmayan ögelerin, Osmanlı devleti yasaları ile doğrulanmış, kazanılmış haklarına tümüyle saygı duymaktayız. Mal ve can ve ırzlarının korunması, zaten dinsel gerekler, millî gelenekler ve yasalarımızın esaslarından olmakla bu esas, kongremizin genel kanısıyla da doğrulanmıştır.
6. İtilaf devletlerince mütarekenin imza olunduğu 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırımız içerisinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi Doğu Anadolu illerinde de ezici çoğunluğu İslamlardan oluşan ve kültürü, ekonomik üstünlüğü Müslümanların olan ve birbirinden ayrılmaları olanaksız öz kardeş olan din ve soydaşlarımızın oturmakta bulunduğu ülkemizin bölünmesi görüşünden tümüyle vazgeçmekle varlığımıza tarihsel, sosyal ve dinsel haklarımıza saygı gösterilmesine ve bunlara aykırı girişimlerin tutulmasına ve böylece bütünü ile hak ve adalete dayalı bir karar beklenir.
7. Milletimiz; insancıl, çağdaş amaçları yücelten ve fenne uygun, sanat ile ilgili ve ekonomik durum ve gereksinmemizi değerlendirir. Bundan dolayı devletimizin ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak koşulu ile altıncı maddede açıklanan sınır içerisinde, millî esaslara saygılı ve ülkemize karşı yayılma isteği beslemeyen herhangi bir devletin fenne uygun, sanat ile ilgili ekonomik yardımını kıvançla karşılarız ve bu hakça ve insanca koşulları içeren bir barışın da ivedi karar altına alınması, insanlığın esenliği ve dünyanın dirlik ve düzenliği adına alacağımız millî isteğimizdir.
8. Milletlerin kendi kaderlerini, kendilerinin belirttikleri bu tarihsel çağda hükümet-i merkezîyemizin millî iradeye bağlı olması zorunludur. Çünkü millî iradeye dayanmayan herhangi bir hükümet kurulunun kendine göre ve kişisel kararlarına ulusça uyulmadıktan başka dışarıda da geçerli olmadığı ve olamayacağı şimdiye kadar belgelenmiş, işlev ve sonuçlarıyla tanıtlanmıştır. Bundan dolayı ulusun içinde bulunduğu sıkıntı ve kuşkudan kurtulmak çarelerine kendisinin girişmesine gerek kalmadan hükümet-i merkezîyemizin millî meclisi hemen ve bir an kaybetmeden toplaması ve bu suretle ulusun kaderi ve ülke için alacağı bütün kararları millî meclisin denetimine sunması zorunludur.
9. Yurdumuzun uğradığı acılar ve olaylar ile bütünüyle aynı amaç ve millî vicdandan doğan derneklerin birleşmesinden ve bağdaşmasından meydana gelen, genel kitle bu kez (Şarki Anadolu Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti) Doğu Anadolu Müdafaa-yı Hukuk Derneği adıyla adlandırılmıştır. İşbu dernek, her türlü particilik akımlarından tamamen arınmıştır. Bütün İslam vatandaşlar, derneğin tabii üyesindendir.
10. Kongre tarafından seçilen bir Temsilciler Heyeti kabul ve köylerden başlamak üzere il merkezlerine kadar kurulmuş olan Teşkilat-ı Millîye (ulusal örgüt) birleştirilmiş ve gerçekleştirilmiştir.
7 Ağustos 1919 Perşembe
İmza
Kongre Heyeti
(İmzalar)
Beyannamede; cemiyetin unvanı, maksadı, teşkilatı, umumi kongresi, temsil heyeti vesaire tespit ve ilan olunmuştur. Başkan, kapanış nutkunda şöyle konuşmuştur:
“Milletimizin kurtuluş ümidi ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda, fedakâr ve muhterem heyetimiz her türlü mezalime katlanarak burada toplandı. Hassas ve necip bir ruh ve pek isabetli bir iman ile vatan ve milletimizin kurtarılmasına ait esaslı kararlar aldı. Bilhassa bütün dünyaya karşı, milletimizin mevcudiyetini ve birliğini gösterdi. Tarih; bu kongremizi, şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir. Muhterem heyetimizin, arkadaşlarımızın hakkında gösterdiği samimi muhabbet ve itimat eserlerine burada alenen teşekkür etmeği bir vecibe sayarım…”
Ancak Erzurum Kongresi kararları olarak yayımlanan bu maddeler, sonraki yıllarda anlamından koparılarak değişik şekillerde yorumlanmış ve bazı gerçekler ters yüz edilerek gizlenmiştir. M. Kemal’in, sonradan kitaplaştırılarak kutsal metin hâline getirilen konuşmasında, Erzurum Kongresi’nin maddelerini sansürlediği iddia edilmiştir. M. Kemal, Nutuk’ta; Erzurum ve Sivas Kongrelerinden önce ülkenin değişik bölgelerinde yapılan diğer kongreleri sansürlemiştir. Oysa Erzurum Kongresi’nden bir ay, Sivas Kongresi’nden de iki ay önce Balıkesir’de birleşik bir kongre gerçekleştirilmiştir. Ama Nutuk’ta bu kongreden hiç söz edilmemiş ve inkılap tarihi kitaplarında da üzerinde gerektiği kadar durulmamıştır. Millî Mücadele’nin sivil ayağı, mücadelenin sırf M. Kemal ekseninde ele alınması yüzünden ihmal edilmiştir.
Hatta inkılap tarihinde Erzurum Kongresi’ni M. Kemal’in topladığı iddialarına yer verilmiştir! Oysa M. Kemal, Samsun’da bulunurken Sivas’ta bir kongre toplamayı planlamış ancak Erzurum’da kongre toplanınca bu kongreye katılmak zorunda kalmıştır.
Cemil Koçak, 24 Temmuz 2011 tarihinde, Star gazetesinde, Nutuk’taki sansür olayına şöyle değinmiştir:
“Atatürk, 1927’de irat ettiği konuşmasında, Erzurum Kongresi’ni ve kararlarını da anlatıyor; bu anlatım bütün ders kitaplarımıza, inkılap tarihine, tabiî tüm kutlama ve tören nutuklarına olduğu gibi aktarılmıştır. Eğer doğru olsaydı bir mahsuru olmazdı tabiî! Atatürk, Nutuk’ta sıra Erzurum Kongresi kararlarına gelince bir tür yoruma başvuruyor. Bu kararları, o zaman nasıl anladığımı açıklayayım, demek suretiyle aslında kararların asıllarından değil de kendi yorumlarından söz edeceğini bildiriyor ancak kararların orijinalinden ne metinde söz ediyor ne de belgelerde bunlara yer veriyor. Sadece Nutuk ile yetinirsek bu kararların asıllarını hiçbir zaman öğrenemeyiz. İşte bu nedenle karşılaştırmalı bir metin okuması yapılmadan Erzurum’da gerçekte ne gibi kararlar alındığını bilemeyiz.
Hilafetin korunması kararı da sansürlenmiştir.
Ne mi göreceğiz? Bakalım. Atatürk, ilk maddede millî sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünemez, denildiğini söylerken orijinal metinde, Trabzon iliyle Canik (Samsun) sancağının, şark illeri olarak tanımlanan Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illeriyle bu sahada yer alan ve idari olarak herhangi bir ile bağlı olmayan bağımsız sancakların, hiçbir nedenle ve bahaneyle biri diğerinden ve Osmanlı camiasından ayrılamayacak bir bütün olduğu yazılıdır. Yani sadece doğu illerini içeren bir karar Nutuk’ta bütün yurda aitmiş gibi gösterilmiştir ki doğru değildir. Ayrıca uzun karar metni epey kısaltılmış ve orijinal metinde yer alan ve bu sahada yaşayan İslam anasırından söz edilen cümleyse metinden çıkarılmıştır.
İkinci maddeye gelince evet, tıpkı Atatürk’ün söylediği gibi, Kuva-yi Millîyeyi âmil ve irade-i millîyeyi hâkim kılmak esastır lakin niçin? Nutuk’ta yanıtını bulamıyoruz çünkü orijinal kararın diğer kısmı tamamen atlanmış ama biz orijinalinden devam edelim: Osmanlı vatanının tamamının ve ulusal bağımsızlığın sağlanması ve saltanat ile hilafetin korunması için… Tabii 1927 yılında kongre kararlarının bu şekilde dile getirilmesi artık siyasi olarak hayli mahzurluydu. Çünkü kongre kararlarına karşı gelinmişti.
Üçüncü maddede; orijinal metinde her türlü işgalin ve müdahalenin Rumluk ve Ermenilik teşkili amacına yönelik olarak değerlendirileceğinden bahisle topluca savunma ve direniş esasının kabul edildiği belirtiliyordu. Eğer merkezi hükümet, dış müdahale sonucunda bölgeyi terk etmek zorunda kalırsa hilafete ve saltanata bağlılığı ve millî hukuku üzerine alan her türlü önlem ve kararlar alınmıştı. Nutuk’ta ise bu madde hayli farklı yazılmıştı: Buna göre, Osmanlı hükümeti çökerse her türlü yabancı işgal ve müdahaleye karşı millet topluca savunmaya ve direnişe geçecekti. Nutuk’taki metin yine saltanat ve hilafet sözcüklerinden itinayla temizlenmişti.
Dördüncü maddede, Osmanlı devletindeki Hristiyanların bütün hukukunun korunacağından söz ediliyordu. Nutuk’ta bu karardan hiç söz edilmiyor. Aksine Hristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengeyi bozacak ayrıcalıkların verilemeyeceğine ilişkin karar alındığından bahsediliyor. Yani gerçek kararın tam aksine.
Yine Nutuk’ta manda ve himaye kabul edilemez, şeklinde karar alındığı yazılıdır. Acaba böyle bir karar alındı mı hiç, diye soracak olursanız hayır. Aksine, alınan karar şöyledir: Milletimiz insanî ve asrî gayeleri tebcil ve fennî ve sinaî, iktisadî hâl ve ihtiyacımızı takdir ettiğinden devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklâli ve vatanımızın tamamisi mahfuz kalmak şartıyla daha önce ortaya konulan sınırlar içinde milliyet esaslarına riayetkâr ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir devletin fennî, sinaî, iktisadî muavenetini [yardımını] memnuniyetle karşılarız. Yani tam aksi. Peki, böyle bir devlet var mıdır; hangisidir sorusuna yanıt vermek ister misiniz? Tabii ki ABD. O sırada başka hangi devlet, bu tanıma uymaktadır sizce? Nutuk’ta hiç sözü edilmeyen bir başka karar daha vardır. Bütün İslâm vatandaşlarının derneğin doğal üyesi olduğunun açıklandığı sondan bir önceki madde. Bu da Nutuk’ta silinmiştir.
10 Madde, Nutuk’ta 7’ye Düşüyor
İşte, orijinal metin ve kararlarla Atatürk’ün bu kararları nasıl anladığını açıkladığı Nutuk metnini yan yana getirdiğimizde Nutuk’ta nasıl tahrifat yapıldığını açıkça görüyoruz. Siz siz olun, Nutuk okurken dikkatli olun. Daha başlarken orijinal karar metninde on madde varken Nutuk’ta yalnızca yedi maddeden söz ediliyor olması dahi başlı başına dikkat çekicidir. İnkılap tarihçilerimiz ise orijinal metinler yerine, onların nasıl anlaşıldığını ders kitaplarına geçirdikleri için, bu türden küçük ayrıntılarla pek ilgilenmezler. Dikkatlerini çekebilmek mümkün değildir, zaten yazacaklarını, “Dikkat!” komutu üzerine yazmışlardır. Gerisi mi? Olsa olsa teferruattır. Tarih ise teferruatlardan ibarettir, diye yazsam acaba dikkati çekebilir miyim?
Tarihi Yeniden Yazmak
Peki ama Erzurum Kongresi’nin kararlarının öyle değil de böyle olduğunu bilmenin ve öğrenmenin önemi ve anlamı nedir? Eğer gerçekten geçmişte ne olup bittiğini öğrenmeye meraklıysanız Millî Mücadele’nin başlangıcı ile sonrası arasındaki derin farkları ancak bu küçük ayrıntılarda ve gerçeğin ortaya çıkması ile anlayabilirsiniz. Erzurum Kongresi, yerel bir kongre idi. Bu sırada toplanmaya başlayan yerel kongrelerin ilki de değildi, dokuzuncuydu.
Karabekir’in ismi, listelerden itinayla silindi. Kongrede seçilen Heyet-i Temsiliye üyelerinin isimlerini sıralarken Atatürk, Nutuk’ta nedense Karabekir’in adını yazmayı ihmal etmiş. Karabekir, Nutuk’a göre heyet üyesi değildir oysa kendisi, üye olduğunu açıklamaktadır. Kime inanacağız? Tabii ki yine belgelere bakacağız. Bir de ne görelim! Karabekir, üstelik altında Atatürk’ün de imzası bulunan bir yazıyla Heyet-i Temsiliye üyeliğine getirilmemiş mi? Peki, neden Nutuk’ta Karabekir adı silinmiştir? 1927 yılında tarih yeniden yazılıyor ve Karabekir, tarihten itinayla siliniyordu da ondan. Oysa sadece Mazhar Müfit Kansu’nun anılarına bakılsa (Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber) kararların Nutuk’ta anlatıldığı gibi olmadığı hemen göze çarpacaktır. Buna rağmen, bütün inkılap tarihçilerinin kullanmakta pek heveskâr oldukları bu anılar dahi dikkati çekmekten uzaktır. Eğer görmek istemezseniz Kansu bile size yardımcı olamaz. Üstelik Kansu da anılarında Karabekir’in üyeliğini açıkça anlatmaktadır.
Sansürle ilgili bir başka iddia da şöyledir:
Nutuk’un 1927 tarihli Osmanlıca baskısının 38 ve 39. sayfalarında Mustafa Kemal Erzurum Kongresi’nin kararlarını aynen değil, “zaman ve çevrenin mecbur kıldığı birtakım ikinci derecede önemli (tâlî) ve esasa ait olmayan (sûrî) düşünce ve kanaatleri ayıklayarak” aktardığını bizzat yazıyor. Yani Nutuk’taki karar metinleri “aynen” değil, yorumlanarak ve kısaltılarak verilmiş ve bu belirtildiği hâlde asıl metin muamelesi görmüştür. Kes-yapıştır inkılap tarihlerinin varacağı kısır nokta, budur işte.
Ancak bir husus gözden kaçıyor. Gazi, bu maddeyi zikrettikten sonra şunu yazıyor: “Beyanname madde 6, nizamname madde 3’ün tafsilatı, nizamname ve beyannamenin 1. maddeleri mütalaa ve tedkik buyurulsun.”
Bakın bu not çok ilginç işte. Özet yaptım, şu maddelerden inceleyin, diyor. Öte yandan Atatürk Araştırma Merkezinin beş profesör ve bir emekli albaya yazdırdığı “Millî Mücadele Tarihi”nde o parantez içi not, sırra kadem basmış. Tarihte ne kadar ileriye gittiğimizi buradan da anlayabilirsiniz. Ancak Nutuk’ta Erzurum Kongresi kararlarının Kürtlüğe veya Osmanlıya delalet edebilecek bütün cümlelerinden arındırıldığı dikkat çekiyor. Özetle Nutuk, yakın tarihi, 1927 şartlarına göre ayarlayan bir metindir ve tarihçilere düşen görev, son derece önemli bu metni de dikkate alarak ama ona teslim olmadan, gerekirse sorgulayıp eleştirerek yeni bir inkılap tarihini yazmak olmalıdır.
Prof. Dr. Mustafa Budak, Erzurum Kongresi’nde Kürtlük-Türklük olayını şöyle değerlendirmiştir:
Erzurum Kongresi raporunda özellikle Türkler ve Kürtlerin kader birliğine dikkat çekiliyordu. Propaganda edildiği üzere Ermeniler ile Kürtler aynı ırktan olmadıkları gibi, Ermenilerin Hristiyan, Kürtlerinse Müslüman oldukları, Kürtler ile Türklerin tarihî, dinî, siyasi ve kültürel yönlerden birbirlerine daha yakın bulundukları ortaya konulmuştu. Bu husus, raporda şu veciz cümleyle ifade edilmişti: “Vilayât-ı şarkiyyede Türk, Kürtsüz; Kürt, Türksüz yaşayamaz.” Bu yakınlığın, deyim yerindeyse “çimentosu”, İslam diniydi. Millî Mücadele tarihi literatüründe üzerinde pek durulmamış olan bu rapor, birçok noktadan dikkat çekicidir. Bu kongre, Erzurum ile Trabzon’un Rum ve Ermeni iddialarını reddettiğini, tüm dünyaya haykırmıştır. Bu da tutanaklara “Osmanlı anavatanından ayrılmazlık” olarak yansımıştır.
Sadece Türk-Kürt birlikteliğine vurgu yapılmakla kalınmamış, bu iki kavmin geçmişte olduğu gibi, gelecekte de yaşayacakları coğrafyanın sınırlarını çizmekten geri kalınmamıştı. Şöyle ki “Musul’un cenubundan başlayarak Urfa’ya, Haleb’e ve Bahr-i Hazer’den başlayarak Anadolu’ya kadar uzanan arazide Türkler ekseriyeti teşkil etmekte ve Kürt mecmuaları, bu iki hat arasında ve aynı zamanda Türklerle karışık bir hâlde bulunuyorlar.”
Bu sözlerle Türk-Kürt ayrılığı reddedilmekte, yaşadıkları coğrafyanın sınırları çizilmekteydi. Bunun iki anlamı vardı:
1- Doğu vilayetlerinde Türkler ve Kürtler çoğunluk hâlinde yaşadıklarından dolayı Ermenilerin bölgeyle ilgili iddiaları geçersizdi.
2- Tam olamamakla beraber Türkler ile Kürtlerin yaşadıkları coğrafyaya işaret etmek suretiyle Misak-ı Millî’de kriter olarak belirtilen sınırlar veriliyordu. Daha açık söylersek Türkler ile Kürtlerin birlikte yaşayacakları ortak hayat alanını ortaya koymaktaydı.
Peki, Kürtlerin bu büyük sadakatinin nedeni neydi?
Mc Dowall da aynı soruyu sorar: “Kürtler, hükümet emirlerine neden bu denli isteklice uydular?”
Ve yanıtlar: “Müslüman kimliğinin bu işte kuşkusuz büyük payı vardı.”
Gerçekten de İslam’ın etkisi çok belirgindi: İranlı yazar Hasan Arfa’nın ifadesiyle “Kürtler, sultan-halifenin kutsal savaş çağrısına uyarak Ruslara karşı cesurca savaştılar.” Dr. Hüseyin Koca’nın belirttiği gibi, Kürtler çoğunlukla din adamlarının öncülüğünde savaşa katılmış, “Bölgedeki din âlimleri, müritleriyle hep birlikte Rus-Ermeni, İngiliz ordu ve çetelerine karşı yıllarca savaşmış, şehit ve gazi olmuşlardı.”
Kürtlerin Osmanlıya sadakatinde, doğudaki Rus tehlikesinin ve onun bir uzantısı olarak işlev gören Ermeni çetelerin oluşturduğu tehdidin de payı büyüktü. Türkiye kaybederse Kürtlerin yaşadıkları yerler, Ermenistan hâline getirilecekti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus birlikleri, Kürtlerin yaşadıkları bölgeleri işgale giriştiklerinde Ermenilerin önemli bir bölümü Rus ordusunu kurtarıcı olarak karşılamış ve onların Müslüman (Türk ve Kürt) nüfusa karşı giriştikleri katliama gönüllü olarak katılmışlardı. (…)
Kürt yazar Kemal Mazhar Ahmed’in belirttiği gibi, Ermeni milliyetçi komitelerinin amacı, eskiden Ermenistan olan ama şimdi başka halkların yaşadığı yerleri kurtarmaktı. Örneğin Diyarbakır ve çevresi, bunlara göre Ermenistan’ın bir parçasıydı. Bu ve benzeri düşünceler, Ermeni savaşı günlerinde çıkan yayınlarda, edebî yazılarda katı bir anlayışla göze batacak bir biçimde işleniyordu. Kuşkusuz bu durum, Kürtlerin yüreğine korku saldı.”
SİVAS KONGRESİ
Erzurum Kongresi’nin toplanması, aldığı kararlar, ülke genelinde özgürlük ve bağımsızlık anlamında bir umut meydana getirmişti. Özellikle de işgal tehdit ve tehlikesine maruz bölgelerdeki halkı harekete geçirmişti. Bu nedenledir ki daha Sivas Kongresi toplanmadan önce, doğu vilayetlerinde olduğu gibi; Balıkesir, Manisa, Denizli sancakları ile Alaşehir ve Uşak havalisinde de ayrı ayrı kongreler yapmak ve ayrı teşkilatlar kurmak, idareler vücuda getirmek temayülleri belirmişti. Bu kongrelerin ayrı ayrı toplanmasının ve doğuda toplanan kongreyle birleşmesinin zorluğu göz önünde bulundurularak birleşik bir kongrenin Alaşehir’de toplanmasına karar verilmiştir. Bütün zorluklara rağmen Alaşehir Kongresi 16 Ağustos 919’da toplanmıştır. Bu kongrede farklı görüşler olsa da Alaşehir Kongresi’nin millî kuvvetlerin birlik ve beraberlik içinde çalışmalarında çok hayırlı bir rol oynamıştır.
Erzurum Kongresi’ne katılan delegelerin bir kısmı, yeni bir kongrenin Sivas’ta toplanacağını bilmiyorlardı. Çünkü bu, gizlenmişti. Bu duruma Kadirbeyoğlu Zeki Bey, hatıralarında genişçe yer vermiştir. Zeki Bey, Sivas’ta yeni bir kongrenin toplanacağını şöyle öğrenmiş:
7 Ağustos günü Erzurum belediye reisi bulunan mütekaid (emekli) alay kumandanı Küçük Kazım unvanıyla maruf Kazım Bey, kendisine; “Siz, Erzurum Kongresi’ni kapıyorsunuz ama 15 gün sonra Sivas’ta yeni bir kongre açılacak.” demiş, Zeki Bey de Kazım Bey’e, “Nasıl olur, biz daha şimdiden yekdiğerimizi aldatmağa mı başladık, bu haberde bir yanlışlık vardır.” demiştir.
Zeki Bey, Kazım Karabekir’e gitmiş ve bu durumu sormuş, haberin doğru olduğunu öğrenmiştir. Bunun üzerine Kongre üyelerinden İzzet ve Servet Beyleri bir köşeye çekip durumdan haberdar etmiştir. Bir taraftan da Erzurum posta telgraf müdürüne bu yeni kongre ile ilgili gelen telgrafların birkaçını kendisine getirmesini söylemiştir. Kendisine iki telgraf suretinin geldiğini, bu durumun bütün mevcudiyetini sarsmış, itimadını selbetmiştir.
Zeki Bey: “Kongre, son celsesini akdetmek üzere öğleden sonra açılır açılmaz riyaset mevkiinde bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya zirdeki (aşağıdaki) suali sordum:
– Paşam, bugün edindiğim ve elimde vesaiki mevcud malumata nazaran on beş gün sonra Sivas’ta bir kongre açacağınızı haber aldım. Bu salahiyeti kimden aldınız ve bu vaziyeti buradaki kongre hey’etinden ne için sakladınız? Bu hususta lütfen malumat verir misiniz?”
Bir açılışta bir de kapanışta hiç beklemediği bu iki darbe karşısında Paşa yeşilleşti. Aynı zamanda bu hâlden malumatı olmayan diğer arkadaşlarda bihakkın büyük bir heyecan husule geldi. Bu ne demektir, hitabesiyle mırıltılar başladı.
– Bu vaziyet karşısında buraya malumat vermeyi muvafık görmediğimden bunun hâl çaresini bugün intihab edip buyuracağınız Hey’et-i Temsiliye ile ilerde halledeceğimizi düşündüm, diye cevap verdi.
Ben ise
– Bu hadisenin arkadaşlar arasında hüsn-i suretle telakki edilmediğini, mevcut halet-i ruhiye ile de sabit olduğundan ve zat-ı alileri de bunu gördüğünüze kaani bulunuyorum, dedim.”
29 Ağustos 1919 tarihinde 3 otomobil ve üç at arabası ile Sivas’a doğru yola çıkan 28 kişilik heyet, şehre vardığında Şekeroğlu İsmail Efendi’nin evine yerleştirildiler. (Konuklar tam 32 gün boyunca bu evde ağırlanacaktı.) 4 Eylül 1919’da açılan Sivas Kongresi’ne Heyet-i Temsiliye dahil, katılanların sayısı çeşitli kaynaklara göre 31 ila 41 arasında değişir. Kongre’ye Osmanlı dönemi yöneticilerinden İttihatçı Mazhar Müfid’in (Kansu) dışında, herhangi bir Kürt asıllı katılmamıştı. Bunun esas nedeni, İstanbul hükümetinin, Elaziz’den Sivas’a atadığı Vali Ali Galip Bey’in engellemeleriydi. Nitekim Diyarbakır temsilcisi olarak giden İhsan Hamid, Sivas’a yetiştiğinde kongre sona ermişti. Ancak kongrede olmadıkları halde İhsan Hamid, Sadullah Efendi ve Hacı Musa Mutki’nin 12 üyeden oluşan başkanlık konseyine seçilmeleriyle Türk-Kürt ittifakı zahiren de olsa kuruldu. Ancak Mustafa Kemal yine Nutuk’ta, kongre heyetlerine bizzat dahil ettiği bu kişiler hakkında bakın neler diyecekti: “Efendiler; millet, memleket, siyaset ve ordu idareleri ile hiçbir alaka ve münasebetleri ve bu hususta liyakatleri görülmemiş ve tecrübe edilmemiş gelişigüzel zevattan, bilfarz Erzincanlı bir Nakşî şeyhi ile Mutkili bir aşiret reisi gibi zavallılardan teşkil düşünülebilir miydi?”
Bu ifadeler, her ne kadar kendisinin arzusu hilafına ilk kongreyi Sivas’ta değil, Erzurum’da toplayanlara tepkiyle şekillendiyse de Mustafa Kemal’in esas olarak Kürtleri, Ermeni tehlikesiyle tehdit edip Kemalist harekete monte etmek için bu tür yöntemlerin kullanılmasına karşı olmadığını, Kürt aşiret liderlerine çektiği telgraflardaki ifadelerden biliyoruz.
Sivas Kongresi, M. Kemal’in Amasya’da iken düşündüğü kongreydi. Hatta Erzurum Kongresi’nin toplanmasını işitememişti. Ancak kendi isteğiyle düzenlenen Sivas Kongresi’ne hiçbir ilden delege gelmemiş hatta hiçbir yerden delege de seçilmemiştir. Sivaslılar bile Erzurum Kongresi’ne delege gönderdikleri hâlde kendi illerinde yapılması tasarlanan kongre ile ilgilenmemişlerdir. (Devam edecek…)
Ali KAÇAR

Follow