Vilayat-ı Şarkiye Kongresi, 23 Temmuz 1919’da başlamış, 7 Ağustos 1919 tarihinde sonuç beyannamesini yayınlayarak çalışmalarını sona erdirmiştir. Bu süre içerisinde 13 toplantı yapılmıştır. Kongre’nin sonunda Doğu Anadolu’yu temsilen “her türlü particilik cereyanlarından bütünüyle arınmış” ve “bütün İslam vatandaşlarının tabii üyeleri olduğu” Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyet’i kurulmuştur.[1] Kongre’nin kapanışında Şiran murahhası Müftü Poladoğlu Hasan Fahri Efendi dua[2]–[3] ve M. Kemal de kapanış konuşması yapmıştır.[4] Kongrenin sona erdiği gün, kongre adına neşrolunan ve Erzurum’da 10.8.1335/1919 tarihinde “Türk Basımevi”nde tabedilen beyanname kongrenin sona erdiği gece bütün Türkiye’ye telgrafla ilan edildiği gibi, matbu olarak da her tarafa binlerce nüsha halinde gönderilmiştir.[5]
Ayrıca durum, Sadaret Makamı’na telgrafla bildirilmiştir. Kongre Beyannamesi’nin en önemli maddesi, bir nevi “vatandaşlık kavramı” çerçevesinin çizildiği 1. Maddedir. Bu maddede, Osmanlı Devleti ve toplumunun sosyolojik ve tarihsel gerçekliğine uygun olarak farklı ırksal ve toplumsal özelliklere sahip Müslümanların “Osmanlı camiası” şemsiyesi altında birbirine kardeş ve riayetkâr oldukları belirtilmiştir.
Bu madde şöyledir:
“Trabzon Vilayeti ve Canik Sancağı ile Vilayet-i Şarkiye adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Mamuretülaziz, Van, Bitlis vilayetleri ve bu saha içindeki bağımsız sancaklar hiçbir sebep ve bahane ile yekdiğerinden ve Osmanlı camiasından ayrılmak imkânı tasavvur edilmeyen bir bütündür. Saadet ve felakette tam ortaklığı kabul eder ve mukadderatı hakkında aynı maksadı hedef alır. Bu sahada yaşayan bütün İslami unsurlar yekdiğerine karşı karşılıklı bir fedakârlık hissiyle dolu ve ırki ve toplumsal vaziyetlerine riâyetkar, öz kardeştirler.”[6]
Bu madde bazılarına göre “ulusların kaderini tayin hakkına indirilmiş bir darbe ve daha baştan bu hakkın önüne geçilmesi demektir. Ayrıca böyle bir ifade, Kürtlerin özgürlük mücadelesinin ipotek altına alınması anlamına da gelmektedir. Bu kesimler daha da ileri giderek “Kürtler Osmanlı’dan ayrılmayacaklardır, Kürtler Osmanlıya bağımlı kalacaklardır. Kürtler, ülkelerinin işgal ve ilhakına ses çıkarmamalı, Osmanlıya bağlılık zincirini boyunlarında taşımaya devam etmelidir” şeklinde değerlendirmişlerdir.[7]
Bu değerlendirme de M. Kemal ve ekibinin dayattığı gibi ırkçı ve faşist bir yaklaşımdır. Oysa Osmanlı İmparatorluğu, bütün eksikliğine rağmen İttihat ve Terakki dönemine kadar Kürtler dahil her ırkın özgür yaşadığı bir İmparatorluktu. Bu durum Kürt Alimi İdris-i Bitlisi’nin Yavuz Sultan Selim’le 1515 yılında imzaladıkları antlaşmadan bu yana da böyle olmuştur. Kürtler de Müslüman diğer ırklar gibi, Osmanlı topraklarında ümmetçi bir anlayışla ve sadece Allah’a kul olma çerçevesinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu konuda ve kültür ve geleneklerini yaşamada da herhangi bir baskı görmemişlerdir. Dolayısıyla hiçbir ırkın, bir başka ırka üstünlüğü devlet nezdinde de kabul görmemiştir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nda eksikliklerine rağmen bütün kavimler/ırklar, etnik gruplar, üst kimlik “İslam”ın altında kümelenmişti.
Elbette M. Kemal ve ekibi, ümmetçilik anlayışı çerçevesinde bu maddeyi kabul etmiş değildi. Ancak içinde bulunulan şartlar M. Kemal’i böyle davranmaya mecbur bırakmıştı. Asıl düşüncesini ise gücü eline geçirdikten sonra açığa vurmuştur.
Ancak bu maddenin bu şekilde düzenlenmesi -her şeye rağmen- çok önemli idi. Çünkü bu maddede millet “Osmanlı camiası” olarak kabul edilmiş, Osmanlı İslam unsuru olmak bir üst kimlik olarak tanımlanmıştır. “Üst kimlik” tanımlamasında “Türklük”e ya da başka bir etnik aidiyete vurgu da bulunulmamış, “Müslümanlık” temelinde bir birliktelik tasavvuru ortaya konmuştur. Asıl önemli nokta ise tüm Müslüman unsurların birbirlerinin ırksal ve toplumsal şartlarına riayet edeceklerine ilişkin taahhüttür. Burada ekseriyetle Kürt ve Türk olarak tanımlayabileceğimiz alt etnik gruplar arasında herhangi bir hiyerarşi gözetilmemiş, bütün unsurlar eşit tutulmuştur. Dolayısıyla birinin diğerine hoşgörüsü değil, saygısı esas alınmıştır. Aynı zamanda hiçbir Müslüman unsura ekaliyet (azınlık) gözüyle yaklaşılmadığı görülmektedir. Her ne kadar söz konusu kongre sadece Cemiyet’in bir faaliyeti olsa da Sivas’ta gerçekleşecek Umumi Kongre’ye de etkide bulunmuştur. Çizdiği genel çerçeve itibariyle ise, kongre sonuç beyannamesini Kürtlerle Türklerin yanı sıra Osmanlı camiası içindeki tüm Müslüman unsurlar açısından bir toplumsal sözleşme saymak mümkündür.[8]
Bu maddede, Osmanlı’nın iki asli unsuru olarak kabul edilen Kürtler ve Türkler arasında en önemli bağın da İslam/Müslümanlık olduğu teyiden tekrar belirtilmiştir.
Erzurum Kongresi’nin Beyannamesi’nin diğer maddeleri de Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünmezliği ve Saltanat ve Hilafet merkezinin işgalden kurtarılmasına yönelikti. Nitekim bu Beyanname’nin ikinci maddesi de Kongre’nin resmi amacını şu şekilde ifade etmiştir:
“Osmanlı vatanının tamamiyeti ve istiklali millimizin temini ve Makamı Saltanat ve Hilafetin masuniyeti için kuvay-i milliye’yi amil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır.”
Bu madde Osmanlı vatanının bütünlüğünü ve Saltanat ve Hilafetin her türlü işgale karşı “masuniyeti” savunulacağı kararlaştırılmıştır. Bu madde de bu yönüyle önemlidir. Ayrıca Osmanlı vatanının sınırlarının da Kürtlerin ve Türklerin yaşadığı bütün toprakları kapsadığı belirtilmiştir.
Ülkenin kurtulması için Kürtlere ihtiyaç duyulduğu o gönlerde “Kürt” ve “Kürdistan” kavramları rahatlıkla kullanılmakta ve Kürtlerin yaşadığı bölgeler de Kürdistan olarak tavsif edilmekte bir beis görülmemekte idi. Hatta M. Kemal de bu kavramları kullanmakta idi. Hiç kimse de bu kelimelerin kullanılmasında irkilmiyordu. Bu durum M. Kemal’in gücü ele geçirip “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur”[9] ırkçılık anlayışını dayatıncaya kadar da devam etmiştir.
Erzurum Kongre Beyannamesi’nin dikkati çeken başka bir maddesi ise, kongre beyannamesinde ayrıntılı biçimde işlenmeyen fakat kongre kararların 4. maddesinde yer verilen iddialı karardı.18 Buna göre, Osmanlı Devleti’nin bölgeyi herhangi bir sebeple İtilaf Devletleri’ne terk edeceği anlaşıldığı takdirde Hilafet ve Saltanat’a bağlı kalınarak bölgede derhâl geçici bir idare kurulacak; Osmanlı’nın tüm mevcut bürokrasisi bu idarenin emri altına girecek ve bu idareyi Temsil Heyeti, temsil edecekti.[10]
Erzurum Kongresi’nde, esas olarak Kürt, Türk kardeşliği gündeme getirilmiş, Türklerin “kurucu ve egemen millet” oldukları türünden bir ifadeye yer verilmemiştir. 1924 yılına kadar ülkenin iki asli unsurundan biri Türkler diğeri ise Kürtler olduğu defalarca belirtilmiştir. Ancak daha sonra özellikle de cumhuriyet kurulduktan sonra Erzurum Kongresi’nde ve hatta Amasya protokollerinde kabul edilen Kürtler yokmuş gibi tarih, Kürtlerden arındırılmayı çalışılmıştır. Zaten M. Kemal, 1922 yılının sonlarından itibaren ‘Kürt’ kelimesini kullanmamaya başlamış ve 1924 anayasası ile de Türkiye’de yaşayan herkesin (Türk) olarak ıtlak olunacağı hüküm altına alınmıştır. Bu durum Nutuk’la da teyid edilmiştir. Nutuk’un 1927 tarihli Osmanlıca baskısının 38 ve 39. sayfalarında Gazi Paşa, Erzurum Kongresi’nin kararlarını aynen değil, “zaman ve çevrenin mecbur kıldığı bir takım ikinci derecede önemli (tâlî) ve esasa ait olmayan (sûrî) düşünce ve kanaatleri ayıklayarak” aktardığını bizzat yazmıştır. Yani Nutuk’taki karar metinleri “aynen” değil, yorumlanarak ve kısaltılarak verildiği ve bu belirtildiği halde asıl metin muamelesi görmüş. Kes-yapıştır inkılap tarihlerinin varacağı kısır nokta işte bu! Hatta Nutuk’ta Erzurum Kongresi kararları Kürtlüğe veya Osmanlı’ya delalet edebilecek bütün cümlelerinden arındırılmıştır.
Oysa Fahrettin Kırzıoğlu, Türk Tarih Kurumu’na bile yayınlatamadığı “Bütünüyle Erzurum Kongresi” adlı kitabında tutanaklar ve el yazısı belgelerle ispatladı ki, Erzurum Kongresi’nin derdi Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu’daki topraklarını ve Saltanat ve Hilafeti korumaktı.[11]
Temsil heyeti
Kongre sonunda kurulan Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyet’inin yönetim kurulu olarak da 9 kişilik bir Kongre Temsil Kurulu (Heyet-i Temsiliye) belirlenmiştir. Heyet başkanlığına da M. Kemal seçilmiştir. Heyet-i Temsiliye Reisliği, resmî görevinden azledilmiş ve askerlik mesleğinden atılmış olan Mustafa Kemal için sonraki süreci yönetmesi konusunda bir dayanak teşkil edecektir.
Bu heyette, eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, Kadı ve eski Mebus Hoca Raif Efendi (Dinç), Trabzon eski Mebusları Eyüpzade İzzet Bey ile Hoca Salihzade Süleyman Servet Bey (Orkun), Nakşibendi Şeyhi Fevzi Efendi, eski Beyrut Valisi Bekir Sami Bey (Kunduh), eski Bitlis Mebusu Sadullah Efendi ve Mutki Aşireti Reisi Hacı Musa Bey’den oluşmuştu.[12]
Bu heyetin teşkilinde dikkate değer en önemli konulardan biri, Mutki aşiret reisi Hacı Musa Bey’in kongreye iştirak etmediği hâlde Temsil Heyetine seçilmiş olmasıdır. Mustafa Kemal’in önerisiyle gerçekleştiği anlaşılan bu durumun, kongrenin Kürtleri sürecin içinde tutma kaygısından kaynaklandığı söylenebilir.
Mustafa Kemal, Mutki aşiret Reisi Hacı Musa Bey’e “Muhterem Efendim” diye başlayan 10 Ağustos 1919 tarihli uzun mektup yazmıştır.[13] M. Kemal, Hacı Musa Bey’le İkinci Ordu Komutanlığı sırasında aralarında oluşan bağa ve Hacı Musa Bey’in Bitlis’in geri alınmasında ve Mutki savunmasında gösterdiği başarılara değindikten sonra, mütareke döneminde ve sonrasında gelişen şartlarda bölgenin Ermenistan yapılmaya çalışıldığını vurgulamaktadır. Erzurum Kongresi sürecini anlatıp Hacı Musa Bey’in orada olmadığı hâlde oy birliğiyle Temsil Heyetine seçildiğini bildiren Mustafa Kemal, Umumi Kongre için Sivas’a geçeceğini haber vererek dönüşte Erzurum’da Hacı Musa Bey’le görüşmek istediğini yazmıştır. Mustafa Kemal sadece Hacı Musa Bey’e değil, bölgedeki diğer bazı ileri gelenlere de mektup göndererek kongre sürecini anlatmış, Ermenistan tehlikesine değinmiş ve kongrenin beyannamelerini göndererek onları bilgilendirmiştir. Bitlisli Küfrevizade Şeyh Abdulbaki Efendi, Şırnaklı Abdurrahman Ağa, Derşevli Ömer Ağa, Muşaslı Resul Ağa, Şeyh Mahmut Efendi, Norşinli Şeyh Ziyaeddin Efendi, Eski Bitlis Mebusu Sadullah Efendi, Garzanlı Cemil Çeto, Mustafa Kemal’in iletişim kurduğu isimlerden bazılarıdır. Mustafa Kemal mektuplarında Sivas’ta yapılacak umumi kongrenin de önemine değinerek bu Kürt ileri gelenlerinden Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin desteklenmesi ve takviye edilmesi konusundaki gayretlerini sürdürmelerini istemiştir.[14]
Bekir Sami Bey, Sadullah Bey ve Hacı Musa Bey Erzurum Kongresi’ne katılmadıkları halde ‘Temsil Heyeti’ne seçilmişlerdir. Eski Trabzon milletvekillerinden İzzet ve Servet Beyler, Erzurum Kongresi’nin dağılmasından sonra Trabzon’a gitmişler ve Sivas Kongresi’ne katılmayarak Mustafa Kemal Paşa’ya muhalefet etmişlerdir. Hoca Raif Efendi ile Şeyh Fevzi Efendi, Sivas Kongresi’ne katıldıktan sonra memleketlerine dönmüşler ve Heyet-i Temsiliye çalışmalarına katılmamışlardır. Bekir Sami Bey’in Sivas’ta heyete katılmasından sonra, dokuz kişilik Erzurum Kongresi Heyet-i Temsiliyesi’nden geriye üç kişi kalmıştır: Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ve Bekir Sami Bey. Rahatlıkla görüldüğü gibi Heyet-i Temsiliye demek Mustafa Kemal Paşa demektir.
Aslında Sadullah Bey, Şeyh Fevzi Efendi, Mutki’li Hacı Musa Bey hiçbir fonksiyona sahip değillerdir. Tamamen göstermelik bir kukla hüviyetindedirler. Zaten Mustafa Kemal Paşa da bu üyelere bir sorumluluk vermeyi hiç düşünmemiştir. Hatta bunlara bir değer verdiği de söylenemez. Erzurum ve Sivas Kongreleri Heyet-i Temsiliye üyelerinden olan ve Kürt temsilciler oldukları iddia edilen Şeyh Fevzi Efendi ve Mutki’li Hacı Musa Bey hakkında Mustafa Kemal Paşa’nın söyledikleri çok ilginçtir:
“(…) Erzincanlı bir Nakşi Şeyhi, bir aşiret reisi gibi zavallılardan kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi? (…)[15]
- Kemal’in deyimiyle zavallı idiyseler, bunlar güvenilmez ve görev verilebilecek konumda değiller idiyse neden kendilerine M. Kemal övgü dolu mektuplar gönderilmiştir?[16] Hatta kimileri Erzurum Kongresi’ne katılmadıkları halde gıyaplarından seçilmişlerdir? Bu yaptıkları mı yalan yoksa Nutuk’ta yazılan çizilenler mi yalan?
Zavallı Nakşi Şeyh ve zavallı Mutki aşireti reisi! Bunlar zavallı, basiretsiz ve acınacak kişiler idiyse, neden, o da gıyaplarında, Heyet-i Temsiliye üyeliklerine seçildiler? Neden böyle samimiyetsiz bir politika izlendi?
Birincisi, Mustafa Kemal Paşa, bu tür insanların Heyet-i Temsiliye çalışmalarına katılamayacaklarını, katılsalar bile kolaylıkla etki altına alınabileceklerini biliyordu. Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye’de söz ve karar sahibi olmak için bu tür insanlara ihtiyaç duyuyordu.
İkincisi ve en önemlisi, bölgede Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Kürt özgürlüğü için yürüttüğü mücadeleye ket vurmak, en azından Kürtleri kendi lehine tarafsızlaştırmak için bu tür milli kimliğini reddeden, uşak ruhlu kuklalar gerekliydi. “İşte Kürtlerle birleşik, işte Kürtlerin temsilcileri de aramızda var!” diyebilmek için bu tür piyonlara ihtiyaç vardı. Mustafa Kemal Paşa’ya Kürtler hakkında yürüttüğü sömürgeci emperyalist politikasında biraz da bu tür kuklalar fırsat tanımışlardır.”[17]
[1] Şaban İba Sevr’den Lozan’a Kürt Sorunu ve Kemalist Hareket, Özgür Üniversite Yayınları, 1.bsk. Ekim 2008, İstanbul, s.279
[2] Hasan Fahri Efendi uzun bir dua yapmıştır. Duasını, “Allah’ım! Müslümanların halifesini yani Sultan Mehmet Vahdeddin’i hilafet tahtında baki eyle; onun, sakvetinin sesini, Ruhu’l-Emin (Cebrail) hürmetine, -yabancıların mukarreratını bozarak- ya Rabb, göğün en yüce katına çıkar! Ey çok şefkatli, Ey çok sevgili (vedud) Allah’ım, düşmanların ‘Âd ve Semûd kavmi’nin felaketi gibi yok olmasıyla, Osmanlı Hükümeti’nin: Gücünü, hudutlarının tahkimini, korunma setlerinin sağlamlığını, inâd-Ehlinin yenilmesini, anlaşmaların bütünleşmesiyle muzafferiyetini, paralarının bolluğunu ve uyanıklığını artır!
Bizleri, Yüce Habibin hürmetine, tek tapacak olan zatına karşı ortak ve eş koşmaktan uzak kılarak sana tapanlardan eyle!
Allah’ım, salat ve selam Hz. Muhammed’e, onun Evladı’na ve Ashabı’na olsun! Âlemin Rabb’ine hamdolsun. Fatiha (Suresi okunsun) Şeklinde bitirmiştir. Bkz; Muzaffer Taşyürek, Erzurum Kongresi ve I. BMM’de Erzurum Milletvekilleri, Erzurum Kitaplığı, 1.bsk. Kasım 2000, İstanbul, s.134-135
[3] M. Kemal, Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi’ye 9 Ağustos 1919’da Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi Hazretlerine diye başlayan teşekkür mektubunda: “Erzurum Kongremizin açıldığı sırada ve sona ermesi münasebetiyle irat buyurduğunuz Arapça düzgün ve açık ve maksada tamamen uygun hitabeleriniz, cemiyetimiz tarihinde pek kıymetli hatıralar olarak saklanacaktır. Bulunacağınız yerlerden de latif sözlerinizle dolu mektuplarınızı almakla kıvanç duyacağım. Cenabı hak hayırlı seyahat müyesser buyursun, amin!”diye yazmıştır. Bkz; Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE), c.3 (1919), Kaynak Yayınları, 2.bsk. Şubat 2002, İstanbul, s.255
[4] Muhterem Efendiler,
“Milletimizin, ümit ve necat ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda fedakar Heyet-i muhteremeniz her türlü mezahime katlanarak burada, Erzurum’da toplandı. Hassas ve necip bir ruh ve pek salabetli bir iman ile vatan ve milletimizin halasına ait esaslı mukarrerat ittihaz etti. Bilhassa bütün cihana karşı milletimizin mevcudiyetini ve birliğini gösterdi. Tarih bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir. Heyeti muhteremenizin, rüfekayı kiramımın hakkımda gösterdiği samimi muhabbet ve itimat âsarına buradan alenen teşekkür etmeyi bir vecibe addederim. Bu felahpira içtimaımız hitampezir olurken Cenabı Vahibülâmal Hazretlerinden avnü hidayet Peygamberi Zişanımızın ruhu pürfütuhundan feyzü şefaat niyaziyle vatan ve milletimize ve devleti ebed müddetimize mes’ut akibetler temenni ederim.” Bkz; Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan ölümüne kadar Atatürk’le beraber, TTK Yayınları, c.I, 4.bsk. 1997, Ankara, s.113
[5] 7 Ağustos 1335 tarihli beyanname metni için bkz; Kansu, age. s.114; ABE, c.3, s.239-240
[6] Sinan Hakan, Türkiye Kurulurken Kürtler (1916-1920), İletişim Yayınları, 4.bsk. 2023, İstanbul, s.216
[7] Abdurrahman Arslan, Samsun’dan Lozan’a Mustafa Kemal ve Kürtler (1919-1923), Doz Yayınları, 1.bsk. Haziran 1991, İstanbul, s.32
[8] Sinan Hakan, age. s.216
[9] 1924 Anayasası Mad. 88
[10] Sinan Hakan, age. s.217; ABE, c.3, s.240
[11] https://www.haksozhaber.net/erzurum-kongresi-ve-kemalist-prof-serafettin-turanin-bile-isyan-ettigi-yalanlar-145219h.htm
[12] Şaban İba, age. s.279-280
[13] M. Kemal’in Mutki aşiret Reisi Hacı Musa Bey’e uzun mektubun sonunda “Cenab-ı vahibül’âmal hazretlerinden vatan ve milletimiz için hayırlı akıbetler niyaz eder ve sizlerin gözlerinizden öperim” demiştir. Mektubun tamamı için bkz; ABE, c.3, s.257-258
[14] Sinan Hakan, age. s.218-219
[15] Abdurrahman Arslan, age. s.36
[16] M. Kemal’in Kürt Lider ve Şeyhlerine gönderdiği övgü dolu mektuplar için bkz; ABE, c. 3, s.264-271
[17] Arslan, age. s.36-37

Follow