“Allah ile birlikte başka bir ilah çağırma, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O’nun zatının dışında her şey helak olacaktır. Hüküm, sadece O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz” (Kasas suresi, 88).
Bütün peygamberler, kavimlerinin cehenneme gitmemeleri için mücadele etmişlerdir.
Hz. Nuh (a.s) da bu peygamberlerden bir tanesidir. Kavmine, “Ben Allah’ın elçisiyim, Allah’ın kurallarına uyun yoksa sizi helak edecektir” diye uyarmış ama yapan olmamıştır. 950 yıl mücadele etmiş, oğlu dahi iman etmemiştir. Azmış ve kudurmuş kavim, haddi aşmayı bırakmamış ve neticede Rabbimiz de bu azgın kavmi helak etmiştir. Hz. İbrahim (a.s) da babasına, kavmine ve Nemrut’a ikazda bulundu ama fayda vermedi, onlar da helak yolunu seçtiler. Lut (a.s) da her türlü mücadeleyi verdi ama sapıtmış topluma anlatamadı ve onlar da helak yolunu seçtiler. Salih (a.s) da kavmine anlattı ama yasaklanan deveyi kestiler ve onlar da helak yolunu seçtiler. Hz. Musa peygamber de çok mücadele etti, Firavun’a gidip anlattı ama Firavun kibrinden anlamak istemedi ve kavmiyle birlikte helak yolunu seçtiler. Hz. Hud, Hz. Şuayb, Hz. İsa da hakkı anlattılar ama kavimleri, nafile anlamadılar. Efendimiz Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vessellem) de açık bir şekilde anlattı hak belli, batıl belli, kitap belli, peygamber belli ve görüyoruz günümüzde insanlar hiç kitap inmemiş veya hiç peygamber gelmemiş gibi yaşamaktalar. Maalesef yasakların üstüne üstüne giden bir toplum türedi. Faiz, zina, içki, kumar, şirk, tesettürsüzlük, yalan, gıybet almış başını gidiyor. Nereye bu gidiş? Cehenneme bilet almak için yarışır halde insanlar maalesef. Efendimiz, bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Her peygamberin kabul edilecek bir duası vardır, her nebinin Allah katında kabul edilecek bir duası vardır; her nebi o dua hakkını dünyada kullandı, harcadı fakat ben, o dua hakkımı kullanmadım ve ahirete sakladım” (Ebu Davud, Müslim).
Evet, bütün peygamberler dua haklarını kullandılar; fakat Efendimiz, dua hakkını kullanmadı, bizlere şefaat etmek için. Bizim de şefaate lâyık bir ümmet olmamız gerekmez mi? Efendimiz, bizim için o kadar sıkıntıya maruz kalmış, bizler de ona lâyık bir ümmet olmalıyız.
Rabbimiz, bizlere şu şekilde uyarı vermektedir: “Onlar ki dünya hayatında yaptıkları boşa gitmektedir de kendilerini zannederler ki cidden güzel iş yapıyorlar” (Kehf, 104).
Yapılan işlerimiz, Rabbimizin razı olacağı şekilde olmalıdır. Rabbimizin razı olmadığı bir iş, boş iştir ve boş işler, bizleri cehenneme götürür. Rabbimize imanımız tam olmalı ve emirlerine boyun eğmeliyiz ki cehennemden kurtulabilelim. Hayatının son anından endişe eden bir kimse, kelime-i şehadeti son nefesinde söyleyip kurtulmayı ümit ediyor. Hâlbuki böyle bir şey mümkün değil. Kelime-i şehadet’i ağzının ucundan söylemiş, Kelime-i Tevhid’i ağzının ucundan söylemiş; fakat gırtlağından aşağıya indirmemiş kimselerin namazsız, oruçsuz İslam’ın hiçbir kuralına aldırış etmeden yaşamış kimselerin halleri iyi olmayacaktır.
Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Ölüm sarhoşluğu ve şiddetleri içinde meleklerin de ellerini uzatarak kendilerine (zalimlere), ‘Haydi, canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı hak olmayanı söylemiş olduğunuz ve Allah’ın ayetlerinden büyüklenerek uzaklaşmış bulunduğunuz içindir bu ki, bugün hakaret azabıyla cezalandırılacaksınız.’ dediklerinde sen, o zalimleri bir görsen” (En’âm, 6/93).
Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh), Resulullah’ın (sallallahu aleyhi vesselem) şöyle buyurduğunu belirtmiştir: “Cenaze yıkandıktan ve kefenlendikten sonra insanların omzunda tabutla birlikte kabre doğru götürülürken cenaze feryat eder. Eğer ki ruh kâfirse veya mümin olup Allah’ın emirlerini yapmamışsa şu şekilde bağırır, ‘Eyvah! Beni nereye götürüyorsunuz?’ der. Onun sesini insanlar dışında her şey işitir. İnsan, bunu işitseydi bayılırdı” (Buhari 1380).
Evet, bizi iki saat evlerimizde bekletmeyecekler. O kadar güzel evler yapalım, o kadar çok malımız, mülkümüz olsun; fakat bunların hiçbir faydası olmayacaktır. En sevdiklerimiz, bir an önce defnetmek için birbirleriyle yarışacaklar. Götürüp toprağın içine atıverecekler. Toprağın içine konduktan sonra… Enes İbn Mâlik (radıyallahu anh), Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi vesselem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kul kabre konulup da arkadaş ve yakını geri dönüp gittiklerinde ölü, onlar yürürken ayaklarının seslerini işitir ve ona iki melek (Münker ve Nekir) gelerek onu oturturlar. Melekler, ‘Şu Muhammed -sallallahu aleyhi vesselem- denilen kimse hakkında ne dersin?’ derler. Adam, ‘Ben, onun Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik ederim’ der. Melekler, ‘Ateşteki, cehennemdeki yerine bak, Allah onun yerine sana cennetten bir makam verdi’ derler. Kişi, her iki makamını da görür. Kâfire yahut münafığa gelince o, ‘Bilmiyorum, ben insanların dediği gibi dedim’ der. Ona, ‘Anlamaz ol! Okuduğun veya dinlediğinden yararlanmayasın!’ derler.”
Dünya hayatında her türlü şeye aklını çalıştıran insanoğlu ve günümüz Müslümanları, Peygamber Efendimizin getirdiği mesajdan bihaber yaşamaktadır. Ticaretinde bir ürün alımında dünyalık makam ve mevkie ulaşmak için aklını çalıştıran Müslümanlar, maalesef Efendimizin getirmiş olduğu mesaja, Kur’an-ı Kerim’e gereken değeri ve alakayı göstermemektedir. İçinde ne yazdığını bile merak etmemektedirler.
Kâfire, münafığa, günahkâr Müslümana, Efendimiz hakkında sorulan soruya cevap veremeyince, “Cehennemden bir yer döşeyin ve ona cehennemden bir kapı açın” der. “Ona, bu kapıdan cehennemin harareti ve zehirli rüzgârları gelir ve kabri üzerine o kadar sıkıştırır ki kaburgaları birbirine geçer…” (Ahmed b. Hanbel, 287-288; Ebu Davud, Sünnet 27, No: 4753).
Günahkâr Müslümanın dövülmesi hakkında Esmâ binti Ebi Bekir (ra) diyor ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Günahkâr veya kâfire, kabrinde öyle bir canlı musallat edilir ki onun elinde kamçı vardır. O kamçının hurması, közdür. Bu kamçı, sığır derisinden yapılmış bir kovaya benzer. Melek, o kamçıyla o günahkâr veya kâfiri Allah’ın dilediği kadar döver. O melek, sağırdır; işkence ettiği ölünün sesini duymaz ki ona merhamet etsin” (Ahmed b. Hanbel, 352, 353).
Adeta sonbahar mevsiminde sararmaya yüz tutmuş yapraklara ölüm ıslığı çalarak üstlerine doğru yürüyen rüzgârların onları düşürdüğü gibi veyahut da saat gibi çalışan kalplerimizin bir gün küt diye duracağı ve Rabbimizin huzuruna gidip, alıp verdiğimiz tonlarca havanın hesabını vereceğimizin farkında olalım veya olmayalım bizler, her gün tonlarca hava alıp veriyoruz. Rabbimizin oksijeninden istifade ediyoruz, tepemize attığı güneşinden istifade ediyoruz, yıldızlarından istifade ediyoruz, atmosferinden istifade ediyoruz, semadan yağmurlar indiren Rabbimiz, her şeyi bizim emrimize sunmuş, gırtlağımızdan aşağıya inen her lokmanın, her cümlenin, her kelimenin hesabını vermek için bir gün yalın ayak, başı çıplak Rabbimizin huzuruna çıkacağız. Rabbim, bizlere güzel hesaplar vermeyi nasip etsin.
Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Bir kısım insanlar da grup grup cehenneme sevk edilecek. Cehennemin kapısının ağzına geldikleri zaman kâfirler veya günahkâr Müslümanlar, cehennem zebanilerinin emiri Malik, cehennemin kapısını açar, dışarıya bir bakar ki kâinat, dümdüz bir ova haline gelmiş. Sanki Hz. Âdem’den bu tarafa hiçbir insan kalmamış, hepsi cehennemin kapısının ağzına gelmiş. O kadar çok insan ki sayılmayacak kadar. Cehennem zebanilerinin emiri Malik de şöyle der, ‘Aranızda hiç peygamber gelmedi mi? Rabbinizin ayetlerini okuyan, Allah’ın cehenneminden bahseden, cennetinden bahseden, sizi bugünün endişesinden korkutan, bugünün karanlığından korkutan aranıza bir nebi gelmedi mi? Hak size anlatılmadı mı? Şu gireceğiniz cehennemin ateşinden sizi korkutan birisi çıkmadı mı?’ ‘Evet,’ diyecekler ‘Başımıza bir Nebi geldi. Pırlanta gibi Allah’ın peygamberleri geldi. Sesleri, solukları kalmadı, yemediler, içmediler, sırtları yatak görmedi, mideleri doymadı, bize cehennemi anlatacağız, diye bize cenneti anlatacağız’ diye vallahi Ya Rabbi bizim bir kulağımızdan girdi ve öbür kulağımızdan çıktı; inanmadık bu işe, “Acaba mı?” diye içimizden tereddüt geçirdik, inanmadık ve Allah’ın azabı bize vacip oldu. Biz, kendi kendimizi cehennemin içine attık. Onlara denecek ki, siz hor hakir mahlûklar olarak cehenneme dolun, şimdi ve onlar da cehenneme atılacaklar” (Zümer, 71 açıklamalı meal).
Evet, artık orada torpil, tanıdık veya rüşvet geçmeyecektir. Her kim ne yaptıysa karşılığı tastamam verilecektir. Rabbimizin adaleti kusursuzdur. Elleri, dilleri, ayakları, derileri, tüm organları aleyhlerinde şahitlik edecektir, hiçbir çıkış yolu bulunamayacaktır. Rabbim, bizleri cehennemin ateşinden korusun. Emirlerine itaat edenlerden eylesin. Âmin.
Evet, bazı kişiler de cehennemle alay edercesine konuşuyorlar, “Yahu biraz cehennemde yanar, ısınırız; sonrada çıkarız, cennete gideriz” diye eğlenmektedirler. Allah’ın azabını hafife aldıkları için, eğlendikleri için imanlarının bozulacağının farkında bile değiller. İşin ciddiyetini akledemeyecek kadar kör olmuşlar maalesef dünyalığa dalmışlar.
Rabbimiz başka bir ayetinde de şu şekilde buyurmaktadır: “Kimilerinin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar, cehennemde ebedi kalacaklardır. Ateş yüzlerini yalar ve onlar, orada sırıtır kalırlar. Allah, ‘Ayetlerim size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?’ der. Onlar da şöyle derler, ‘Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve sapık bir toplum olduk. Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer (tekrar günaha) dönersek şüphesiz kendimize zulmetmiş oluruz.’ Allah, buyurur ki, alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık!” (Mü’minun, 103-108). Cehennemin azabından Rabbimize sığınalım. Rabbimiz bize merhamet et, bizi bağışla. Âmin.
Başka bir ayette de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: O gün cehenneme «Doldun mu?» diyeceğiz. O da «Daha var mı?» diyecek! (Kaf, 30).
Rabbimiz, bir başka ayetinde de şöyle buyurmaktadır: “Başlarının üzerine kaynar su dökülecek”, hani yüz derece madenin eriğini görmüşsünüzdür su haline gelmiş, demirin erimiş hali, işte ona ‘hamim’ denir. Hamim, kaynar maden eriği bunların başına dökülecek karınlarının içinde ne varsa hepsi eriyiverecek, bir de derileri bir anda yok oluverecek, onların üzerine maden eriği döküldüğü zaman karınlarının içinde ne varsa hepsi aşağıya inecek, derileri öldükten sonra kurtuluş yoktur; bir daha dirilteceğiz, bir daha deri giydireceğiz, bir daha can vereceğiz, her ne zaman o cehennemden çıkmayı murat ettikleri zaman tekrar cehenneme iade edilecekler. ‘Tadın bu yangın azabını’ denecek. Azapları hiç bitmeyecek. Küfreden kâfirlere gelince, onlar için ateşten gömlekler biçilmiştir. Onların gömlekleri ateştir, ateşten gömlek giydirilecektir” (Hac, 19-20-21-22).
Oradakilerin yemekleri de Zakkum’dur, dari dikenidir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Bir de Zakkum ağacı vardır. Günaha düşkün, cehennemliklerin yiyeceğidir. Bu sıcak suyun kaynadığı gibi karınları içinde kaynayacak erimiş bir maden gibidir. Bu da onların içeceği sudur” (Duhan, 43,46).
Efendimiz (sallallahu aleyhi vessellem), bu konuyla ilgili hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Zakkum ağacından dünyaya bir parça düşseydi, dünyadaki bütün yemeklerin tadını bozardı” (Tirmizi, Sıfat-ü Cehennem 4; Hakim, el- Müstedrek 2/294).
Subhanallah! Ne kadar iğrenç bir tadı varsa bir damlasının dahi tüm yiyeceklerin tadını bozacağını söylüyor Efendimiz. Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Kâfirin dişi, Uhud dağı kadar büyük olacaktır. Azabı, biraz daha fazla tatsın diye. Cildinin kalınlığı ise 3 günlük yol mesafesi kadar kalın olacaktır. Allah-u Teâlâ hazretleri, onun vücudunu büyük yaratacak, her noktada azabı fazla tatsın diye. Akrep, yılan ve değişik hayvanların onları sokacağını, her bir sokmanın acısının 1-2 sene geçmeyeceğini bildirmektedir” (Müslim).
Evet, işte hadiste hem kâfirlerin suçlarının büyüklüğüne hem de cezalarının ağırlığına işaret etmek için benzetmeler yapılmıştır.
Abdullah b. Ömer (radıyallahu anh) diyor ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi vessellem) şöyle buyurdu: “Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme ayrılıp gidince ölüm getirilir, cennetle cehennem arasında yatırılır. Sonra kesilir. Ardından bir nidacı, ‘Ey cennet ehli, artık ölüm yoktur! Ey cehennem ehli, ölüm yoktur!’ diye nida eder. Bunun üzerine cennet ehlinin sevinci daha da artar, cehennemliklerin de üzüntülerine üzüntü eklenir ve üzüntüleri daha da artar” (Buhari, Rikak, 51).
Evet, artık ölüm yoktur. Herkes, nereye gittiyse orada kalıcıdır. Rabbim, bizleri cehennemin ateşinden korusun, cennete girenlerden eylesin. Âmin.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır” (Tahrim, 6).
Evet, ailemizi ve çevremizi cehennemden kurtarma mücadelesinde olmamız gerekir. Derdimiz, Allah’ın emir ve yasaklarını insanları bıktırmadan anlatmak olmalıdır. İslam davetçileri de örnek şahsiyet olmalı ki karşıdaki ona imrenmeli ve doğru yolu bulmakta zorlanmadan hayatına geçirebilsin. Anlattıklarımızı, okuduklarımızı, dinlediklerimizi hayatımıza geçirenlerden olmalıyız ki örnek şahsiyet olabilelim. Birileri beğensin diye, birilerinin gözüne girmek için çalışma yapmamalıyız. Tek hedefimiz, Rabbimizi razı edip cehennemden kurtulup cennete gitmek olsun. Rabbim, bizleri ve tüm iman edenleri cehennem ateşinden korusun. Âmin.
Emrah Doğru
Faydalanılan Eserler:
● İbn Hacer el-Askalânî, Fetbu’l-Bâri
● Besâir’ul-Ehadis, Ali Küçük
● Ahiret Hayatı, Hasan Karakaya