İnsanlığın Kurtuluşu İçin Kaçınılmaz Bir Kader: Ümmet Olmak
Arşiv Yazarlar

İnsanlığın Kurtuluşu İçin Kaçınılmaz Bir Kader: Ümmet Olmak

Bismillahirrahmanirrrahim…

“İnsanlar, tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir” (Bakara, 213).

Hepimizin bilmesi gereken, ancak tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz bir hikâyenin başkahramanı olan insan, yeryüzü sahnesine çıkış yaptığı andan bugüne kadar geçen süre içerisinde, binlerce acıyı, kederi, hüznü ve trajediyi biriktiren bir varlıktır. Sahip olduğu aklın, bilginin en son sınırına kadar bu yeteneği kullanmasına rağmen, idealize ettiği yaşam düzeyine asla ulaşamamıştır ve ulaşamayacaktır. Bunun da nedeni, aslında insanın yaratılışındaki noksanlıkta yatıyor. Çünkü insan, kendi aklını hakikate ulaşmada kılavuz edinecek olursa, ulaşacağı en uç sınır, yine mükemmellikten, saf gerçeklikten uzakta olacaktır. Oysa Yüce Yaratıcı (c.c.), yarattığı diğer varlıklar arasında insana özel bir lütuf bahşetmesine, üst düzey bir mevki vermesine rağmen, insanın yaratılışındaki kendi kusurlarından dolayı, doğruyu, hakikati bulması için onlara rehberlik eden, peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bu gerçeği göz ardı eden insan, doğal olarak, kendi oluşturduğu kaosun, karmaşanın, anarşinin, zulüm sisteminin içerisinde bocalamaktadır. Objektifliği tartışılan tarihin karanlık sayfalarından, bizlere ulaşan bilgiye göre hem geçmişte hem de günümüzde yaşanan büyük felaketlerin, savaşların, zulmün devam ediyor olmasının tek gerçek sebebinin, bireysel menfaatin ön planda tutulması olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Yüce Allah (c.c.), insanlığın kurtuluşunun; bireyselliği ön planda tutmak olmadığını, aksine ümmet olmanın sonsuz kurtuluşa ulaştıracak olan hakikat olduğunu, vahyiyle bizlere bildirmiştir. Mutlak hakikatlerin içerisinde bulunduğu Kur’an’da, insanların ve tüm canlıların gerçekte birer ümmet olduğu ifade edilmektedir. Ümmet olmak, tüm canlılar için kaçınılmaz bir kader gibidir. Çünkü bu dünyada, daha iyi bir yaşamın, sevgi, barış ve adaletin hüküm sürmesi için ümmet olmak bir zorunluluktur. Bugün birlikteliğin parçalanmış olmasından, kardeşliğin arasına ayrık otlarının yerleşmiş olmasından, Müslümanların içerisine saplandığı acizlik bataklığından, ancak ümmet olarak kurtulmak mümkün olacaktır.

Konuyu daha iyi anlayabilmek adına şu soruları cevaplandırmamız, yararlı olacaktır. İyi de insan, birey olarak da yaşamını sürdüremez mi? Bireysel olmanın, insanın kendi menfaatine göre yaşamasının ne gibi bir zararı olabilir ki? Elbette bu soruları çoğaltabiliriz. Ancak bizim için önemli olan, ümmet olmanın karşısında bir engel olarak duran bireyselliğin, neden zarar verdiğidir? Evrensel ve kıyamete kadar gerçekliğini koruyacak olan İslam, bizlere, bireyselliğin kötü ve olumsuz yönleri olduğundan bahseder. Bireyselliğin, varlık sahnesinde bulunan diğerlerinin yok sayılması, onların değersiz olduğu algısını oluşturur. Bu da tabi sadece kendi ihtiyaçları, kendi arzuları, kendi zevkleri ve kendi menfaati için yaşayan bir insan kimliğini karşımıza çıkartır ki; bu fikrin, ne kadar yanlış olduğu çok barizdir. “Hayatın merkezinde sadece ben varım”, “Dünya benim etrafımda dönüyor” paradigması oluşturur. Tabi ki bu durum, iki yönlü felakete yol açar. Bunlardan birincisi; insanlığın aradığı refah, huzur, barış ve adil yaşam, sadece bir idealden öteye geçemez. İkincisi; fıtratında zaten aciz, eksik ve kusurlu olan insanın, ümmet olmayla sahip olacağı sinerjiye, sahip olacağı güce, hâkimiyete asla ulaşamayacak olmasıdır. Bu sonuçların ikisi de başlı başına erdemli bir hayatın önündeki en büyük engellerdir.

Bugün dünyayı yöneten kapitalist ideolojinin tüm aygıtları, kesintisiz olarak bireysel yaşamın propagandasını yapar. İdeolojinin kullandığı tüm kitle iletişim araçları, aslında bu gerçeğe hizmet eder. Hepinizin çok iyi bildiği bir emperyalist yöntem olan,  “Böl, parçala, yut”, aslında insanlığı aldatan sözüm ona -daha iyi bir hayat için- propagandasının aslında, sadece kendi kurdukları sistemin devamı için maskelenmiş bir taktikten ibaret olduğunu görebiliriz. Kapitalist ideolojinin insanlığa vadettiği mutlulukla, şeytanın insanlara vadettiği yalancı cennettin, pratikte hiçbir farkının olmadığını görüyoruz. Sadece kendin için yaşamak, ne kadar zenginlik, ne kadar haz elde edebilirsen o kadar bu sahte cennete yaklaşacağını vadeder. Biraz bu konu paradoksal görünse de aslında ideolojinin isteyerek oluşturduğu bu kafa karışıklığı, tam da onun istediği hedefe yaklaştıran bir manipülasyon yöntemi olduğu açıkça görülmektedir. Bu durum, tüm insanlığın aldatıldığı, bilinçli olarak yönlendirildiği gerçeğini karşımıza çıkarır. Tüm dünyanın, bu karabasandan kurtulmasının tek yolu, tek çaresi İslam’dır. İslam, bu gaflet uykusundan, uyanışı başlatacak salt hakikate sahiptir. İslam’ın, bu güce sahip olduğunu bilen ideoloji, sahip olduğu tüm enstrümanları, araçları, uyanışı başlatabilecek Müslüman ümmetini yok etmek için kullanmaktadır. Dünyayı uçuruma sürükleyen bu çıkmaz sokaktan çıkarabilecek tek güç olan İslam’ı, terör olarak lanse etmeye çalışan ideoloji, eninde sonunda hakikat karşısında yıkılacaktır. Bu hakikat, Kur’an’da, “Allah’ın nurunu boş laflarıyla söndürmek isterler. Ama Allah, gerçekleri örtbas edenlerin zoruna da gitse, istemeseler de nurunu tamamlayacak ve kuvvetlendirecektir” (Saff, 8) şeklinde ifade edilmektedir.

Elbette bugün, zillettin bataklığına düşen Müslümanların, bu ayetten ve bunun gibi Kur’an’ın ifade ettiği diğer ayetlerden, ibretler, dersler ve metotlar çıkarması gerekecektir. Peki, bu hakikatler nelerdir? Ümmet olmak neden önemlidir? Kur’an’a ve sünnete baktığımızda; ümmet olmanın önemi ve gerekçeleri şu şekilde ifade edilmektedir:

Öncelikle tüm canlı varlıkların, birer ümmet olduğundan bahseder. Örneğin; kuşların, arıların, karıncaların birer ümmet oluşu gibi… Bakara Suresi 213. ayette, insanların da tek bir ümmet olduğu, bazı anlaşmazlıktan dolayı ayrıldıklarını ve bunun, onlar için bir imtihana dönüştüğü ifade edilir. İlgili ayetlerde geçen bu canlı varlıkların ümmet oluşunu, müfessirler, genellikle aynı tür varlıkların bir arada bulunarak topluluk oluşturması, birlikte yaşamlarını devam ettirmeleri için gerekli sinerjiyi sağladıkları şeklinde açıklar. Bununla beraber, birlikte olmanın ayrı ayrı birey olarak yaşamaktan, daha sağlam ve daha kalıcı olduğu ifade edilmiştir. Yani ümmet olmak, tüm canlı varlıklar için elzemdir. Tıpkı atalarımızdan tecrübe olarak bizlere miras kalan şu cümlede ifade edildiği gibi;  “Birlikten güç doğar.”

Ümmet olmanın buradaki niteliği, bireyin kendi çabasıyla elde edemeyeceği bir güce, düzene ve nitelikli bir yaşama, ancak ümmet olarak ulaşabileceğine kanıt olarak gösterilmektedir. Şöyle düşünün, doğada zayıf olarak varlığını sürdüren, arı, kuş, karınca gibi canlıların ümmet olarak yaşamaları, onları, tehdit eden tüm zorluklara karşı dirençli ve daha başarılı bir hayat sürdürebilen canlı varlıklar olarak karşımıza çıkarmaktadır. İnsanlar için ümmet olmak, aynı inanca sahip olmak, aynı değerleri benimsemek, barış, huzur ve dayanışmaya dayalı bir hayatı tesis edebilmenin geçerli yoludur. Yine İslam, bizlere, tarih boyunca, mekânsal, zamansal ve inançsal olarak bir arada yaşayan toplulukların ümmet olduklarından bahseder. Ancak buradaki ümmet kavramı, medeniyet oluşturabilmiş toplulukları kasteder niteliktedir. Nitekim Bakara Suresi, 134. ayette:  “Onlar, bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz” şeklinde ifade edilen, her ümmetin yaptıklarından dolayı sorumlu oldukları gerçeği, bünyesinde barındırdıkları, sanatsal, kültürel, siyasal tüm eylemlerini kapsadığının vurgulanması, bu toplulukların geçerli bir medeniyet sahibi olduklarının kanıtı olarak kabul edilmektedir. O halde ümmet olmanın, bir medeniyet inşa etmek ve bu medeniyetin kendine özgü niteliklerini dışarıya yansıtmak anlamına geldiğini, söyleyebiliriz. Bu fikirden hareketle, İslam ümmetinin inşa etmeyi hedeflediği ideal toplum, kültürel, sanatsal, siyasal, kısacası bir medeniyetin bünyesinde bulunan tüm değerleri yeryüzüne hâkim kılmak, olduğunu söylersek, yanılmış olmayız.

Bakara Suresi, 143. ayette, Rabbimiz (c.c.), “Böylece Biz, sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Kâbe’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir” buyurmaktadır. Yani Müslümanların bir ümmet olarak var olması, sadece kendine inanan bireyleri için değil, tüm insanlık için evrensel huzurun, adaletin de olmazsa olmazı, ayrıca ideal yaşamın da tek temsilcisi olduğu, gerçeğidir.

Bugün İslam birliğinin dağılması, kardeşliğin arasına bozgunculuğun, ayrılıkçılığın yerleşmiş olması, geçici yenilgilerin, kaybetmişliğin, yozlaşmanın adeta sonsuza kadar sürecekmiş gibi bir yanılsamasının genel geçer olarak algılanmasının, ümmetin direncini kırmasına izin verilmemelidir. Dikkat edecek olursak, İslam’ın öngördüğü ümmet profilinin gerçekleşmesinin, kolay bir yolla olacağı hiçbir kaynakta söylenmemiştir. Ümmetin, yeryüzü hâkimiyeti, elbette büyük bedeller sonucunda gerçekleşebilecek bir hakikattir. Nitekim Allah Rasulü’nün (s.a.v.), 23 yıllık tevhid mücadelesinin, tamamen çok büyük fedakârlıklar, inanılmaz bedeller ödenerek yapıldığı inkâr edilemez bir hakikattir. Bu bağlamda ümmetin birlikteliğini sağlamanın, yeryüzü hâkimiyetinin gerçekleşme düşünün, aslında hiç de kolay olamayacağı açık, apaçık belli iken müslüman bireylere düşen sorumluluğun, uhrevi bir misyon olarak yürütülmesi gerekmektedir.

Günümüzde, tüm kötülükleriyle dünya hâkimiyetini şimdilik elinde tutan kapitalist ideolojinin çöküşü de çok uzakta sayılmaz. Çünkü batıl, hakikatin karşısında mutlaka kaybedecek ve tüm şeytani ideolojileri yerle bir olacaktır. Bu, kesinleşecek, ilahi bir vaattir. Allah (c.c.), nurunu mutlaka tamamlayacaktır. Yapmamız gereken, uyanış hareketini başlatmak, direnişe geçmek, insanlık için kaçınılmaz bir kurtuluş olan İslam’ı yeryüzüne hâkim kılmaktır. Sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın beklediği ideal ümmet; Kur’an’a/Hablullah’a sımsıkı bağlı, biricik önderi olan Hz. Peygamberin sünnetini takip eden, O’nun inşa ettiği “İslamî hareket metodu”nu uygulayan salih, mücahid kimselerin çabasıyla gerçekleşecektir.

Yüce Rabbim, bizlere, Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz” (Ali İmran, 110) ayetinde, nitelikleri sayılan mümin kullarından olmayı nasip eylesin. Âmin.

Gökhan DURMAZ

 

GRUBA KATIL