İlim ve İlmin Değerini Bilmek
Arşiv Yazarlar

İlim ve İlmin Değerini Bilmek

Rabbimiz, bizlere İslam nasip etmiş, Kur’an-ı Kerim gibi bir kitap nasip etmiş, mükemmel, emin, güvenilir, ümmetini düşünen bir peygamber nasip etmiş, güzel sahabiler, âlimler nasip etmiş; bizlere düşen, bunların değerini tam manasıyla bilmek değil midir?

Abdullah İbni Amr İbni As (radıyallahu anhümâ) şöyle dedi: Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururken işittim: “Allah Teâlâ, ilmi, insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar, bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer hem de insanları saptırırlar” (Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8).

Peygamber Efendimiz, hadiste, ilmin önemine dikkat çekmekte. Yani şöyle ki Rabbimiz, istese ilmi tek bir sözüyle insanlardan çekip alır ve bir anda herkes cahil kalabilir. Ama Efendimiz, ondan bahsetmiyor. Rabbimizden gelen hakikati gizlemeyen, her türlü zorluğa karşı Rabbimizin emirlerinden taviz vermeyen âlimlerden bahsediyor. Âlimlerin yok oluşu, ilmin de kaybolması anlamına geliyor. Âlimlerin alınmasıyla ilmin kaybolmasının ve cehaletin yeryüzünde hâkim olmasının kaçınılmaz bir gerçek olduğunu günümüz dünyasında görmekteyiz. Âlimlerin ortadan kalkmasının ve ortalığın cahillere kalmasının, kıyamete yakın bir dönemde olacağını Efendimiz, bizlere haber vermektedir. Günümüzde ortaya çıkan birçok yeni meselenin, Türkiye’de ve İslam dünyasında çözülemediği bir gerçektir. Âlimler o kadar azalmıştır ki sahte âlimler, sahte hocalar çıkmış; faiz, tesettür vb. konularda İslam’ın kurallarını eğip bükerek, hakikatleri gizleyerek anlattıklarıyla insanları uyutmaktadırlar.

Maalesef ki insanlar vahiyden uzak kalınca, vahiyle yani Kur’an’la hiçbir bağlantıları kalmayınca dini eğip büken kişilere inanıyor ve onlara soru soruyorlar. Yani şöyle örnek verebiliriz: Adam gidiyor marangoza kaynak soruyor, “Şu demir nasıl şekil alır?” diyerek demircinin işini marangoza soruyor. Çünkü bilmiyor ki marangoz, demir işinden anlamaz. Kur’an’la ve sünnetle içli dışlı olmayan, araştırma gayreti içine girmeyen, elbette cahillerden fetva öğrenecek, doğruymuş gibi uygulayacak ve başkalarına da bu yanlışı anlatma çabasına girecektir. Nitekim burada şunu iyi bilmeliyiz; fetva vermek nasıl çok ciddi vebal ise fetva sormak da büyük bir sorumluluktur. Müslüman, kime ne soracağını, kimden ne öğreneceğini bilmek zorundadır. Her şeye akıl erdiren günümüz Müslümanı, her şeyden önemli olan seçtiği İslam dinini doğru kaynaklardan öğrenmeli.

Bir âlime soru sorduğunda da kişinin içinde hiç tereddüt olmamalı. Bugün “ilim çağındayız, bilim çağındayız” diye naralar atanların, bir tıklamayla bütün bilgilere ulaştığını zannedenlerin ulaştıkları bilgiler, hayatlarında hiçbir değişiklik göstermemektedir. Çünkü gerçek bilim, gerçek ilim her şeyin sahibi olan Allah’tan gelen vahiydir.

Rabbimiz, bizlere ayetinde şöyle haber vermektedir: “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, and olsun ki Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır” (Bakara, 120). Nitekim Allah bilgisini bir kenara bırakır da yaratılmışların yani insanların bilgisine başvurursak, Allah’ı diskalifiye edersek bizlere yardım edecek Rabbimizin yardımlarından mahrum oluruz. Çünkü Peygamber Efendimiz’e gelen ilk ilim, vahiydi ve onunla etrafa ışık saçtı, nur saçtı, dünyaya düzen saçtı, hak ve adalet saçtı. Cahiliye düzenlerini dize getirdi ve nurunu tamamladı. Ne yazık ki yıllar sonra İslam’ın kurallarını eğip bükerek terk ettiler, Allah’tan gelen vahye sırt çevirip kâfirlerin peşinden gitmek için her türlü tavizi verdiler. Allah’ın yardımından mahrum kalan bizler, bir türlü ayağa kalkamadık. Öyle olduğumuz sürece, bu durum bizler için kaçınılmaz olur.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Onun önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum, kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah, bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur” (Rad, 11). Nitekim bizler, kendimize gelene kadar, vahye dönene kadar Rabbimiz, bize yardım etmeyeceğini söylemekte. Eğer Müslümanlar durumlarını düzeltmez, vahiyden habersiz bir hayat yaşamaya devam ederse sonumuz, cehennem olur. Bizlere, orada yardım edecek kimseyi de bulamayız.

Bakın, Ebu’d-Derda’nın rivayet ettiği bir habere göre sevgili Peygamberimiz, başını gökyüzüne kaldırır, (sık sık yapardı bunu) uzun uzun tefekkür eder ve sonra buyurur ki, “İlmin aramızdan sökülüp alınacağı zamanlar yakındır.” Orada olan sahabeden birisi der ki, “Ey Allah’ın Resulü, Kur’an, bizim aramızdadır. Ona değer veriyoruz, ona sarılıyoruz, onu okuyoruz, çocuklarımıza okutuyoruz, çevremize tavsiye ediyoruz, böyleyken ilim aramızdan nasıl kaldırılacak?” Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: “Anan seni kaybetsin ey Lebid, ben de seni Medine’nin en fakihlerinden birisi sayardım. Bilmez misin ki Tevrat ve İncil de Yahudi ve Hristiyanların ellerindeydi. Onlar da okuyorlardı kitaplarını. Peki, ne oldu? Onların okumaları bir fayda sağladı mı? Hani nerede Tevrat ve İncil? Her ikisi de tahrif olup gitmedi mi?” diyor Efendimiz. Yani Efendimiz, burada, Kur’an’ın kaybolacağından bahsetmiyor. Kur’an, kıyamete kadar var olan, değişmeyen tek kitap olarak kalacaktır. Bunu şöyle anlayabiliriz: Kur’an kaybolmayacak ama ilim kaybolacak, Kur’an okuyanlar olacak ama okuduklarıyla amel etmeyecekler. Okudukları gırtlaktan aşağıya inmeyecek. Günümüzde de böyle değil mi? Adam üniversite okuyor, senelerce bilgi yüklüyor beynine; matematik, kimya, biyoloji… Tamam, bunlar olacak, bizim dinimiz bunların da olması gerektiğini zaten söylüyor ama bunları yükleyip beynine ilimden mahrum kalıyorsa o beyin için öğrendikleri boş kalacaktır. Görmüyor muyuz günümüzde bilgi yüklenenleri, Allah’ın hiçbir kuralını beğenmiyorlar. Yarı çıplak sokaklarda gezen bayanlar, ilimden habersizler; bankalardan kredi çekmek için mücadele edenler, ilimden habersizler; içki içerek “ben akıllıyım” diyerek ne dediğini bilmeyenler, ilimden habersizler; kadına değer verdiğini söyleyenler ilimden habersizler, çünkü kadını her noktada kullanıyorlar garson, çaycı, mağazalarda vs. her ortamda kullanmaktadırlar. Hani kadınlar değerliydi? Değerli olanlar her ortamda kullanılmaz, kullanıldığı zaman değerini yitirir. İnci pırlanta altını neden her yere asmazlar; çünkü değerlidir bunlar, herkes erişemez. Maalesef sokaklarda İslam arar olduk, ezanlar okunuyor, günde beş vakit “Allahuekber Allahuekber” diye Allah’ın büyük ve güçlü olduğu zikrediliyor ama insanlara etkisi yok artık ezanların. Yine günde beş vakit “Eşhedü enla İlahe illallah” deniliyor, Allah’tan başka ilah olmadığı, güç ve kuvvetin O’nun olduğu, bizlere düzen koyanın Allah olduğu zikrediliyor. Hani nerede Allah’ın düzeni, kanunları, yasaları?

Müslüman olmak, Allah’ın yasalarına bağlı olmayı gerektirmez mi? Nerede Allah’a bağlılık, Rasule bağlılık? Nerede âlimler, hocalar, hakikati söyleyen âlimler nerede? Bir bir gittiler, gittikçe de ilim kayboldu. Âlimlerin ölümleri, âlemin ölmesini getirdi ve sadece dünyalık yaşayan, dünyalık çalışan Allah’ın kuralları umurunda olmayan topluluklar türedi. Hakikatleri gizleyen hocalar, toplumu uyandırmak yerine uyutuyor artık. Çünkü toplum raydan çıktı, vahiyle hemhal değil. Kur’an, artık sadece ölüler için okunan bir kitap haline geldi ölülere inmeyen Kur’an sanki ölülere inmiş gibi okunur hale geldi. Yıldızlar nasıl ki dünyamızı aydınlatırlar bize yön gösterirlerse, âlimler de bizim dünyamızı aydınlatırlar yıldızlar kararıp söndüğü zaman dünyamız nasıl kararıyorsa, âlimlerin içimizden çekilip alınmasından sonra da insanlar karanlıklarda kalıverirler. Ne zaman ki sonrakilerle öncekiler arasındaki bu irtibat kesilir, sonrakiler öncekileri reddetmeye kalkışırlarsa işte o zaman helak ve felaket başlamıştır. Çünkü bu din, hep böyle nesilden nesle nakil yoluyla gelmiştir; sahabe tabiine nakletmiş tabiin, tebe-i tabiine nakletmiş, onlar sonraki nesillere nakletmişler demek ki aramızdan âlimler alınacak, böylece ilim kaybolacaktır ve insanlar cahillere yöneleceklerdir. Bundan sonra gelenler, gelecek kişilere ne anlatacak, kendisi vahiyden habersiz yaşayan gelecek kişilere ne anlatabilir hiç düşündünüz mü? Nitekim günümüzde dini bilenler de var ama anlattıkları dine uygun, yaşantıları dine uygun olmadığı için toplumda bir etki yapmamaktadır. Sadece anlatmak, güzel anlatmak yeter mi? Haramları ve yasakları, Allah’ın hükümlerini anlatıp kendileri uymadığı için toplum tamamen çöküşe geçmiştir. Burada yine âlimlerin yok oluşu göze çarpmaktadır. Çünkü önderlik yapacak âlimlerimiz kalmamıştır. Hangi şart altında olursa olsun yükü yüklenecek âlimler kalmamıştır. Gençlerin, çocukların eğitimine bakacak olursak onlar da içler acısı. Fatiha suresini okuyamayan gençler, kelime-i şehadeti bilmeyen gençler, kelime-i tevhidi bilmeyen gençler, sokak başlarında, alt geçitlerde, metroda, trende ellerinde gitar müzik yapan gençler, Allah’ın kitabından habersiz gençler bunların düzelmesi için tek şart hafıza boşken hafızayı vahiyle tanıştırmak gerekmez mi? Küçüklük çağlarında bilimden önce ilimi ve Allah’a itaati öğretmek gerekir ve bunları kendine dert edinmeyen anne babalar yarın mahşerde nasıl cevap vereceğinizi hiç düşündünüz mü?

Modaya tutkun bayanlar, Kur’an yerine kâfirleri örnek aldığınızın farkında mısınız, nasıl bir hayat yaşarsanız öyle karşılık göreceğinizi hiç düşündünüz mü? Yoksa “Bir daha mı geleceğim dünyaya” deyip vahye kulak tıkayıp bütün haramları yapmaya devam mı edeceksiniz?

Rabbimiz, ad kavmine şöyle uyarı vermişti bu uyarıyı biz de üzerimize alalım: “And olsun ki, onlara da size vermediğimiz kudret ve serveti vermiştik. Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir fayda sağlamadı. Zira bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi” (Ahkaf, 26). Nitekim Allah, bizlere de uyarı vermiyor mu? Sel felaketiyle, bereketsizlikle, depremlerle vs. doğa olaylarıyla bize de uyarı veriyor. Ölmeden önce Allah’a teslim olmak gerekmez mi?

Efendimiz, bizlere başka yönden şöyle örnek vermektedir: Ibni Mes’ud’dan (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ancak iki kişiye haset (gıpta) edilir: Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse. Yine Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse” (Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temenni 5, I’tisâm 13, Tevhid 45; Müslim, Misafirin 268)

Efendimiz, bu iki kişiye gıpta edilir diyor: Rabbimiz, insana mal vermiş, mülk vermiş ve bu kişi, o malı mülkü Allah yolunda harcamış, yoksulu doyurmuş, Allah’ın dini uğrunda parasını kullanmış yani zamane Müslümanları gibi biriktirmemiş, “işte bu kişiye imrenilir” diyor Efendimiz. Şunu da unutmayalım; illaki zengin olmamıza gerek yok, neyimiz varsa, ne malımız varsa, ne kadar paramız varsa bizler de dünyadayken Allah için harcamalıyız. Bizler de imrenilenlerden olmalıyız. Hadiste anlatılan ikinci kişi de, bir adam ki Allah kendisine ilim vermiş, bilgi vermiş, onu Kur’an’la tanıştırmış, İslam’ı anlatma kabiliyeti vermiş ve bu ilmini insanlara duyurma gayretine girmiş. Usanmadan, sıkılmadan hep Allah’ın diniyle meşgul olmuş ve ilmiyle de amel etmiş kimseye imrenilir, diyor Efendimiz. Nitekim bildiklerimizi anlatmalıyız ve öğrenme gayretine girmeliyiz ki Allah’ı razı edebilelim.

Bir de Allah insana mal vermiş, mülk vermiş, para vermiş ama bu malını mülkünü o insan; zevkine kullanıyor, dünyalık mal mülk biriktiriyor, sürekli para hesabı yapıyor, infak yapmıyor, zekât vermiyor, fakiri gözetmiyor, insanların hayrına hiçbir iş yapmıyor, parasıyla insanlara zulmediyor veya tanıdığı komşusu, arkadaşı dar durumda, borcu var; verse rahat edecek onun darda olduğunu bile bile zevk u sefa içinde yaşıyor. Bizler, böyle bir parayı istememeliyiz, böyle bir adama da imrenmemeliyiz.

Rabbimiz, bu tip kişilere ayetinde şöyle buyurmaktadır: “İnkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın!” (Al-i İmran, 197), “Azıcık bir menfaattır o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!” (Al-i İmran,196-197).

Bir de adamda ilim var, bilgi var ama İslami hiçbir çalışma içinde değil, hiç kimsenin doğru yolu bulması için çalışmıyor. Kitaplar okuyor, hatimler indiriyor ama ilmiyle amel etmiyor, bildiklerini hayatında yaşamıyor; bu kişilere de imrenmemeliyiz. Rabbimiz, bunları şu ayetiyle tanıtıyor: “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez” (Cuma 5).

Efendimiz, güzel örnek vermiş bir hadisinde. Ebû Mûsă el-Eş’ari’den (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır. Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah, burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem de öğreten kimse ile buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir” (Buhari, İlim 20; Müslim, Fezail 15).

Efendimiz, bu hadisinde çok güzel örnekler vermiş. Bazı insanlar, Allah’ın ayetlerini, kurallarını duyunca hemen araştırma, yaşama, etrafına anlatma gayreti içerisinde oluyor. Bazı insanlar da hadiste bahsedilen sert toprak gibi, su tutmayan toprak gibi Allah’ın ayetlerini duyduğunda hiç hareket etmiyor hatta duymak bile istemiyor, konuyu değiştirme gayreti içine giriyor ve ayetlere kulak tıkayıp yaşantısına devam ediyor. Rabbim, bizleri bunlardan eylemesin.

Rabbimiz, bir ayetinde de şöyle bahsetmektedir: “Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz” (Araf, 58). Yani iyi toprak, iyi ürün verir; kötü toprak da hiçbir şey vermez. İyi insan, etrafına; huzur, güven, ahlak, Allah’a teslimiyet verir. Kötü insan da etrafına; ahlaksızlık, sadece dünya hayatı içerisinde nasıl yaşanılır, nasıl daha çok para kazanılır, nasıl ev araba alınır, Allah’ın kuralları umurunda olmadan ve bu kuralları yok etme gayreti içinde tağutlarla birlikte yol alır, şeytan saflarında yoluna devam eder. Rabbim, bizleri bunlardan muhafaza eylesin.

Efendimiz, başka bir hadislerinde de şöyle buyurmaktadır: Ebû Hureyre’den (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bir kimseye, bildiği bir konu sorulduğunda cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur” (Tirmizî, İlim 3. Ebû Dâvûd, İlim 9; İbni Mâce, Mukaddime 24). Efendimiz, bilgileri gizleyenlere, doğruları anlatmayanlara ne kötü haber vermektedir.

Rabbimiz, bir ayetinde de şöyle uyarı vermektedir: “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu, kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara, hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder” (Bakara, 159). Bu ayet, din konusunda bildiği herhangi bir konuyu, Allah’ın kural ve yasalarını gizleyenlerin hepsini içine almaktadır.

Rabbim, bizleri, ilim öğrenip onu anlatanlardan eylesin. Kim de ilim öğrenmek için mücadele ederse Allah, cennete giden yolu ona kolaylaştırır. Çünkü ilim talep etmek, o yolda gitmek, insanı cennete götüren vesilelerdendir. Rabbimiz, ilmimizi artırsın, İslam uğrunda çalışıp didinen kullarından eylesin. Âmin…

Emrah DOĞRU

Faydalanılan Kaynaklar:

  1. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim
  2. Fetbu’l-Bârî, Sahîh-i Buhâri Şerhi
  3. Besâiru’l-Ehadis, Ali Küçük
GRUBA KATIL