İfk: Kelime olarak büyük iftira büyük yalan demektir. İfk hâdisesi, Hz. Âişe (r.a.) Validemize münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy tarafından yapılan iftira hâdisesidir. Görünüşte iman etmiş görünüp, hakikatte iman etmemiş münafıklar her zaman her fırsatta Peygamber Efendimiz ve Ashabını rahatsız etmek gayret ve maksadını taşıyorlardı. Bunun için de ellerinden gelen her yola başvurmaktan çekinmiyorlardı. Öyle ki Peygamber Efendimizin mahrem hayatına dil uzatacak kadar yalancı ve küstahtılar.
Hâdise şöyle cereyan etmiştir: Hz. Âişe’den (r.a.) öğrendiğimize göre, Resûlullah (s.a.v) herhangi bir sefere çıkacakları zaman hanımları arasında Kur’a çeker, kim çıkarsa onu beraberinde götürürdü. Buharî, 3:154. Buhârî, Sehâdet, 15
Beni Müstalık Gazasında ise Kur’a Hz. Âişe (r.a) Validemize çıkmıştı. es sire,3:154.
Hâdisenin bundan sonrasını bizzat Hz. Âişe (r.a.) Validemiz şöyle anlatmıştır “Resûlullah ile beraber sefere çıkmıştık. Bu sefer, tesettür ayeti indikten sonra idi. Bunun için ben hevdeçin içinde taşınır, konak yerine de hevdeç içinde indirilirdim. Bu suretle gittik. (hevdeç: dört sırığın çevresi ve üstü kapatılarak devenin üzerine konulması)
“Resûlullah (s.a.v) Benî Müstalık gazasından dönüyordu. Medine’ye yaklaştığımızda bir konak yerine indi. Gecenin bir bölümünü (ordu) orada geçirdi. Sonra devam edilmesini emretti.
“Hareket emri verildiği zaman, ben kalkıp ihtiyacımı gidermek için yalnız başıma ordudan ayrılıp gittim. İhtiyacımı giderip döndüm. Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığımın kopmuş olduğunu fark ettim. (Bu gerdanlığı annesi Ümmü Rumân düğün hediyesi olarak takmıştı.) Dönüp gerdanlığımı aramaya koyuldum. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Yolda bana hizmet edenler gelip hevdecimi yüklemişler, bindiğim deveyi de hareket ettirmişlerdi. Onlar beni hevdeç içinde sanıyorlardı”.
“Gerdanlığımı, ordu ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen dönüp ordugâha geldim. Fakat onlardan kimseyi bulamadım. Hepsi çekip gitmişti. Çarşafıma bürünüp yanımın üzerine uzandım. Beni bulamayınca, aramak için yanıma gelirler sandım. O sırada, uyumuş kalmışım.”
“Safvan bin Muattal, ordunun arkasına kalır, halkın mallarını araştırır, bir şey kalmışsa, kaybolmamak için alıp diğer konak yerine götürürdü. Beni görünce uyandırmak için ‘İnna lillahi ve inna ileyhi racîun [Biz Allah’ın kullarıyız ve muhakkak O’na dönüp varıcıyız]’ dedi. (Bakara 156) “Hemen onun sesine uyandım. Çarşafımla yüzümü örtüp büründüm.
“Bundan sonra Safvan, devesini çöktürdü, ben de hemen kalkıp deveye bindim, kendisi de devenin yularını çekerek ilerlemeye başladı.” “Nihayet asker, konak yerine inip yerleştiği sırada idi konak yerine getirdi.” İbni Hişam es Sîre, 3:310-311; 2: 298 Müslim, 8:113-114.
Başmünafığın Durumu Değerlendirmesi
Safvan bin Muattal, Hz. Âişe Validemizi deve üzerinde getirirken, münafıkların başı Abdullah bin Übeyy’le karşılaşmışlardı. Abdullah bin Übeyy, “Bu kimdir?” diye sordu.”Âişe’dir” dediler. Kavmi arasında itibarı oldukça sarsılan, baş münafık bu masum hâdiseyi diline dolamak istedi. “Vallahi” dedi, “Ne Âişe, o adamdan dolayı kurtulur, ne de o adam, Âişe’den dolayı kurtulur.” Taberî, 18:89. Ordugâh, baş münafık Abdullah bin Übeyy’in yaptığı iftira ile çalkalandı, Maksadı Efendimizi rencide etmek, Müslümanları birbirine düşürmek, Onların birbirine karşı olan itimatlarını sarsmaktı.
Safvan bin Muattal’ın Tavrı
Safvan bin Muattal ile Hassan bin Sabit arasında eskiden kalma bir husumet bulunuyordu, Onun için iftiraya destek olmuştur. Olayı duyan Safvan büyük bir öfkeye kapılarak kılıcını aldı ve öldürmek kastıyla Hassan bin Sabit’e saldırdı ve onu yaraladı. Bu Resulullah (s.a.v)’e haber verilince Safvan’ın tutuklanmasını emretti. Aslında Safvan kadına ilgi duymayan, erkeklik gücü olmayan (hasûr, kısır) birisi idi. Bunu kendisi de açıkça ifade etmiştir. (İbn Hişam s. 306, Müslim, Tevbe, 57).
Hz. Âişe Söylenenlerden Uzun Müddet Habersizdi
Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy’in başlattığı, Hassan bin Sabit, Mistah bin Üsâse, Hamne binti Cahş ve halktan bazı saf Müslümanların, münafıkların tuzağına düşerek etrafa yaydıkları iftira hâdisesinden Hz. Âişe’nin uzun bir müddet haberi olmamıştı. Bu hususu Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatır: “Medine’ye gelince ben, çok geçmeden ağır bir hastalığa [humma] tutuldum. Bir ay çektim. Meğer bu esnada halk arasında İfk’in iftiraları dolaşıyormuş. Ben ise olanlardan bütünüyle habersizdim. “Yalnız hastalığımda beni şüphelendiren bir husus vardı: Nebî’den (s.a.v) daha önce hastalandığım zamanımda görmüş olduğum lütuf ve şefkati bu hastalığım esnasında görmüyordum. Ve adımı bile zikretmeden ‘Hastanız nasıl?’ diyor ve bununla yetiniyordu..” Müslim, 8:114.
Hz. Âişe, İftirâyı Nasıl Ve Kimden Öğrendi?
“Aradan yirmi küsûr kadar gece geçmişti. Hastalığımı atlatmış, nekâhet (iyileşme) devresine girmiştim. “Ben, yine bir gece Mıstah bin Üsâse’nin annesi ile hacet gidermeye çıkmıştım. (Mistah Hz. Ebu Bekir’in evinde yetim büyümüştür.) Mıstah’ın annesi, çarşafına takılarak düşünce, ‘Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!’ diyerek oğluna bedduâ etti “Ben ‘Ey ana! Ne diye oğluna beddua ediyorsun?‘ Bedir Savaşında bulunmuş bir zata sövülür, beddua edilir mi?’ dedim. (“Ahmet bin Hanbel, Hz. Cabir’den rivayetle: Bedir’e katılan hiç kimse ateşe girmeyecektir.” buyurmuştur. Ebu Davud: “Ben size mağfiret ettim.) “O, ‘Vallahi ben, ona senin aleyhinde söylediklerinden dolayı beddua ediyorum’ dedi. “O, neler söylemiş?’ diye sordum.”Bunun üzerine, iftiracıların söylediklerini bana teker teker anlattı. Sîre, 3:311-312; Müslim, 8:114; Tirmizî, 5:332-333.
Peygamberimizin Ashabıyla İstişâresi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe aleyhinde yapılan iftirânın etrafta konuşulduğu günlerde vakitlerinin çoğunu evinde geçiriyor, pek dışarı çıkmıyordu. Konu ile ilgili vahyin gelmesi gecikince, ashabıyla konuştu, onların fikirlerini aldı.
Hz. Ömer fikrini şöyle ifade etti: “Yâ Resûlallah! Hâşâ! Bu büyük bir bühtan ve iftiradır. Kesinlikle biliyorum ki, bu, münâfıkların yalanlarından birisidir. Hz. Âîşe’nin nikâhının Allah tarafından kıyıldığını hatırlatarak, Allah’ın temiz olmayan bir kadınla onu nikâhlamayacağını söyledi.
Hz. Osman ise görüşünü şöyle açıkladı: “Yâ Resûlallah! Allah, üzerine insan ayağı basmasın yahut yeryüzündeki pislikler üzerine düşmesin diye gölgenizi yere düşürmekten korumaktadır. “Böyle gölgenizi bile hiç kimseye çiğnetmezken, nasıl olur da sizin âilenizin namusunu herhangi bir kimsenin kirletmesine meydan ve imkân verir?”
Hz. Ali de kanaatini şöyle ifâde etti: “Yâ Resûlallah! Bir gün bize namaz kıldırıyordun. Namaz içinde iken, ayakkabılarınızı çıkartmıştınız. Size uyarak biz de çıkartmıştık. ‘Temiz olmadıkları için, onları çıkarmamı bana Cebrâil emretti’ demiştiniz. Pislik bulaştığından dolayı çıkarmanız size emredildiği halde, ailenize, namus kirletecek kötülüklerden bir şey bulaşsın da, size emredilmesin, olur mu hiç?” İnsanü’l-Uyûn, 2:624-625. Resulullah için kadının çok olduğunu belirtti. Bir de Hz. Âîşe’nin hizmetçisinin sorguya çekilmesini teklif etti.
Hz. Âişe Validemizin hizmetçisi Hz. Berire’nin de görüşünü sordu. Hz. Berire, “Yâ Resûlallah,” dedi, “seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onun hakkında kusur olarak sadece şunu söyleyebilirim: Kendisi çok genç bir kadındı. Ev halkının hamurunu yoğururken uyuya kalırdı da, evde beslenilen koyun gelir, hamurunu yerdi. İbni Hişam es Sîre, 3:313-314; Müslim, 8:115.
Hz. Zeyneb binti Caşh. (r.a.) Peygamberimizin zevceleri arasında güzelliği ve Efendimiz yanındaki mevkii ile kendisini Hz. Âişe Validemizle eşit görür ve zaman zaman rekabet ederdi. Buna rağmen Hz. Âişe hakkında bu hususta en küçük bir kötü zanna kapılmamış, Bu olayı istismar etmemiştir. Resûlullah bu hususta onun görüşünü sorunca, şu cevabı vermişti: “Yâ Resûlallah! Ben işitmediğimi ‘işittim’ demekten, kulağıma gelmeyeni ‘duydum’ demekten kulağımı ve görmediğimi ‘gördüm’ demekten gözümü korurum. Vallahi, ben onun hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyorum.” demiştir. Müslim, 8:118.
Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî hanımına: “Senin hakkında böyle bir şey söylense kabul eder misin?” diye sordu. O, “Hâşâ, asaletli ve şerefli bir İnsan böyle bir şey yapmaz.” cevabını verdi. Eyyüb el Ensari “Öyle ise Aişe senden daha hayırlıdır.” Demiştir. (İbn Hişâm, s. 302).
Şahsiyetli Müslümanlarının tavırlarının nasıl olduğunu bizlere göstermişlerdir.
Münafıkların İslam Toplumunu Yıpratma Çabaları
Bu sefer esnasında münafıklar, Mekkeli Muhacir Müslümanlarla, Medine’nin yerlisi Ensar arasına fitne sokmaya da çalıştılar. Bunun için bölge ve kabile taassubunu kullandılar. İki Müslüman grubu birbiriyle kılıca sarılacak hale getirmiştir, olay Resulullah (s.a.v) tarafından önlenmiştir.
Resulullah (s.a.v) iftira olayıyla ilgili olarak durumu bir de Ashaba bildirmek üzere minbere çıktı “Ey Müslümanlar cemaati! Ailem aleyhindeki iftirasıyla beni üzüntüye düşüren bir şahsa karşı bana kim yardım eder? Hâlbuki vallahi ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. İftiracılar öyle bir adamın ismini de ileri sürdüler ki, ben onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum.” (Saffan bin Muattal). Es Sîre, 3:312; Müslim, 8:115i Tirmizî, 5:332.dedi. Bu konuda onların yardımını istedi. Ensardan Sa’d b. Muaz: “Ey Allah’ın Resulü, sana ben yardım edeceğim. İftiracı Evs kabilesinden ise, ben onun boynunu vururum. Eğer Hazrec’li kardeşlerimizden ise, bize emredersin, emrini yerine getiririz” deyince, Hazreclilerden Sa’d b. Ubade buna karşı çıktı. Yalan söyledin, Allah hakkı için onu öldüremezsin buna gücün yetmez dedi. Üseyd bin Hudayr Sad’a sen yalan söyledin, Vallahi onu öldürürüz. Sen bir münafıksın, münafıkları savunuyorsun, dedi. Karşılıklı atışmalar neticesinde çıkan anlaşmazlığı Resulullah (s.a.v) yatıştırdı. Münafıklar Ensar’dan Evs ve Hazreç kabileleri arasına da fitne sokmakta başarılı olmuşlardır. Allah Rasulü (s.a.v.) olmasaydı olay çok vahim sonuçlanabilirdi.
“İftirâyı atanlar, içinizden bir zümredir.” Bunu sizin için bir şer saymayın. Aslında bu sizin için bir hayırdır;” (Nur 11) Müslümanlar dış tehdit, kâfirlere karşı mücadele yöntemleri konusunda tecrübe kazanmışlardı, fakat iç tehdit Münafıklara karşı mücadele, yöntem, davranış konusunda yeterli tecrübeleri yoktu. Olayla ilgili ayetlerin bir ay inmemesi, Müslüman toplum içindeki münafıkların açığa çıkmasını sağlamıştır. Küçük hesaplar için münafıkların iftiralarına destek olan Müslümanların ne büyük toplum tahribatına yol açabileceği, Müslümanlar arasına ne büyük fitne, ayrılık tohumları atabileceği tecrübe edilmiştir. Bizlere de bilgimiz olmayan iftiraların peşinden gitmememiz, ayetlerle ders olarak bizlere verilmiştir.
Peygamberimizin, Hz. Âişe İle Konuşması
Hz. Aişe’ye iftirâ edilişin üzerinden bir ay gibi uzun bir müddet geçmiş olmasına rağmen, Resûl-i Ekrem Efendimize (s.a.v) bu hususta herhangi bir vahiy inmedi. Mescid’de Ashabına irad ettiği hitabesinden birkaç gün sonra Hz. Ebû Bekir’in evine vardı. Selâm verdikten sonra, Hz. Âişe’nin yanına oturdu ve şöyle dedi: “Ey Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnatlardan uzak isen, yakında Allah, seni onlardan beri ve uzak tuttuğunu açıklar. Yok, eğer böyle bir günaha yaklaştınsa, Allah’tan af dile ve Ona tevbe et! Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra da tevbe edince, Allah da ona afv ile muamele eder.”demiştir.
Hz. Âişe o andaki durumunu da şöyle anlatır: “Resûlullah (s.a.v) sözlerini bitirince Vallahi, Ben anladım ki, siz halkın yaptığı dedikoduyu işitmişsiniz. Hattâ, onlara inanmış gibisiniz! Ben, size o kötülükten uzağım, desem Allah biliyor, inanmayacaksınız. Farazâ, kötü bir iş yaptım, desem, Allah biliyor, hemen inanacaksınız. Artık, bana düşen güzel bir sabırdır. (Yusuf 18) Söylediklerinize karşı ancak Allah’tan yardım istenir” demiştir. Müslim, 8:116.
Peygamberimize Vahyin Gelişi
Henüz Resûl-i Kibriyâ Efendimiz yerinden kalkmamıştı. Ev halkından da hiç kimse dışarı çıkmamıştı. Peygamber Efendimize hemen orada vahiy geldi. Hz. Âişe o ânı da şöyle anlatır:
“Resûlullahı, vahyin ağırlığı ve şiddetinden terlemek gibi vahiy alâmetleri bürüdü. Vahiy sırasında kış günleri bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü.
“Vallahi, ben ne korktum, ne de aldırış ettim. Çünkü o fenalıktan uzak olduğumu ve Allah Teâlâ’nın bana zulmetmeyeceğini biliyordum. Annemle babamın korkularından ödleri kopuyor, cansız düşüvereceklerini sanıyordum.” Sîre, 3:315; Müslim, 8:117.
Vahiy hâli, kalkınca, sevincinden gülüyordu. Hz. Âişe’ye, “Müjde ey Âişe! Yüce Allah, seni kesin olarak tebrik etti! Yapılan iftiradan beri ve uzak kıldı” dedi. Müslim, 8:117; Müsned, 6:197
Aişe annemiz, “Hamd Allah’a, ne sana nede ashabına olsun dedim.” Annem, kalk ona dedi. Ben, “Vallahi ne ona kalkarım ne de beratimi indiren Allah’tan başkasına hamd ederim” dedim. Aişe annemiz Resul’e olan kırgınlığını bu şekilde ifade etmiştir.
Cenâb-ı Hak, konu ile ilgili olarak Resulüne indirdiği âyet-i kerimelerde şöyle buyurdu:
“İftirayı atanlar, içinizden bir zümredir. Bunu sizin için bir şer saymayın. Aslında bu sizin için bir hayırdır; böyle imtihanlar sizin sevaba erişmeniz için birer vesile teşkil eder. İftira atanların her birinin, o günahtan kazandığı bir hisse vardır. Onlardan günahın büyüğünü üzerine alan kimse için ise pek büyük bir azap vardır. Nur 11)
“O iftirayı işittiğinizde, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların, kendileri hakkında hayır düşündükleri gibi mü’min kardeşleri hakkında da hayır düşünerek, ‘Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? (Nur 12)
Böylece Cenâb-ı Hak vahiy ile Hz. Âişe hakkında söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğunu haber vererek, hem Resulünün temiz ruhunu ve pak vicdanını üzüntüden kurtardı, hem Hz. Ebû Bekir’in şahsiyetinin küçük düşürülmesine müsaade etmedi, hem de Müslümanlar arasında zuhur eden fitne ve fesadın büyümesine fırsat vermedi.
Bu mesele Hz. Aişe’nin meselesi değildir, sırf onun şahsını ilgilendiren bir olay değildir. Hz. Peygamberin şahsını ve o günkü toplum içindeki görevini ve peygamberliğini ilgilendirmiştir. Onların şahsında İslam’a, inanç sistemine yönelik bir iftiradır, toplumun gözünde resulü, onun ailesini küçük düşürmeye yönelik bir komplodur. Allah (cc) bu asılsız sorunu çözümlemek, planlı komployu başarısız kılmak, İslâm’a ve İslâm’ın peygamberine karşı başlatılan savaşa müdahale etmek, ayrıca Allah’tan başkasının bilmediği yüce hikmeti ortaya koymak için bir ay gecikmeli vahiy göndermiştir.
En Üstün Beraat (4 Beraat edilenler)
Bir gün Hz. Abdullah bin Abbas’a, Hz. Âişe (r.a) ile ilgili ayetlerin tefsiri soruldu, o da şu izahta bulunmuşlardı: “Yüce Allah, dördü, dört şeyle berâet ettirmiş, yapılan iftiralardan onları temize çıkarmıştır:
1-Hz. Yusuf’u, Züleyhâ’nın kendi ehlinden getirilen bir şahidin dili ile berâet ettirmiştir.
2-Hz. Musa’yı, Yahudilerdin dedikodularından, elbisesini alıp götüren taşla berâet ettirmiştir.
3-Hz. Meryem’i, kucağındaki oğlunu dile getirip, ‘Ben Allah’ın kuluyum’ diye söyletmek sûretiyle temize çıkarmıştır.
4-Hz. Âişe’yi ise, Yüce Allah, Kur’ân’daki o azametli âyetlerle berâet ettirmiştir “Yüce Allah, bunu ancak Resulünün mertebesinin yüceliğini ortaya koymak için yapmıştır.” Nesefî, 3:138.
Çıkarılacak Dersler, Hayırlar
Toplum hayatını dinamitleyen, dostlukları bitiren, aile facialarına yol açan, cinayetlere sebep teşkil eden bu ahlâksızca davranışı engellemek ve mü’minleri eğitmek üzere söz konusu edilen meşhur iftira olayında büyük ders ve ibretler vardır. Bu ayetlerle iftira edenlere, iftiraya uğrayanlara, iftirayı duyanlara nasıl davranmaları gerektiği konusunda ders ve öğütler verilmiş, İslâm ahlâkının önemli ilkeleri bu vesile ile bir daha hatırlatılmıştır. Bu arada Müslümanların içine sızmış bulunan bazı münafıkların perdeleri düşmüş, kötü duygularına mağlûp olan veya dedikoduya kapılan birkaç mü’min de büyük bir imtihan geçirmiş, sonra tevbe ederek temizlenmişlerdir. İftira olayı derin üzüntülere sebep olsa da manevî getirişi bakımından mü’minlerin hakkında hayırlı olmuştur. “İftirayı atanlar, içinizden bir zümredir. Bunu sizin için bir şer saymayın, aslında bu sizin için bir hayırdır; (Nur 11)
Ahlâksızlığın yaygınlaşması hem fiilen ahlâka aykırı davranışları hem de bunların dedikodusunun, sohbetinin yapılmasını, tabii bir olaymış gibi kınamadan konuşulması, topluluk içinde birçok kötülük, zamanında ve yeterli tepki gösterilmemesi sebebiyle yayılmakta ve yerleşmektedir. Erdemli bir toplulukta ancak erdeme uygun davranışlar açıkça ve takdir edilerek konuşulur, sohbet konusu olur; çirkin ve kötü olaylar ise yalnızca gerektiği kadar dile getirilir ve erdem ölçülerine göre değerlendirilir, ıslah çareleri üzerinde durulur. Topluluk içinde erdemsizliğin yaygın hale gelmesi öncelikle yasaklar ve cezalarla değil, toplumun erdem ve erdemsizlik karşısında takındığı tavırla engellenebilir. “İman edenler hakkında çirkin söz ve hareketlerin yayılmasından hoşlananlar için dünyada da, ahirette de pek acı bir azap vardır. Allah her şeyi bilir; siz ise bilmezsiniz. (Nur 19)
“Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve rahmeti olmasaydı ve Allah pek şefkatli ve pek merhametli olmasaydı, helâk olup giderdiniz.”(Nur 20)
İslâm ahlâkında “kötülüğe karşı iyilikle muamele etmek” kuralı vardır. Temel insanlık nitelikleri bozulmamış insanları ıslah etmenin, kötü yoldan çevirmenin, yeniden erdemli topluluğa katmanın yollarından biri de budur. Hz. Ebû Bekir de yeminini bozmuş ve yardıma devam edeceğini söylemiştir. (d.i.a. tefsiri)
Gaybı yalnızca Allah (cc) bilir. Resul gaybı, her şeyi bilemez. Ancak kendisine bildirilenleri bilebilir. (Resul iftiranın gerçekliği ile ilgili bilgi sahibi değildir. Bir ay konuyla ilgili vahiy gelmediği için konuyu kendisi araştırmıştır.)
Planlı, programlı iç tehditlerin ve buna destek olanlar sayesinde İslam toplunun temellerinin nasıl dinamitlendiği, (ensar, muhacir-evs, hazreç) büyük emek ve zahmetle oluşturulan İslam kardeşliğinin özensiz söz ve dedikodularla nasıl parçalanabileceği bizlere ders olarak gösterilmiştir. “O zaman siz o iftirayı dilden dile naklediyor ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağzınıza alıp söylüyor, bunu da basit bir iş sayıyordunuz. Hâlbuki o, Allah katında pek büyük bir günahtır. (Nur 15)
İffetli kadına iftira atmanın ne büyük suç olduğu ortaya çıkmıştır. Hakkında hiç bir şey bilmediğimiz şeyleri konuşmak yaymak çok büyük azap vesilesidir. Boş boğazlık ve dedikodunun ne kadar zararlı olabileceği gösterilmiştir. İftira atanlar dışında gülenler, susanlar, dinleyenler, yayanlar, laf olsun diye dillerine dolayanlar, herkesin durumuna göre günah ve ceza vardır. “Bu iftirayı ispat etmek için dört şahit getirmeli değiller miydi? Madem şahit getirmediler; o halde Allah katında onlar yalancıların tâ kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, içine daldığınız şey yüzünden size pek büyük bir azap dokunurdu. (Nur 13,14)
Allah (cc) Resulünün ve ailesinin temizliği ve paklığı konusunda. Sonradan bunları dillerine dolamak isteyenleri, ayetleriyle cevaplamış bu tür iftiraların önünü kesmiş oluyor.
“Ayetlerini de Allah size böylece açıklıyor, Allah her şeyi hakkıyla bilen, her işi hikmetle yapandır.(Nur 18)
Sabrın sonucunda mutlaka hayır ve mükâfat vardır. Bu hadisede olduğu gibi her iftira olayı mutlu sonla bitmeyebilir. Bizler de iftirayla karşılaşabiliriz, bize düşen sabretmek ve karşılığını Allah’tan (cc) beklemektir. Bu dünyada kendimizi temize çıkaramasak ta, Ahiret var ve herkes yaptığının karşılığını orada bulacaktır. Böyle bir iftira hadisesi başımıza geldiğinde, Bu iftira illaki iffet olmayabilir, hırsızlık, gasp veya başka bir iftira çeşidi de olabilir. Bu durumda bize düşen, kendimizi temize çıkarmak için elimizden geleni yapmak, sonrada, “Artık, bana düşen güzel bir sabırdır.” (Yusuf 18) Ayetinde olduğu gibi, hem Yusuf (a.s), hem Aişe (r.a) annemiz gibi sabretmektir.
NOT:Genç Birikim Dergisinin 170.Sayısında (Temmuz-2013) yayınlanmıştır.