Hüküm Allah’ındır
Arşiv Yazarlar

Hüküm Allah’ındır

Rabbimiz, bizleri yarattı, başıboş bırakmadı, bizlere peygamber gönderdi, eğitici olarak kitap gönderdi, gittiğimiz yolu görmemiz ve koyduğu kurallara uymamız için. Güç ve kuvvet, Allah’a aittir. Rabbimiz, hâkimiyet, yasa, kanun, düzen, nizam koyucu olarak kendisini tanımamız için gerekli olan her türlü imkânları bizlere sunmuştur.
Dinimizin adı “İslam”. Kuralları tevhid akidesine dayalı bir dindir. İnsanların kulluk yapacakları, emir ve yasaklarına uyacakları, yaşamın tamamını kapsayan, başkasının kural ve düzen koyamayacağı bir din. Rabbimiz, gizli kapaklı hiçbir şey bırakmamıştır. Kullarını dünya hayatında karşılaşacakları problemlere, sıkıntılara çözüm bulmak için başka bir kaynağa muhtaç bırakmamıştır. Ve şöyle buyurmaktadır: “(De ki): Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab’ı açık olarak indiren O’dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur’an’ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!” (Enam, 114).
Kur’an’ı anlayacağımız şekilde indiren Rabbimiz kesinlikle hiçbir alanı eksik ve anlaşılmaz bırakmamıştır. Yani bu kadar net, açık bir kitabımız var. Buna rağmen Allah’tan başkasının hükmüne ihtiyaç duymanın ne gereği var? Bir tek İlah vardır. Buna göre bir tek hükmedenin bir tek kanun koyucunun ve sadece onun kurallarına, yasalarına uymak gerekir. Bu bağlamda tek bir şeriat tek bir düzenin olması zorunludur. Yani demek oluyor ki Allah’ın indirdiklerine tabi olmak kesinlikle itaat etmek ve onunla hükmetmek imandır, İslam’dır. İslam’dan başka düzenler batıldır ve boştur.
“La İlahe illallah”ın manasını bilip de onun manasına göre hareket etmeyenler, Allah’ın huzuruna gideceklerini unutmamalıdırlar. Veya Kelime-i Tevhid’in manasını bildiğini iddia edenler, Allah’ın hükümlerini umursamadıkları müddetçe unutmasınlar ki “La İlahe illallah”ın manasını bilmemektedirler. Çünkü bilseler, şirkten uzak dururlar, Allah’ın emir ve yasaklarına tam manasıyla uyarlar, kınayıcının kınamasından korkmazlar. Ona göre hareket ederler. Bir insan “La İlahe İllallah” dediği zaman, neleri reddedip neleri kabul ettiğinin farkında olmalı. “La İlahe” şu demek oluyor: Allah’ın önüne geçmek isteyen, onun karşısında kanun çıkaran, yasa çıkaran, kural koyan tüm sahte ilahları, beşeri sistemleri, ideolojileri reddettiğinin beyanıdır. “Ben, sizin hiçbirinizi kabul etmiyorum, kurallarınızı, sistemlerinizi reddediyorum, sizi tanımıyorum” demektir. Daha sonra bunları reddettiğinde tertemiz hiç kimseye bağlı kalmadan Allah’a söz veriyoruz. Redden sonra “İllallah” diyoruz; yani “Ya Rabbi, ben, bütün beşeri sistemlerden, onları çıkaranlardan, senin karşına yasa, kanun çıkaranlardan, tağutlardan beriyim. Senin emirlerine ters insan aklından çıkan düşünce, fikir, kanun, yasa ne varsa hepsini reddettim, tertemiz sana teslim oldum. Sen, benim Rabbimsin; ben, sana itaat eder ve senden yardım isterim” demektir. Günümüzde ne yazık ki “La İlahe İllallah”ı sadece söylüyorlar, gereğini yerine getirmiyor Müslümanlar. Kuru bir kelimeden öteye geçmiyor maalesef. Düşünün ki bir bardak su doldursak masaya koysak suyu içmeden “ben içtim, ben içtim” diye defalarca tekrarlasak suyu içmiş olur muyuz? Elbette olmayız. Suyu elimize alıp içmemiz gerekir. Kelime-i Tevhid’in durumu da buna benziyor. Sadece söyleniyor, neyi reddedip neyi kabul ettiklerinin farkında dahi değil günümüz Müslümanları. En acısı da Müslümanlar, bildiğini iddia edip bu kelimenin gereğini yapmıyorlar. Kâfir yasa ve kanunlarını o kadar benimsemişler ki ne söylersen söyle işlemiyor. “Doğru söylüyorsun ama” deyip şirke kapı açıyorlar. Rabbim hidayet versin. Nasıl ki bir dükkanın, bir fabrikanın, bir evin kuralları varsa Rabbimiz de bizi yaratan ve bizi eksiksiz dizayn edendir. Her alanda bütün peygamberlerin tebliğ ettiği din, esas itibarıyla İslam ile aynıdır, aynı kaynaktan gelmedir. Rabbimizin insanlar tarafından benimsenip kabul edilmesini, başka bir dini kabul etmeyeceğini bildirdiği tek din, İslam’dır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim” (Mâide, 3).
Nasıl ki fabrikanın, evin kuralları varsa İslam dininin de kuralları vardır ve Rabbimiz evrende şeksiz, şüphesiz hüküm sahibidir. O’ndan başka hiçbir beşerin kanun, yasa koyma yetkisi yoktur, olamaz. Rabbimiz, başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde Tâğut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan, onları büsbütün saptırmak istiyor” (Nisa, 60).
Tağut nedir acaba, kimler tağuttur? Hakka, hakikate ve imana karşı gelen, Yüce Allah’ın kulları için çizdiği nizama ve hududa tecavüz eden, Allah’a karşı asi olan, Allah’ın yasalarını beğenmeyip kendi yasa ve kurallarını koyan her kişi, her kurum tağuttur. Allah’a başkaldıran, haddi aşan, kendisine zorla veya gönül rızalığıyla ibadet edilip mabut tutulan, Allah’ın kullarının maliki ve hâkimi olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan her insan, tağuttur. Allah’ın giyim kuşam kurallarını beğenmeyip kendi kurallarını koyan, Allah’ın miras hukukunu beğenmeyen, Allah’ın kurallarını bildiği halde kendi aklından Allah’ın haramlarını helalmiş gibi gören, ilahlığa kalkışan her insan, tağuttur. Kısacası Allah karşısında bilgi iddiasında bulunan her insan, tağuttur. Rabbim, bizleri tağutların şerrinden korusun.
Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah, işitir ve bilir. Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar, cehennemliklerdir. Onlar, orada devamlı kalırlar” (Bakara, 256-257).
Dinde zorlama yoktur yani kâfirleri dine girmeleri konusunda zorlama yoktur. “Ben Müslümanım” diyenler, eğer ki kendi rızasıyla Allah’ın din olarak belirlediği İslam dinini kabullenmişse hiç şüphesiz Allah’ın bütün kurallarını, yasalarını, kanunlarını, emirlerini, yaşam tarzını kabul etmiş olur. “Ben, kılık kıyafet kurallarını beğenmedim; ben, miras taksimini beğenmedim; ben, Müslümanların kardeş olma ilkesini beğenmedim; ben, Kur’an’a göre yönetim şeklini beğenmedim” demesinin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü Müslüman olman için seni kimse zorlamadı kendi iradenle İslam dinini seçmişsen kurallarına da harfiyen uymak zorundasın! Ya kâfir olacaksın ya da Müslüman olacaksın! Müslüman olduğun halde Allah’ın kanunlarını beğenmezsen insan aklından çıkan kurallara meyledersen, onları beğenirsen bu durumda da şirke düşmüş olursun. Şirk ise çok acı bir durumdur. Allah’ın tek affetmeyeceği, şirktir. Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur” (Nisa, 48).
Şirk, Allah’a eş ve ortak koşma, ortak isnat etmek demektir. “Allah bilirse ben de bilirim” demektir. En büyük zulüm olan şirk, kulun ebedî olarak cehenneme girmesine sebep olur. İnsan, kendisini ebedî azâba müstahak ettiği için, nefsine en ağır şekilde zulmetmiş olur.
Tevhid ve şirk, kesinlikle birbiriyle bağdaşamaz. Çünkü ikisi de ayrı ayrı dindir. Tevhid hak din, şirk ise batıl dindir. Tevhid’i benimseyen birisi, Allah’tan başka kanun, yasa ve emirlerine uymaz. Şirk koşan ise Allah’tan başka yasa ve kanun yapanların emirlerine boyun eğer ve uygular. Lokman (a.s.) şöyle buyurur: “… Ey oğulcuğum! Allâhʼa ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür” (Lokman, 13).
Gerçek bir mümin, Allâhʼın varlık ve birliğine şeksiz şüphesiz îmân etmiş kimsedir. Dolayısıyla kâinattaki bütün tasarruflarda Allah’ın yegâne hükümrân olduğunun şuur ve idrâki içinde yaşar. Zira tevhîd inancının ortaklığa tahammülü yoktur.
Bizi yaratan Rabbimiz, bizim bütün hayatımızda yetki sahibidir. O’ndan başka hüküm ve kanun koyucu yoktur. Güç ve kuvvet, O’nundur; başka hiçbir varlığa Allah gibi itaat yoktur, olmamalıdır.
Kişi, İlah edinme noktasına da dikkat etmelidir. İlah, kelime manası şöyledir; birisine ısınmak, alışmak, korkmak, başkasının koruması, kurtarması aşırı sevgiyle birisine yönelmek, düşkün olmak, kulluk etmek, örtünmek, gizlenmek gibi manalara gelir. Bu manalara gelen kelimeler, İlah kökünden türetilmiştir. Bu bağlamda kişi, patronundan korktuğu için namaz kılmazsa patronunu İlah edinmiş olur. İşini ön planda tutup çalışmak da ibadettir, diye Allah’ın emirlerini yapmazsa örnek verecek olursak; oruç tutmaz, namaz kılmaz, örtünmesine dikkat etmezse işini İlah edinmiş olur. Veya kişi, “Benim kocam her şeyi bilir, o yanlış bir şey yapmaz, söylemez” kocası, “bundan sonra kapanmayacaksın, senin açık olmanı istiyorum, giyimini kuşamını değiştirmeni istiyorum” ve her söylediğine günah olduğuna bakmaksızın itaat ederse kocasını İlah edinmiş olur. Tam tersi de aynı şekilde olmaktadır.
Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını) (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki onlara, ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır” (Tevbe, 31).
Adiy b. Hatim (r.anh) diyor ki: Ben, Rasulullah’ın yanına gittim. Boynumda altından bir haç bulunuyordu. Bana dedi ki: “Ey Adiy, bu putu çıkarıp at.” Ben onun, Tevbe suresinin “Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryemoğlu İsa Mesihi, Allah’tan başka rabler edindiler.” âyetini okuduğunu işittim. Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasulu, biz onlara ibadet etmiyorduk ki.” Rasulullah da buyurdu ki: “Dikkat edin, Yahudi ve Hristiyanlar, din adamlarına tapmıyorlardı. Fakat onlar, hahamlar ve papazlar kendilerine bir şeyi helal kılınca onu helal sayıyorlardı, bir şeyi haram kılınca da onu haram kabul ediyorlardı. (İşte bu, Allah’tan başkasını Rab edinmek demektir.)” (Tirmizi, K. Tefsir el-Kur’ân sure 9 bab: 10, Hadis No: 3095).
Rebi’ demiştir ki, “Bu rablık İsrailoğullarında nasıl idi?” diye Abdul’âliye’ye sordum. O da “Genellikle Allah’ın kitabında hahamların sözlerine aykırı olan âyetler bulurlar, bununla beraber kitabın hükmünü bırakırlar da hahamların sözlerini tutarlardı.” dedi.
Bu rivayetler şunu gösterir ki, herhangi birini rab edinmiş olmak için ona “rab” adını vermiş olmak şart değildir. Allah’ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmayarak, onun emrine uymak ve özellikle de dinin hükümlerine ait olan hususlarda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse, ne emrederse doğru farz etmek, ona uyduğu zaman Allah’ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek, onun emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir. Müslüman, vahiyden ayrılmamalı, her konuda ona danışmalı, vahiyden habersiz olanlara göre her yaptıkları doğru olur. Bu da Allah’ın emirlerinden, hükümlerinden haberdar olmadan akli bir yaşam biçimi olur ki bu da insanların ahirette kaybetmesine neden olur.
Rabbimiz, ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli ilahlar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm, sadece Allah’a aittir. O, size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler” (Yusuf, 39-40).
Hz. Yusuf, ayette “Birçok ilah mı iyidir yoksa tek bir ilah mı iyidir” diyor. Ölümlü ilahların kendilerine dahi bir şey yapamayacaklarını ve tek İlah olarak her şeye sahip olan hiçbir şeye muhtaç olmayan hüküm ve hikmet sahibinin Allah olduğunu söylemekte, nitekim güç ve kuvvet Allah’ındır. Kendisinin de yetki sahibi olduğunu düşünenler, şeytanın tuzağına düşmektedirler ve onlar, kesinlikle kaybedeceklerdir. Rabbimiz, başka bir ayetinde de şöyle buyurmaktadır: “Sana da daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitabı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah, dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü, Allah’adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O, haber verecektir” (Maide, 48).
İnsanlar şöyle demek istiyorlar, “Biz, yaratıcıdan daha iyi biliriz.” Bu, mümkün olabilir mi? Kesinlikle olamaz. Ya da “Allah, her şeyi yarattı, her şeyi düzenledi, Peygamber zamanında şeriatı uygulandı ama zaman geçtikçe daha iyi kanun ve yasaları insanlar çıkardı. Allah, o zaman bilmiyordu biz ona öğrettik” demeye çalışıyorlar; böyle bir şey mümkün mü? Ama maalesef insanlar, öyle demeye çalışıyorlar. “Din, devlete karışamaz” diyor kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen insanlar; Allah’ı aciz bırakacaklarını sanıyorlar. “Allah, yağmur versin, kar yağdırsın, sıcak soğuk bunları ayarlasın, rüzgârların hızını ayarlasın, bize rızık versin, iş versin ama bizim düzenimize yaşantımıza karışmasın” demeye çalışıyorlar. Ama kendilerini aldatmaktan öteye geçemez bu düşünceler ve ahirette hesap vermeye elbette gidecekler. Her şeyin sahibi Rabbimizin kurallarına karşı gelmekten kurtulamayacaklar.
Başka ayetlerde de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir” (Maide, 44). “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir” (Maide, 45). “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir” (Maide, 47). Çünkü Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, Allah’ın ulûhiyetini kabul etmediklerini ve Allah’ın ulûhiyetini reddettiklerini ilan etmiş oluyorlar. Bu durumu ağızları ve dilleriyle söylemeseler de davranışları ve pratik hayatlarıyla söylüyorlar. Nitekim kimse kusura bakmasın, Allah’ın şeriatıyla beşerin şeriatı kıyaslanamaz, böyle bir şey düşünülemez. Güç ve kuvvet, O’nundur, hâkimiyet O’na mahsustur ve böyle de olacaktır.
Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!” (Nisa, 105).
Müslüman, Allah’ın emir ve yasaklarına tam bağlı olmalıdır. Hüküm verici olarak sadece Allah’ı kabul etmelidir. Kesinlikle hainlerden Allah’ın kurallarını tanımayanların tarafında olmamalıdır. “Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Maide, 50).
Cahiliye hükmü kâfirlerin olsun. Müslümanlar, Allah’ın emirlerine hükümlerine uygun bir hayatı arzulamalıdır ve o uğurda mücadele etmelidir. Rabbim, bizleri kâfirlerin hile ve tuzaklarından muhafaza eylesin, bizleri tevhitten ayırmasın, sırat-ı müstakimde ayaklarımızı sabit kılsın ve tevhid üzeri son nefesimizi vermeyi bizlere nasip etsin. Âmin.
Emrah DOĞRU
Faydalanılan Eserler:
– Tefhimu’l-Kur’an, Mevdudi
– Fî zilâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub
– Kavramlarla İman Esasları, A. Muhsin Toprak

GRUBA KATIL