Halife Vahdeddin ve Saltanatın Kaldırılması -II
Arşiv Yazarlar

Halife Vahdeddin ve Saltanatın Kaldırılması -II

Saltanatın Kaldırılmasında İngilizlerin Rolü!

Saltanatın kaldırılmasında en önemli fırsatı ise yine İngilizlerin öncülüğündeki İtilaf devletleri vermişti. İşgalci güçler, İstanbul ve Ankara ayrımını keskinleştirecek hatta aradaki bağı tamamıyla koparacak yeni bir adım attılar. Bu adım, Mustafa Kemal’e uzun zamandır beklediği fırsatı vermişti. Bu adım, hem İstanbul’un hem de Ankara’nın 17 Kasım 1922’de toplanacak Lozan Konferansına 27 Ekim 1922 tarihinde yaptıkları çağrı olmuştu. Bu çağrı ve “Tevfik Paşanın imzası ile ‘Ankara Büyük Millet Meclisi Reisliğine’ gelen 29 Ekim 1922 tarihli teli, bardağı taşıran son damla olmuştu; bunda: ‘Eğer Babıali, barış konferansına katılmazsa, devletin altı asrı aşan bir zamandan beri müesses ve mahfuz olan ve bütün İslam âleminin ilgili olduğu tarihi benliğinin çökeceği’ yazılı idi. Ayrıca yine bu telde; ‘… Büyük Millet Meclisi’nin konferansa katılmaması ise, bütün cihanın büyük bir istek gösterdiği ve beklediği barışı çıkmaza sokacaktır. Bu ağır sorumluluğu, ne Padişahın hükümeti ne de Büyük Millet Meclisi yüklenebilir’ denmişti.”[1] Ankara, hem bu çağrıya hem de Tevfik Paşa’nın teklifine sert tepki gösterdi. Ankara’da Meclis’te yoğun tartışmalar olmuş ve söz alan 16 konuşmacı, Bab-ı Ali hükümetine veryansın etmişlerdir. Mustafa Kemal’e göre saltanatın kaldırılması için psikolojik an gelmiş bulunuyordu. Hilafete dokunmadan padişahlıkla halifeliğin ayrılması, cismani iktidarın ortadan kaldırılıp ruhani iktidarı temsilen bir kişinin bırakılması, bu iktidarın da dini olacağı fakat hiçbir suretle siyasi fonksiyonunun olamayacağı üzerine görüşler öne sürüldü.

Meclis’in 30 Ekim’deki celsesinde, İstanbul’u ve bilhassa Vahideddin’i ziyadesiyle endişelendirecek bir hadise daha oldu: Başkanlık kürsüsünde Mustafa Kemal Paşa vardı ve Diyarbakır Mebusu Hacı Şükrü, başkanlığa bir takrir verdi. Takrirde, “İslam’ın mukaddesatına ve İslamiyet’e karşı şeytandan daha kötü ve şen’i olarak son asırda saldırgan bir Lloyd George türemişti. Meğer şeytandan, Lloyd George’dan daha fena alçaklar varmış. Sorar mısınız? İşbu vesikayı yollayan ve düşünenler. Öyle ise başta Vahideddin olduğu halde besmele ile bunları bütün İslamlar’ın taşlamasını teklif ederim” deniyordu.

Bu metnin arkasından başka takrirler geldi. İstanbul Mebusu Neş’et Bey, “Derhal bir İstiklal Mahkemesi’nin kurulmasıyla İstanbul’da kendilerine hükümet adı veren şahıslarla fuzuli olarak millet namına söz söylemek ve harekette bulunmak isteyenler hakkında ceza tayinini teklif ederim” diyor; Burdur mebusu İsmail Suphi Soysallı, barış konferansına Türkiye Büyük Millet Meclisi dışından katılmak isteyenlerin Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na göre cezalandırılmalarını istiyordu.

Mustafa Kemal Paşa, bu ve aynı konuda verilmiş öteki takrirleri beraberce oya koydu ve kabul edildiğini açıkladı.

Meclis, hükümdarla kabinesini muhakeme etmeye karar vermiş, muhakemenin şeklini ileriye bırakmıştı. Ama konu bir daha ele alınmadı. Aynı gün Meclis Başkanlığı’na, altında 79 imza olan altı maddelik bir başka teklif daha verildi:

“1. Osmanlı İmparatorluğu, otokrasi sistemiyle beraber sona ermiştir.

  1. Türkiye Devleti namıyla genç, dinç, milli halk hükümeti esasları üzerine müesses Büyük Millet Meclisi Hükümeti teşekkül etmiştir.
  2. Yeni Türkiye Hükümeti, sona eren Osmanlı İmparatorluğu yerine kaim olup onun milli hududlar içerisindeki yegâne varisidir.
  3. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’yla hükümranlık hakları milletin kendisine verildiğinden, İstanbul’daki padişahlık yok olmuş ve tarihe intikal etmiştir.
  4. İstanbul’da meşru bir hükümet mevcud olmayıp İstanbul ve civarı da Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Binaenaleyh onların iradesi de Büyük Millet Meclisi memurlarına tevdi edilmelidir.
  5. Türkiye Hükümeti, meşru hak olan Hilafet makamını esir bulunduğu ecnebiler elinden kurtaracaktır.”

Altı asırlık imparatorluğun tarihin sayfalarına doğru süzülmesi işte bu metnin oylamaya konulmasıyla başladı.

136 milletvekili oy kullandı, 134 kabul, iki red, iki de çekimser oy çıktı. Muhalif olan İkinci Grup mebusları Meclis’i terk etmişlerdi, çoğunluk yoktu ve 25 oy eksikti. Bu nedenle oylama iki gün sonrasına 1 Kasım’a ertelendi. 31 Ekim günü saltanatın kaldırılmasını isteyen Birinci Grup’la muhalefeti uzlaştırma toplantılarıyla geçti.[2]

Mustafa Kemal’in 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanatın kaldırılması için yaptığı konuşma, Cumhuriyet döneminin değerlendirilmesi açısından çok ilginçtir. Çünkü burada Mustafa Kemal, Meclisi Mebusan’ı etkilemek için tam bir din âlimi gibi konuşmuş, İslam tarihinden, fıkıhtan, peygamberlerden örnekler vererek halifeliğin zaruretine değinip, saltanatın İslâm’da olmadığına işaret ederek saltanatın kaldırılmasını istemiştir.

Mustafa Kemal, söz konusu konuşmada Halifelik makamı içinse -şartlar gereği- “Makam-ı hilafet, İslâm âleminin ruh ve vicdanının ve imanının merkez noktasıdır. Bundan sonra halifelik makamının hem Türkiye’miz için ve hem de bütün İslâm âlemi için ne kadar feyizli olacağını gelecek günler gösterecektir!” diyerek halifeye ve makam-ı hilafete övgüler düzmüştür. (…)[3]

Saltanatın Kaldırıldığı Gün M. Kemal Atatürk’ün Yaptığı Konuşma!

“(…) Tanrının peygamberi ve resulü olan fahriâlem efendimiz, bu Arap kitlesi içinde, Mekke’de dünyaya gelmiş kutlu bir varlıktır. (…)

Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür… Hazreti Adem aleyhisselâm’dan başlayarak adları bilinen ve bilinmeyen, sayıları uçsuz bucaksız denecek kadar çok “nebi”ler, peygamberler, resuller yani yalvaçlar göndermiştir; fakat peygamberimiz vasıtasıyla, en son din ve uygarlık gerçeklerini verdikten sonra, artık insanlıkla vasıtalı olarak temasta bulunmaya lüzum görmemiştir. İnsanlığın idrak, aydınlanma ve gelişme derecesini, her kulun doğrudan doğruya kendisinin kalbine koyduğu insanlarla baş başa bulunduğunu kabul buyurmuştur. Bu sebepledir ki Cenabı Peygamber, “nebi”lerin sonuncusu olmuştur. Kitabı da kusursuz ve mükemmel kitaptır.

Son peygamber olan Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhivesellem, 1394 yıl önce, Rumi takvim ile nisan içinde, rebiyülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tanyeri ağarırken doğdu, gün doğmadan… Bugün, işte o gündür, inşallah büyük tesadüftür (inşallah sesleri). Gerçekten hicri takvim ile bu akşam, doğum gününün yıl dönümüne rastlıyor.

Hazreti Muhammed, çocukluk ve olgunlaşma günlerini geçirdi. Fakat peygamber olmadı, nurlu yüzü, ruha seslenen konuşması olgunluk ve ön görürlükteki eşsizliği, sözlerindeki doğruluk, yumuşaklık ve cesareti ile başkalarından üstün olan Muhammed Mustafa, önce bu özel vasıfları ve kişilikleri ile oymağı içinde “güvenilir Muhammet” adını aldı… Muhammet ül Emin.

Muhammet Mustafa, peygamber olmadan önce, ulusunun saygısını ve güvenini kazandı. Ondan sonra ancak kırk yaşında “nebi” oldu ve kırk üçünde “resul” oldu, kitap sahibi oldu. Âlemin kıvanç duyduğu “Efendimiz” ucu bucağı olmayan tehlikeler içinde, sonsuz dert, acı ve zorluk karşısında yirmi yıl çalıştı ve İslâm dinini kurmak olan “yalvaçlık” görevini başardıktan sonra âlâyı illiyyına erişti. (…)”[4]

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Teşrinisani (Kasım) 1922 günü Meclis birleşiminde yaptığı bu konuşma, birkaç yönden çok ehemmiyeti haizdir:

Birincisi, konuşma ateşli bir hilafet savunuculuğu içerisinde geçmiş ve mecliste çoğunlukta bulunan hilafet taraftarlarına, bir nevi hilafetin kaldırılmayacağına dair bizzat Atatürk’ün diliyle “sened” verilmiştir. Böyle olduğu için de her türlü muhalefete hazırlıklı olan meclisin dindar grubu, ikinci gruba ait milletvekilleri, “biz hilafetin kaldırılacağını sanıyorduk. Yanılmışız. Bizi konuşmalarınızla tenvir ettiniz” diyerek Atatürk’ün yanında yer almışlar ve saltanatın kaldırılmasına halifelik kalkmamak şartıyla “evet” demişlerdir. (…)[5]

İkincisi, İslami içerikli bu konuşma, Meclis’i, özellikle de Meclis’teki bazı sarıklı, cüppeli hocalarını daha da etkilemiş ve Mustafa Kemal hakkındaki düşüncelerinden vazgeçirmeye neden olmuştur. Dolayısıyla Meclis’in çoğunluğu üzerinde bir güven meydana getirmiş ve saltanatlık kaldırılsa bile hilafetin kaldırılmayacağı yönünde ikna olmalarına neden olmuştur. Mustafa Kemal, artık saltanatlığı kaldırma yönünde daha ciddi adımlar atabilirdi. Mustafa Kemal, bu tür konularda daima bu işe muhalefet edecekler kanalıyla konuyu gündeme tercih etmekteydi; nitekim bu konuda da hem Meclis içinde ve üzerinde etkili olan hem de tereddütleri olan Rauf Orbay ile Kazım Karabekir kanalıyla Saltanatlığın kaldırılması için Mecliste lehte konuşma yapmalarını istemiştir: “Padişahlığı ve halifeliği birbirinden ayırarak saltanatı kaldıracağız. Bu kararın yerinde bir karar olduğunu Meclis kürsüsünden söyleyeceksiniz…”

Başvekil Rauf Orbay, hiçbir şey söylemeden odadan çıkmış ve aynı maksatla çağırdığı Kazım Karabekir’i de bu karar doğrultusunda Mecliste konuşma yapmasını istemişti.[6] Nitekim Rauf Orbay ve Kazım Karabekir, Mecliste, saltanatla hilafetin ayrı ayrı şeyler olduğunu ve iki başlı bir devlet olmaması için saltanatın kaldırılması gerektiğini dile getirdiler. Hatta Rauf Orbay Bey, saltanatın kaldırıldığı günün bayram olarak ilan edilmesini teklif etti.

(…) Evet, Rauf Orbay ve Kazım Karabekir, önceleri saltanatın kaldırılmasına karşı oldukları halde neden Mustafa Kemal’in istediği doğrultusunda davranmışlardı? Bu soruya tarihçilerin verdiği cevaplardan birisi, her ikisinin de halifeliğin kalkmayacağına ikna edildiği, halifeliğin kalkmaması için de saltanatın mutlaka kaldırılması gerektiğidir.

Bir diğer yaklaşım ise saltanatın kaldırılması tartışmalarında Mustafa Kemal’in serdettiği, “Efendiler! Bu, bir emri vakidir; söz konusu olan ‘millete saltanatı hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız?’ meselesi değildir. Mesele, zaten emr-i vaki olmuş bir gerçeği ifade etmekten ibarettir.

Bu, behemehâl olacaktır! Burada toplananlar, Meclis ve herkes, meseleyi (tartışmasız) tabii görürse, fikrimce çok iyi olur. Aksi takdirde hakikat gene usulü dairesinde ifade olunur! Fakat ihtimal ki bazı kafalar kesilecektir![7] Sözlerinde cevabını bulacaktır. (…)

Birinci Meclisin 437 kişilik milletvekili toplamının 122’sini Bağlantısızlar, 197’sini Atatürk ve çevresini destekleyen Birinci Grub, 118’ini de muhafazakâr dinci kanat denilen İkinci Grup oluşturuyordu.

1 Kasım 1922 tarihine kadar gruplara bağlı milletvekilleri gece ve gündüz özel temaslar, ikili görüşmeler ve kulis faaliyetleri yürüttüler. 1 Kasım’da Meclis toplanmıştı. Kemal Atatürk, işin yeterince uzatıldığını düşünüyordu. Çünkü Meclis, bu kadar zamana rağmen doğru dürüst bir kanun tasarısı çıkartamamıştı. Nihayet bir tasarı çıkmış ve onda da saltanatın kaldırılması, halifeliğin saltanattan ayrılarak baki kalması isteniyordu. Ancak ikinci gruba mensup bazı hocalar, bu durumun geçici olduğunu, er geç hilafeti de kaldırmak isteyeceklerini anlayınca, “hilafetin saltanattan ayrılmayacağını, hilafetin kudrete dayandığını, kudretin de saltanatla beraber olduğunu” savunmaya başladılar. (…)[8]

Meclisin öğleden sonra yapılan oturumunda bu meseleye müteallik takrirler, üç encümene Teşkilat-ı Esasiye, Şer’iye ve Adliye encümenlerine havale olundu.

“Üç komisyon bir odada toplanmıştı. Riyasetine, Hoca Müfid Efendi seçildi. Meseleyi müzakere etmeye başladılar. Dinişleri Komisyonuna mensup hoca efendiler, hala hilafetin saltanattan ayrı olamayacağını, maruf safsatalara istinat ettirerek iddia ettiler. Biz, çok kalabalık olan bu odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk. Bu biçim görüşmelerin istenilen neticeye varmasını beklemek beyhude idi. Bunu anladık. En sonu, Karma Komisyonu Başkanından söz aldım. Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şunları söyledim: “Malumat-ı diniye yarışına giren hocalar, işi gittikçe çıkmaza sürükleyebilirlerdi. Skolâstik saplantılar istidad gösteriyordu. Neredeyse encümen, hilafet ve saltanatın ayrılmazlığı kararına varacaktı…”

İşte tam bu sırada yine Mustafa Kemal, olaya müdahale etti. “Mecliste, ihtilal meclislerinde görülen bir sahne cereyan etmişti. Gazi Mustafa Kemal, birden ileri yürüdü. Bir mektep sırasının üzerine çıktı ve gayet sert bir eda ile:

“Hâkimiyet ve saltanat, hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vazıulyet olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi. Şimdi de, Türk milleti ve mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu, bir emrivakidir (olup bittidir). Mevzubahis olan millete; saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes, meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir…”[9]

Komisyon üyelerinden Hoca Mustafa Efendi, diğer üyelere de tercüman olur gibi işi kestirip attı:

“Affedersiniz efendim, dedi. Biz meseleyi başka nokta-i nazardan mütalâa ediyorduk. İzahatınızdan aydınlandık…”

Müşterek encümen, bu sert tavırdan sonra derhal, saltanatın kaldırılması kararını aldı. Sonra hemen bir kanun layihası hazırladı. Aynı günde ve Meclisin ikinci içtimaında okundu…

Saltanatın kaldırıldığına dair kanun tasarısı oya konuldu ve reisin sesi duyuldu:

“Müttefikan kabul edilmiştir!”[10]

Bu sesten sonra, “Menfi bir ses işitildi: ‘Ben muhalifim!’ Bu sada, (söz yok!) sadalarıyla boğuldu.[11] Müttefikan değil, ekseriyetle karar alınmıştır” diyebilen tek ses, İzmir suikastında suçsuz olmasına rağmen idam edilen Ziya Hurşit’tir.” Ancak bu muhalif sese rağmen Mustafa Kemal’in ve Meclisteki bir kısım milletvekillerinin “söz yok” demelerinden sonra resmen Osmanlı Saltanatının kaldırılması kararı alınmış oldu.

Meclisin, saltanata son veren kararı, bir bildiri ile birlikte içte ve dışta ilan edildi.

Saltanatın kaldırılmasına dair olan 1 Kasım 1922 tarihli ve 308 sayılı kararın metni şudur:

  1. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile Türkiye halkı hukuku hakimiyet ve hükümranisini, mümessili hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-ı kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinat etmeyen hiçbir kuvvet görülüyor ki, saltanatın kaldırılma hususu ne bir tartışmaya ne de bir oylamaya konu edilmeksizin tam bir ihtilal sahnesi” ile cereyan etmiş, aksi davranan ve hareket edenlerin de “kafaları kesileceği” açıkça ifade edilmiştir. (…)

Ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle misak-ı milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinden başka şekli hükümeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı hâkimiyet-i şahsiyeye müstenit olan İstanbul’daki şekli hükümeti 16 Mart 1366’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

  1. Hilafet hanedanı Ali Osman’a ait olup Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hanedanın ilmen ve ahlaken erşed ve eslah olanı intihap olunur.

Türkiye Devleti, makamı hilafetin istinadgahıdır.

Meclis, bu karar gününü bayram kabul eden ilave şu kararı da almıştı:

12 Rebiülevvel gecesi ile, gününün bayram sayılması hakkında umumi heyet kararı: Karar No: 309.

Velayet-i Peygamberiye ve hâkimiyet-i milliye ilanına rastlayan 1-2 Kasım (Teşrinisani) gecesinin ve müteakip günün bayram sayılmasına karar verildi.[12] (Devam edecek…)

Ali KAÇAR

[1] Naşit Hakkı Uluğ, Halifeliğin Sonu, İş Bankası Kültür Yayınları, s.61

[2] Bardakçı, age. s.233-234

[3] H. Hüseyin Ceylan, Din Devlet İlişkileri, s.42

[4] Nutuk, Söylev, TTK Basımevi, Ank.1999, 4.bsk. c.3 Belgeler, Belge no: 264, s.1836-1858

[5] Nutuk, Söylev, TTK Basımevi, Ank.1999, 4.bsk. c.2 s.920

[6] Naşit Hakkı Uluğ, age.s.63

[7] S. Aydemir. Tek Adam, c.3, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1992 s.58-59,

[8] S. Aydemir. age. s.56

[9] Nutuk, Söylev, TTK Basımevi, Ank.1999, 4.bsk. c.2 s.920; ayrıca bkz; Bernard Lewis, M. Türkiye’nin Doğuşu, s.258; Naşit Hakkı Uluğ, age. s.69

[10] Ş. S Aydemir, Tek Adam, c.3, sh.58-59; ayrıca bkz; Nutuk, Söylev, TTK Basımevi, Ank.1999, 4.bsk. c.2 s.920

[11] Nutuk ve Söylev, s.920

[12] Naşit Hakkı Uluğ, age. s.71

GRUBA KATIL