Geç Kalınmışlığın Hikâyesi
Arşiv Yazarlar

Geç Kalınmışlığın Hikâyesi

Dert sahibi olmak, uğruna yaşanılan bir davaya su taşımak, savaşı göze almak, gürültü çıkarmak, söz yerindeyse, herkesin becerebileceği işler değildir. Ancak gayesi yolundayken kanı deli akan, kalbi göğüs kafesini zorlayan kimseler kurtarabilir kendini. Her zaman nefsini hem taarruz hem de savunma için kullanan, dünyayı karşısına alıp cihad edenler, seslerini duyurabilir. Rehavetin kölesi olmuş, gerçeklere sağır kesilmiş toplumlar, bu evrenin bir parçası olmaktan çıkıp kendilerini birer piyona dönüştürürler. Merhum müfessir Ali Küçük’ün deyimiyle, “boyunlarındaki ipin ucu”nu verdikleri güce karşı hiçbir karşılık vermeden oradan oraya sürüklenirler. Zaman geçtikçe de ezilir, ezilir ve yok olmaya mahkûm olurlar.

Her müminin diriltilmeyi ve duyurulmayı bekleyen davası vardır. Şüphesiz tevhid davası, bunların başında gelir. Bu inancı duyurmak, yaymak, yaşamak Allah’ın kulları üzerindeki hakkıdır. Müslümanlığın temelini oluşturan tevhid, istisnasız tüm kalplere nakşedilmeden, ne olursa olsun dünya hiçbir zaman iyi bir yer olmayacaktır. Özgürlüğünden ve temiz kalpliliğinden dem vuranlar, bu iddialarını diledikleri kadar sürdürebilirler. İnsanın bulunduğu her yerde, bu inancı, varlığını hissedebilene kadar, dünya müminin cehennemidir.

Hep arka planda kalan meseleler, halkanın ucunda bulunan herkesin imanına içten içe ziyan katmaktadır. Bunlar, uyandırılmayan, hep son anda, bir şeyler kapsamlı bir alanı etkilediğinde akılların kapısını çalan eskimiş meseleler olarak kalmamalıdır. Düne kadar her insanın kendi derdinde boğulduğu zamanlardaydık ki hâlâ öyleyiz. Şimdi ise din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin her millet, aynı olay üzerinde seslerini duyurmaya çalışıyor. Kimisi, ciddi mücadeleler verirken kimisi, kendince küçük ama bu dava için büyük adımları sayesinde kayıtsız kalmıyor. Yani duyarlı olan herkes, Müslümanların meselesine ortak olmuş, birliği tercih etmiş durumda. Ama çoğu kimse de bu geç kalınmışlığın verdiği zarardan bihaber. Bizler, “elimizden geleni yaptık” diyerek bozulan rahatlığımıza, ara verdiğimiz gündemimize geri dönüyoruz. Sanki senaryoyu okumuş, bize düşen rolü hakkıyla yerine getirmiş ve bu sevinç ve gururla köşemizde finali bekliyoruz. Eğer bir kimsenin dava anlayışı, sorumluluk bilinci buysa kazanan taraf biz olsak bile o, zafer sevincini hakkıyla yaşayamayacaktır.

Gecikmenin buruk hissi yüreğimizde hissediliyordur çoğu zaman. Bundan önce Kudüs özgürmüş gibi, ne olduysa sadece geçtiğimiz son iki ay içerisinde olmuş gibi bir coşku var etrafta. Elbette olması gereken bu; karşı çıkma eylemleri, ardı düşünülmeyen savunma hareketleri. Ancak ciddi hasar alan o bölgeler, bu gürültülere, haddini aşmış zulümden önce tanık olabilseydi, belki de toparlanamayacak derecede büyük kayıplar yaşamayacaktı. Tabii keşkeler, günü kurtarmak için söylenmiş basit pişmanlıkları ardında getiren bir olgu. Fakat Filistin’in mevcut hâli, pişmanlığı biraz olsun yaşayabilen kesim için, meydana gelen bu olaylardan bir ders çıkarma mecburiyeti doğurmalıdır. Bu ders ise hiçbir şey için, hele de tüm insanlığı ilgilendiren bir mesele için geç kalmamak gerektiğidir. Ama ne yazık ki şimdilerde gecikmenin verdiği yıpranmışlığı, tüm insanlık tadıyor.

İnsanlık bitmiş algısı ortalarda dolaşırken, artık bu yanlışı da düzeltmek gerekir. İnsanlık değil, farkındalık ve bu farkındalığa gebe olan bilinç ve iman, tüketmenin eşiğindedir. Bu iki şey dirilmedikçe, varlığını belirginleştirmedikçe, insan hep geç kalır.

Kudüs, Filistin ve Gazze; gelecek nesillere geç kalınmışlığın hikâyesi değil, mümin kalplerde sürekli ve düzenli nefes alan bir muştu olarak ulaşmalıdır.

Rüveyde Bera PALA

GRUBA KATIL