Gazze Ablukasının On Beşinci Yılı: “Bu Hapishanenin Kapılarını Açın Artık!”
Arşiv Yazarlar

Gazze Ablukasının On Beşinci Yılı: “Bu Hapishanenin Kapılarını Açın Artık!”

Bizi bu kafeste tutsak edecekler ve dünya uyanıp ‘yeter’ demezse bir 15 hatta 150 yıl daha bizi yavaş yavaş boğmaya devam edecekler.
Bu ay, Gazze’deki yıkıcı abluka resmi olarak 15. yılına girdi. Burası, Batılı sivil toplum kuruluşlarının bile “dünyanın en büyük açık hava hapishanesi” olarak tanımladığı bir kafes. Ben de David Rose’un raporu The Gazze Bombshell’i, ABD ve İsrail’in vatanımı yangın yerine dönüştürmek için birlikte nasıl çalıştığını kendime hatırlatmak için (sanki unutmak mümkünmüş gibi) yeniden okudum.
Hikâyemiz her ne kadar şaşırtıcı olsa da aslında oldukça basit. 2006’nın başlarında, ABD’deki Bush yönetimi, yasama konseyi seçimlerinde temsilcilerini seçmek için Gazze halkını nazikçe sandık başına “davet etti”. Gazzeli Filistinliler, seçimlerde alışılageldiği gibi, kendi çıkarlarını en iyi temsil edeceğine inandıkları adaylara oy vermeleri gerektiğini düşünürken, durum böyle değildi. Washington bizden kendisinin ve İsrail’in çıkarlarına göre oy vermemizi istedi. Böylece Filistinliler, sömürgeci zalimlerin gözünde “yanlış” bir seçim yaptılar. Ve son 15 yıldır bu “hata”dan dolayı ağır bir şekilde cezalandırıldık.
Hamas’ı seçtiğimiz için bize uygulanan ölümcül abluka, Gazze’yi yalnızca bir açık hava hapishanesine değil, aynı zamanda bir toplama kampına da çevirdi. Bir zamanlar gözde olan bu güzel yerleşim bölgesinde, şimdilerde neredeyse yarısı 15 yaşın altındaki çocuklardan oluşan iki milyon insan çaresizce yaşıyor. Bu insanlar, Cenevre Sözleşmesi’nde yer alan uluslararası insancıl hukuk alenen ihlal edilerek, su, yiyecek, elektrik ve ilaç olmadan yaşamaya maruz bırakılıyor.
Son 15 yılda, bizleri kendi yurdumuzda tutsaklara çeviren bu ortaçağ kuşatması altındayken, dört soykırım savaşına da göğüs gerdik. Aralarında çocukların da bulunduğu 4.000’den fazla sivil, İsrail bombardımanı altında, tek suç olarak Gazze’de doğdukları için can verdi. Bizler, sistematik olarak hapsedilirken ve öldürülürken, uluslararası toplum boş boş izlemekten başka bir şey yapmadı. Belki de, bizlerin de masum siviller olduğumuza ikna olmaları için mavi gözler ve sarı saçlara sahip olmamız gerekiyor.
Elbette, Gazze’de hayat bu ablukadan önce de çok iyi değildi. 2000 yılında, İkinci İntifada’nın başlangıcından önce, birçok kişi Filistin’de göreli bir “barış” olduğuna inandığında, Batı Şeria Nablus’taki An-Najah Üniversitesinde akademik bir kariyere başlama hayalim, sırf bu yüzden yıkıldı. Çünkü ben, bir Gazze sakiniydim. O zamanlar İsrail, bazı Filistinlilerin Gazze ile Batı Şeria arasında güvenli geçişine izin veriyordu. An-Najah’tan gerekli belgeleri sağlayarak izin için başvurdum. Bir hafta sonra başvurumun reddedildiği söylendi. Hiçbir gerekçe gösterilmedi.
Sebebini öğrenmek istedim. Bu yüzden bir sabah saat 6’da Beit Hanoon (Erez) kontrol noktasına gittim ve İsrail’in iç güvenlik servisi Shin Bet’in hakkımda hazırladığı dosyalara erişmeye çalıştım. Bana, bir kuyruğa girmem ve Batı Şeria’ya geçmeme neden izin verilmediğini söyleyebilecek veya söylemeyebilecek bir Shin Bet memuruyla görüşme için beklemem söylendi. Bütün gün bekledim. Saat 17.00’de birisi geldi ve herhangi bir bilgi vermeden gitmemi istedi. Bugüne kadar başvurumun neden reddedildiği hakkında hiçbir fikrim yok. Ve o zamandan beri Batı Şeria’ya bir daha giremedim.
Yani Gazze kuşatması, 15 yıl önce başlamadı. 22 yıl önce, 2000 yılında Batı Şeria’da o işi almaya çalıştığımda da başlamamıştı. Neredeyse 30 yıl önce, Oslo Anlaşmalarının imzalanmasıyla, belki de ondan önce başladı. İsrail ve onun ABD gibi müttefikleri, biz Gazzelileri her zaman bir baş belası, bir şekilde kurtulmaları gereken bir nüfus fazlası olarak gördüler. 15 yıldır içinde bulunduğumuz kuşatma, cellâtlarımızın bizden kurtulma çabalarının sadece son halkasıdır.
Eski ABD Başkanı Jimmy Carter, “Gazze’deki Filistinliler insandan çok hayvan muamelesi görüyor. Tarihte hiçbir zaman böyle büyük bir topluluk bombalar ve füzelerle katledilerek çaresiz bırakılmadı” derken hiç de abartmamıştı aslında. Durumumuzun, Amerikalı eski bir lider tarafından nadiren fark edilmesi, elbette 10 yıldan daha uzun bir süre önce, 2009’da gerçekleşti. O zamandan beri, durumumuz gözle görülür şekilde daha da kötüleşti. Ve kötüleşmeye devam edecek gibi görünüyor.
İşlerin daha da kötüye gideceğini biliyorum; çünkü İsrail, alenen ve utanmadan zincirlerimizi daha da sıkıyor. İşgalciler geçen yılın sonunda, Gazze çevresinde yüzlerce kamera, radar ve diğer sensörlerle donatılmış 65 km uzunluğundaki (40 mil) bir yeraltı bariyerinin tamamlandığını duyurdu. Projenin altı metreden (20 ft) daha yüksek bir “akıllı çit” içerdiği ve deniz bariyerinin denizden sızmayı tespit etmek için elektronik cihazlara ve uzaktan kumandalı bir silah sistemine sahip olduğu bildiriliyor. Denizde 140.000 ton demir ve çelik kullanılarak inşa edilen, İsrail’in hapishanemize bu yüksek teknoloji ilavesini tamamlaması üç buçuk yıl sürdü. Bu, nasıl bir korkudur!
İsrail, her zaman olduğu gibi bugün de Gazze ve Gazzelileri silmeye ve yok etmeye kararlıdır. İsrailliler, 15 yıl önce bizi saygınlığı ve özgürlüğü hak eden insanlar olarak görmediler ve bugün hala insanlığımızı kabul etmiyorlar. Biz, onlar için bir rahatsızlıktan başka bir şey değiliz. Eski İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in bir keresinde açıkça kabul ettiği gibi, eğer İsrail çıkarları bunu gerektirirse Gazze denizin dibine de gömülebilir.
Bizi bu kafeste tutsak edecekler ve dünya uyanıp “yeter” demezse bir 15 hatta 150 yıl daha bizi yavaş yavaş boğmaya devam edecekler. Gazze’ye uygulanan abluka, insanlık tarihinde bir lekedir. Bu utanç verici yıldönümünde, uluslararası toplum harekete geçmek ve nihayet bu hapishanenin kapılarını açmak için gerekenleri yapmaya başlamakla yükümlüdür.
Haidar Eid (Gazze el-Aksa Üniversitesinde Akademisyen)
Al-Jazeera English, 24 Haziran 2022
Çeviren: İsmail Ceylan

GRUBA KATIL