İsrail işgal yönetiminin ve muhiplerinin, Filistin konusunda ürettiği en büyük iftiralardan birisi de Filistinlilerin toprak sattığıdır. İşgalci rejimin resmî söylemi ve dışarıya yönelik propagandası, on yıllardır bozuk plak gibi tekrarlanıp duruyor: “Bir taraftan Filistin boş bir araziydi, bir çölden ibaretti. Biz girdik, oraları ihya ettik. Dolayısıyla orası bize aittir.” derken diğer taraftan da “Filistinliler topraklarını satıp yurtlarını terk edince biz de onları yüklü paralarla satın almış olduk.”[1] Ne yazık ki bu çelişkili sözlere ve iftiralara, halkı Müslüman olan ülkelerde de cahil ya da İslam düşmanı kimseler de inanmış ve Filistinlilere yönelik her katliamdan sonra da bu söylemler gündeme getirilerek Siyonistlerin tutuşturduğu yangına benzin taşınmaktadır. Oysa Siyonistlerin bütün çabalarına ve dönemin emperyal ülkelerinin desteğine rağmen, 1918’e kadar Siyonistlerin aldıkları toprağın miktarı Filistin topraklarının %1,5’i iken İngilizlerin 30 yıllık işgalinden sonra 1948’de satın aldıkları toplam miktar % 4,5 civarındadır. Kısacası 1948’e kadar Siyonistlerin verdikleri onlarca kat fazla paraya, yaptıkları katliamlara ve işgalci İngilizlerin bağışlarına rağmen aldıkları arazi miktarı toplam %6 civarındadır. Filistin halkından aldıklarının oranı ise % 0.9 bile değildir.
Utanmadan Filistinliler toprak sattı, diyenlerin bu tarihi gerçekler karşısında yüzlerinin kızarmasını beklemiyoruz. En azından aralarında hâlâ azıcık da olsa vicdan sahibi olanların, bu tür iftiralarla Siyonist ve küresel küfür güçlerinin ateşine odun taşımamalarıdır.
Osmanlıda Yahudiler
Osmanlılarda; Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar aynı çatı altında, hiçbir problemle karşılaşmadan birlikte yaşamışlardır. Hatta Orta Çağ ve Yeni Çağ’da, Avrupa’nın değişik ülkelerinde baskı ve asimilasyona tabi tutulan Yahudiler, Osmanlı devletine sığınarak kurtulmuşlardır. Yahudilerin, Filistin’de toprak almaya başlamaları ise Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamıştır. Osmanlı devletinde ilk Yahudi lobisini oluşturan Yusuf Nassi’nin, Kanuni’yle iyi ilişkilerinden dolayı Kanuni ona Taberiye Gölü civarında bazı arazileri bağışlamıştı.[2] Osmanlıların beylik döneminden, imparatorluğun çöküşüne kadar geçen altı yüzyıllık zamanda hatta imparatorluğun dağılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde dahi Yahudiler, Anadolu’daki mevcudiyetlerini sürdürmüşlerdir.
1492’de İspanya, Yahudileri kendi ülkesinden kovduğu zaman, benzer ideolojik yaklaşımlar içinde olan Avrupa devletlerinin büyük kısmında, Yahudiler kabul görmemişlerdir. Kendilerine kucak açansa Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Sultan II. Bayezid, tüm eyalet yöneticilerine hitaben yayınladığı emirle şöyle buyuruyordu: “İspanya Yahudilerini geri çevirmek şöyle dursun, tam bir içtenlikle karşılanmaları, aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacaklar veya en ufak bir zarara sebebiyet verecekler ölümle cezalandırılacaklar.”[3]
Bölgenin, Osmanlı hâkimiyetine girmesi ile birlikte Yahudilere, tüm etnik ve dinî gruplara iyi davranılmasından dolayı Avrupa’da baskı içerisinde yaşayan birçok Yahudi gelip Filistin’e yerleşerek refah içerisinde yaşamışlardır. Osmanlı, sadece Yahudilere değil, diğer azınlıklara da günlük yaşantılarında zorluk çıkarmamış ve onları kendi halkından farklı görmemiştir.
Kısacası Yahudilerin Filistin’e göç etmeleri, binlerce yıl öncesine kadar gitmektedir. Ancak XIX. yüzyılın son çeyreğine gelinceye kadar, Osmanlı devletinin gündeminde Yahudi bağlantılı bir Filistin meselesi yoktu. Bu dönemde hatta devletin yıkılışına kadar Osmanlı devletinin, Filistin toprakları dışında bulunan bölgelerindeki Yahudiler rahat bir azınlık olarak yaşadılar. Osmanlı devleti sınırları içerisinde, herhangi bir bölgede çoğunluğu oluşturmadıklarından ve ayrılıkçı bir hareket de geliştirmediklerinden Osmanlı tebaasından olan Yahudilerle devletin ciddi bir sıkıntısı olmamıştı.
Filistin’de Musevilerden oluşan koloniler meydana getirmek ve daha sonra orada bir Yahudi devleti kurmak düşüncesi, 1880’li yıllarda dünya siyasetine giren Siyonizm’den kaynaklanmıştır. Rusya dahil olmak üzere tüm Avrupa’da alevlenen Yahudi aleyhtarlığının (antisemitizm), aşırı boyutlara ulaşmasıyla Yahudiler baskı ve zulüm altında kalmışlar hatta çoğu hayatlarını yitirmişlerdir. Bu yüzden Yahudiler, arz-ı mevud olarak gördükleri Filistin’e göç etmek ve oraya yerleşmek için arayışlar içerisine girmişlerdir.[4]
Yahudilerin Filistin’de Toprak Almaya Başlamaları
Yahudi ayrımcılığının ve düşmanlığının, antisemitizmin, kıvılcımını ateşleyen hadise, 1881’de Rus Çarı II. Aleksandr’ın öldürülmesi ile olmuştur. Bu hadise üzerine Rus otoriteleri, Yahudileri şamar oğlanı yapmış ve utanç verici katliamların süratle gerçekleşmesini teşvik etmiştir. Yahudilerin, Rusya’dan ve Polonya’daki yerleşim mıntıkasından topluca göçünü, antisemitizmin patlak verişi takip etmiştir. Mültecilerin çoğu, Batı Avrupa ve Amerika’ya yeniden yerleşirken üç bine yakın bir kısmı da Filistin’e göç etmiştir.[5] 1882 yılında, kolonizasyon amacıyla üç bine yakın Yahudi’nin Yafa’ya gelmesi ile başlayan ilk aliya[6], 1904’e kadar sürmüş ve toplamda otuz beş bin kadar Yahudi Filistin’e göç etmiştir. 1928 yılına kadar gerçekleştirilen ilk dört aliya ile yaklaşık yüz elli bin Yahudi, Filistin’e yerleşimci olarak göç etmiştir.[7]
1891-92 yıllarında Rusya’da, Yahudi aleyhtarlığı şiddetlenince göçler başlamış ve göç edenler İstanbul’a, oradan da Selanik, İzmir, İskenderiye ve Marsilya’ya sevk edilmişler, mühim bir kısmı da Arjantin’e gitmiştir. Yahudilerin bu durumuna üzülen Abdülhamid, 1893 Nisan’ında Yahudi Hahambaşısı Moşe Levi’yi huzuruna çağırarak göç eden Yahudilerin, Türkiye’ye gelmek isteyenlerini Doğu Anadolu’ya yerleştirmek ve bunları IV. Ordu’ya asker olarak almak istediğini söyleyince Hahambaşı çok memnun olur ve bu durumu Musevi toplumunun genel kuruluna bir mektupla bildirir. Genel kuruldaki hahamlar da çok memnun olurlar ve Padişaha minnettarlıklarını bildirirler. Padişah’tan bir ricada bulunurlar, askere alınan Yahudilerin kendi dinî ibadetlerine devam etmeleri için izin verilmesini talep ederler.[8]
Aslında Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimi, on dokuzuncu yüzyılın başlarında, ürkek bir şekilde başlamıştır. Aynı yüzyılın sonlarına doğru ise büyük göç dalgaları şeklinde artış göstermiştir. On dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreği, çok sayıda Rus, Doğu ve Batı Avrupa Yahudi’sinin Kudüs Sancağı ve civarındaki Filistin topraklarına yerleşim maksadıyla göçlerine tanık olunmuştur. 4 Mart 1846 tarihli bir belgede yabancı Yahudilerin, o tarih öncesinde Filistin topraklarında arazi satın almalarının yasaklanmış olduğunu öğreniyoruz. Belge, dönemin padişahı Sultan Abdülmecid tarafından, Kudüs mutasarrıfına gönderilmiş bir emirname niteliğinde olup Makoyani adında Yahudi asıllı bir İngiliz doktor tarafından satın alınmış arazi parçasının, Osmanlı devleti vatandaşlarından birine satılmasının temin edilmesi yoluyla geri alınmasına yönelik bir talimattan ibarettir. Zira o dönemde yabancı Yahudilerin, Filistin’de arazi satın almaları yasak bir fiildir. Belgede ayrıca, yasak emrinin belgenin ait olduğu tarihten önceki bir dönemde verilmiş olduğuna da dikkat çekilmektedir.[9]
Yahudiler, bu ve benzeri yasak kararlarını “hayır işi” adı altında aşmaya çalışmışlardır. Bu bağlamda, başlarında meşhur Monti Fiori ve Rothschild ailelerinin mensupları olmak üzere Avrupa Yahudilerinden büyük iş adamları, bankerler, Yahudi dernekleri ve bireyler Filistin toprakları üzerinde çok sayıda hastane, yetimhane gibi kurum inşa ederek bu tıbbi ve insani merkezlere Yahudileri yerleştirmişler ve bunların her biri, zaman içinde Yahudi kolonisinin çekirdeğini oluşturmuşlardır.
Bu girişimler, Filistin’deki Yahudi nüfusunun artması noktasında başarılı olmuştur. Nitekim 1840 yılında dokuz bin (9.000) civarında olan Yahudi nüfusu, 1845 yılında on iki bine (12.000), 1882 yılında yirmi dört bine (24.000) ulaşmıştır. Yahudiler, 1870 yılıyla birlikte kendilerine mahsus yerleşim merkezleri kurmaya başlamışlardır. 1870-1896 yılları arasında Filistin’de on yedi ticaret bölgesi inşa etmişlerdir.
Yahudilerin Filistin’e Göçünün Engellenmesi Çabaları
Bu gelişmeler, Sultan II. Abdülhamid’i, 1883 yılı Mart ayında Osmanlı devletinde, yabancı Yahudilere gayrimenkul satışını yasaklayan bir kanun çıkarmaya sevk etmiştir. Sultan, bu kanunla da yetinmeyerek 1884 yılında irat ettiği bir ferman ile Filistin’e yönelik Yahudi göçünü de yasaklamıştır. Fermanda, yabancı Yahudilerin, üç aydan fazla süreyle kalmamaları şartıyla Filistin’i ziyaret etmelerine izin verilmekteydi. Bunu, öncekinden daha katı kurallar içeren bir başka ferman izledi ve bu yeni fermana göre, taşıdıkları uyruğa bakılmaksızın yabancı Yahudilerin otuz gün içinde Filistin’i terk etme garantisi vermedikleri takdirde Filistin topraklarını ziyaret etmeleri yasaklanıyordu. Aynı yasaklama prosedürleri; Hayfa, Beyrut, Lazkiye ve benzeri kıyı şehirleri için de geçerli idi. Çok geçmeden İstanbul’da bulunan tüm yabancı misyon şeflerine de Osmanlı Bakanlar Kurulunun, Filistin’de Yahudi yerleşiminin tamamen yasaklandığını ilan eden kararnamesi tebliğ edildi.
Ne var ki çıkarılan bunca ferman ve kanuna rağmen, Filistin’de yerleşim çabaları hiç durmamıştır. Bunun en açık delili, Filistin’de yaşayan yerli halkın, Osmanlı devletine ilettikleri şikâyetlerin ardı arkasının kesilmemesiydi. Filistin halkı, değişik şekillerde devam eden yerleşim faaliyetlerinin durdurulması için, devletin müdahalesini istiyordu. Başta sadrazam olmak üzere, yüksek devlet görevlilerine gönderilen mektup ve mesajlar, bunu açık bir şekilde yansıtmaktadır.
Ancak bu tedbir ve engellemelere rağmen, Filistinli yerli halktan Yahudi olmayan yabancılar aracılığıyla, Yahudi zenginlerin büyük paralar harcamasıyla, alımlar yapılmış ve Hayfa sahillerinde yüz kırk evden oluşan bir Yahudi kolonisi inşa edilmişti. Yahudiler, arazi seçiminde çok titiz davranmışlar ve genellikle de muhkem, stratejik noktalara dönüşebilecek yerleri tercih etmişlerdir.
Yahudilerin bu şekilde Filistin’de hile ile toprak almaya, koloni kurmaya başlamaları Sultan II. Abdülhamid’i yeni kararlar almaya sevk etmiştir. Söz konusu karar, Suriye ve Beyrut vilayetleri ile Kudüs mutasarrıflığında bulunan arazi ve taşınmazların yabancı Yahudilere satılmasını yasaklıyordu. 1900 yılında yayımlanan genelge ise Yahudi göçünün denetimini daha da sıkılaştırarak Yahudilerin ve diğer yabancıların Filistin’e giriş çıkışlarını doğrudan Osmanlı sarayının kontrolüne dahil ediyordu. Genelgeye göre, ikamet için belirlenen süreyi aşan herkes bölgeden uzaklaştırılacaktı. Bu uzaklaştırma, ya polis eliyle ya da yetkili konsolos marifetiyle olacaktı. Sultan, irat ettiği bir ferman ile Filistin’de doğrudan kendisine bağlı bir ordu görevlendirmiş, Filistin toprakları üzerinde demir yolu hattı inşa ettirmiş ve bunlarla da yetinmeyerek Filistin topraklarının tamamını hazine arazisi ilan ederek Kafkaslar ve Balkanlardan getirttiği Müslüman toplulukları Filistin’e yerleştirmiştir.[10]
Rusya’dan ve Yunanistan’dan Filistin’e yeni Yahudi göçleri oluyor, bu da Filistinli halkın şikayetine neden olmaktaydı. Nitekim çok sayıda imza taşıyan bir dilekçe Temmuz 1891’de Padişah’a gönderilmişti. Bu dilekçede çok sayıda Yahudi’nin Kudüs’e yerleşerek toprak satın alıp köyler kurdukları belirtilmekteydi. Bunun üzerine Padişah 2 Temmuz 1891’de çıkarılan bir irâde-i seniyye ile hiçbir Yahudi’nin Osmanlı vatandaşlığına alınmayacağı ve Yahudilerin Osmanlı topraklarına yerleşmelerine müsaade edilmeyeceği, Osmanlı iskelelerine yanaşma imkânı bulan Yahudilerin karaya çıkmalarına izin verilmemesi belirtilmiştir.[11] Daha sonra çıkarılan bir emir ile de başta Filistin olmak üzere bütün Osmanlı topraklarında Yahudilere toprak ve mülk satışı yasaklanmıştır.
Yahudilerin Hile ile Filistin’e Yerleşme Çabaları
Yahudiler, Filistin’e kanuni olarak yerleşmenin mümkün olmadığını anlayınca artık hileli yollara başvurmaya başlamışlardır. Rus ve Doğu Avrupa Yahudileri önce Almanya, Avusturya veya İngiltere’ye uğrayıp bu devletlerin vatandaşlığına geçmiş, sonra Filistin’e sızmışlardır. Bunu gören Osmanlı Dâhiliye Nezareti, 1898 Ağustos’unda Kudüs mutasarrıfı marifetiyle yabancı devletlerin Filistin temsilcilerine bir bildiri dağıtarak bundan böyle Filistin’in milliyet tefriki gözetmeksizin bütün Yahudilere kapalı olduğunu tebliğ etmiştir.
21 Kasım 1900 tarihinde de Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerini önleyici bir tedbir olarak “Mukaddes Topraklara Duhûliye Şartları” adı altında yeni tedbirler getirilmiştir. Bu şartlara göre, Filistin’i ziyaret edecek her Yahudi, üzerinde mesleği, milliyeti ve ziyaret sebebi yazılı bir tezkere veya pasaporta sahip olacaktır. Yahudilerin elindeki bu tezkere (kırmızı pasaport) Filistin’e ulaşınca salahiyetli makamlarca alınıp kaydedilecek, otuz günlük sürenin dolmasından sonra ise Yahudiler sınır dışı edileceklerdi.[12]
- Abdülhamid yönetimi, bu konuda bölgeden gelen şikâyetleri de göz önünde bulundurarak 1892 sonbaharında bir dizi yeni önlem almak zorunda kalmıştır. Yerli ve yabancı, kim olursa olsun, Yahudilerin taşınmaz mal almalarının yasaklandığı, mahalli kadastro ve halka bildirilmişti. Bu yıllarda Osmanlı ülkesinde yabancılara toprak satmak hem vatan hainliği hem de ahiret azabının nedeni olarak görülüyor, Padişahın (II. Abdülhamid’in) özel izni olmadan yabancılara toprak satma ve okul, hastane açma gibi misyonerlik kurumlarıyla ilgili haklar kesinlikle verilmiyordu. Sultan II. Abdülhamid, toprağını satmak zorunda kalan Filistinli Arapların topraklarını “Hazine-i Hassa” adına kendisi satın alıyordu.[13] (Devamı var)
[1] Ahmet Varol, Filistin Hakkında Yanlıgılar, Beka Yayınları, Kasım 2009, İstanbul, s.58
[2] Ahmet Varol’un “Filistinliler topraklarını sattı” yalanı nasıl ortaya çıktı? Başlıklı yazısı için bkz; https://www.haksozhaber.net/filistinliler-topraklarini-satti-yalani-nasil-ortaya-cikti-167304h.htm
[3]https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/ii-bayezid-yahudilerin-ictenlikle-karsilanmalari-icin-ferman-yayinladi/1929389; Hahambaşı İsak Sarafati, Orta çağ Katolik Avrupası’nda zulüm gören Yahudileri “haçın gölgesinden hilâlin gölgesine çağırmıştı. 1376’da Macaristan’dan, 1394.’de Fransa’dan göç eden Yahudiler Osmanlı topraklarına yerleştirildiler. 1415’de İspanya’dan göç eden yeni bir Yahudi grubu ise Bursa’ya yerleştirildi. Fatih Sultan Mehmet, Rum ve Ermenilerden sonra, Yahudileri de Hahambaşının başkanlığında millet olarak düzenledi. Fatih Bizans Hahambaşısı Moşe Kapsali’yi Hahambaşılığa atadı. Daha geniş bilgi için Doç. Dr. Gülnihal Bozkurt’un “Osmanlı- Yahudi İlişkilerine Genel Bir Bakış” başlıklı yazısı için bkz; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1731382
[4] Mehmet Salih ARI’nın Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında II. Abdülhamid Döneminde Yahudilerin Filistin’e Yerleşim Çabaları Mehmet Salih ARI*
[5] Kitle halinde yapılan bu göçlere aliyah denilmektedir. Bu göçlerin ilk dalgası 1881-1891 arasında olmuştur ve 134 000 Yahudi Amerika’ya, 15.000 Yahudi de başka ülkelere gitmiştir ki, bu 15.000’in 5.000’i Filistin’e göç etmiştir. Bu sırada Filistin’deki Yahudi nüfusu çok azdır. 1837’de Filistin’deki Yahudi nüfusunun 9.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir. Daha geniş bilgi için bkz; Armaoğlu, age. s.13
[6] Yahudilerin diasporadan İsrail topraklarına göç etmesi anlamına gelmektedir.
[7]Semiha Karahan, Siyonizmin Teolojik Temelleri Divan Kitap Yay. 1.bsk. 2020, İstanbul, s.84
[8] Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988) T. İş Bank. Yay. 2.bsk. 1991, Ankara, s.18-19
[9]https://www.academia.edu/8899102/Osmanl%C4%B1_Belgeleri_I%C5%9F%C4%B1%C4%9F%C4%B1nda_Yahudilerin_Filistin_Topraklar%C4%B1na_Yerle%C5%9Fme_ba%C5%9Flamas%C4%B1
[10] Daha geniş bilgi için bkz;
https://www.academia.edu/8899102/Osmanl%C4%B1_Belgeleri_I%C5%9F%C4%B1%C4%9F%C4%B1nda_Yahudilerin_Filistin_Topraklar%C4%B1na_Yerle%C5%9Fme_ba%C5%9Flamas%C4%B1
[11] Prof. Dr. Vahdettin Engin, Pazarlık, Yeditepe Yayınları, Temmuz 2010, İstanbul, s.37
[12]https://gercekabdulhamidhan.blogspot.com/2013/07/sultan-abdulhamid-hann-filistinde.html; https://www.dogrulus.com/yazi/915/TARIHIN-ARA-SOKAKLARI/FILISTINI-KIM-SATTI.html
[13] https://www.dogrulus.com/yazi/915/TARIHIN-ARA-SOKAKLARI/FILISTINI-KIM-SATTI.html