Eşitlik, Eşittir Zulüm
Arşiv Genel Yazarlar

Eşitlik, Eşittir Zulüm

Bizi insan olarak yaratan, “kulum” ünvanıyla taltif eden âlemlerin rabbine hamd; kıyamın, cihadın, davetin, cihanın önderi olan Muhammed’e (as) salat ve selam olsun.
Adalet ve eşitlik, hakikatten uzak insanların hep karıştırdığı bir konudur. İnsanoğlu kâmil olmayı sever. Daha iyiye sahip olma, olana şükür yerine olmayanı isteme, onun fıtri yapısındandır. Kendinde olanı her zaman küçük görüp başkasında olana imrenir ve kendinde olmayanı başkasında gördüğünde bu dağılımın adil olmadığını düşünür ve onda haset duygusu baş gösterir.
İslam ile şereflenmiş olanlar ise intisap ettikleri bu nizamın fıtrata ne kadar uygun olduğunu, aynı zamanda yaratılmışların hak ve hukuku üzere tanzim edildiğini anlar. İnsanlar içinden seçilip terbiye edilmiş, “usvetün hasenatun” olan Muhammed (as) önderliğinde, Allah’ın onlara olan taksimatının hikmeti adaletsizlikten değil, kulun idame ettirdiği hayatının kalitesinin kontrolü (imtihanı) olduğunu bilir. İslam ile şifa bulur. Hayat önderimiz, “İbadette senden üstte olana, maddiyatta senden altta olana bak.” diye emretmiştir. Bu düşünce, kişiyi ibadete yönlendirir, daha iyisine ulaşmaya vesile olurken madden daha zayıfı görünce hamdi artar, rabbine yönelir. Böylece en kötü vasıflardan biri olan hasetten kurtulur.
Efendimiz (sav) buyuruyor ki “Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız, sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd 9; Tirmizi, Kıyamet 58, Libâs 38; İbn Mâce, Zühd 9).
Adalet Nedir ya da Ne Değildir?
Adalet: Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf anlamlarındadır. (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 1/341; Şamil İslam Ansiklopedisi, md. Adalet).
İslami Istılahta Adalet: İslam’ın her alandaki temel kaynaklarından olan Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde bu konuda birçok emir ve tavsiye bulunmaktadır. Allah teala şöyle buyurmaktadır: “De ki rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi ona çevirin ve dini yalnız Allah’a has kılarak ona yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi, (yine ona) döneceksiniz” (Araf, 29).
﴿قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ ۖ وَأَقِيمُوا وُجُوهَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ ۚ كَمَا بَدَأَكُمْ تَعُودُونَ﴾
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder.” (Nahl, 90), “Allah size, mutlaka emanetleri (görev ve vazifeleri) ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 58), “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde olsa da Allah için şahitlik eden kimseler olun.” (Nisa, 135).
Adalet, düzenli ve dengeli davranmanın adıdır. Aynı zamanda hak edene, hak ettiğini verme, hak etmeyene de aynı hakkı vermeyerek hak etmiş olana haksızlık etmemenin adıdır. Evet, ne güzel, içi dolu bir kelimedir adalet. “El-Adl”, aynı zamanda rabbimizin esmasındandır: her şeyi yerli yerine koyan.
İslam dışı sistemler; adaletin yerine, eşitliği koymuş, fıtrata zulmetmişlerdir. Mesela bugün, “Kadın, erkek eşittir.” iddialarını, kanunen sağlamaya çalışsalar da bunu asla başaramayacaklar çünkü fıtraten farklı farklı yaratılan insanları eşitlemek; hak değil, haksızlıktır, fıtratı bozmaktır.
Kadın fıtratı; narin, duygusal yaratıldığı için kulluk görevlerimizde, bazı farizalar ayrılmıştır: cuma namazı, cihat, ev geçimi mükellefiyeti gibi. Tabii ki “Zaruretler, haramları mubah kılar.” düsturuyla bazı zaruri hâllerde, kadına da yol açılmıştır. Rabbimiz, kullarına hiçbir zaman zulmetmemiştir. Bunun biricik örneği, buluğ çağına girmeyen kulunu sorumlu tutmamasıdır (9-15 yaş arası olarak belirlenmiştir). Resulullah’ın hadislerinde onu, (küçük yaşta alıştırılması hariç) döverek, öteleyerek değil; severek, sevdirerek olmuştur. Bazı ebeveynlerin, daha küçücük, mükellef olmayan çocuklarına, kaldıracaklarından fazla yük yükleyerek onlara nasıl zulmettiklerini, çağımızda sıkça görebiliyoruz.
İş gücümüz, algılarımız, kabiliyetlerimiz, farklı farklı yaratılmıştır; o hâlde, herkesten aynı şeyi bekleyerek eşitliği sağlayacağım, derken zulmedilmiş olacağını unutmamalıyız. Herkese verilen bir kapasite vardır, onunla ilgili adaleti sağlamalıyız; olanı, olduğu yerde değerlendirmeliyiz. Allah’ın yarattığı kulları, çeşit çeşittir; bu da bir rahmettir aslında, zenginliktir; herkesin aynı yerde olması gerekmez, “olacak” dersek işte onun adı “adalet” değil, “zulüm”dür.
İnsanlık, hiçbir yerde, İslam’ın sunduğu adaleti bulamaz. Mülk suresinde rabbimiz, “Yaratan, yarattığını bilmez mi?” buyurur, onların idarelerini ve güçlerini en iyi bilen yaratıcıları olduğu için, onlar için belirlenen roller de elbetteki en adil olan olacaktır.
Resulullah efendimizin (as) hayatında da ümmetine ne kadar adil olduğunu gösteren birçok delil bulanabilir.
Nitekim şu olay, buna çok iyi bir misal teşkil eder: Bir gün Mahzunoğulları kabilesinden Fatıma adında, asil bir kadın hırsızlık yapmıştı. O kadının cezalandırılmaması için ashaptan Hz. Usame b. Zeyd’i peygamberimize gönderdiler. Bu duruma çok kızan ve üzülen Hz. Peygamber, şöyle buyurdu: Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah’ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyor. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen biri hırsızlık yapınca onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun da cezasını verirdim.” (Buhari, Enbiya, 54; Meâzî, 53; Hudûd, 11-12; Müslim, Hudûd, 8-9; Ebû Dâvûd, Hudûd, 4; Tirmizî, Hudûd, 6; Nesâî, Sârik, 6; İbni Mâce, Hudûd, 6.)
Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber, adalet konusunda aracı olmak isteyenleri, çok yakını da olsa sert bir şekilde reddetmiş; suçluya, layık olduğu cezayı vermekte en ufak bir tereddüt göstermemiştir. Zira adalet ortadan kalkarsa insan hayatına değer verecek bir şey kalmaz. “Allah, insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 58) ilahi emrinin hikmeti gayet açıktır. İslamsız sistemlerde; insanların statülerinden, ekonomik durumlarından dolayı hak ettikleri cezaların ertelendiğini ya da yok kabul edilip bu cezaların, toplumun zayıflarına yüklenerek toplumda düzenin nasıl altüst edildiğini görürüz.
Adaletin; İslam toplumunda, yönetimde, muhakemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması zorunludur. Çünkü adalet, mülkün temelidir. Adaletin olmadığı cemiyetlere zulüm, anarşi ve terör hâkim olur. İsyanlar çıkar, mahkemelere, devlete, fertlere güven kaybolur. İnsanlar, kendilerini koruma ve haklarını elde etme peşine düşer, hukuki otorite sarsılır. Bu hususta Peygamberimiz, bizleri uyarmıştır: “Bir kavmin devletinde, mahkemelerinde, aile fertleri arasında hak ve adaletten uzak hükümler verilirse o kavimde kan dökmek, mutlaka yaygınlaşır” (İmam Mâlik, Muvatta, Cihad, 26).
Yine bir gün, Peygamberimiz’in (sav) torunları Hasan ve Hüseyin, aynı anda peygamberimizden su istediler. Peygamberimiz, önce Hasan’a sonra da Hüseyin’e su verdi. Bunun üzerine Hz. Fatıma, “Babacığım, suyu neden önce Hasan’a verdin. Hasan’ı daha mı çok seviyorsun.” diye sordu. Peygamberimiz, “Hayır, suyu ilk önce Hasan istedi.” cevabını verdi. Sevgili Peygamberimiz, torunlarını severken de adaletli seviyor, hak geçirmiyordu: “Bağış ve ihsanlarınızda çocuklarınıza adaletli davranınız. Eğer ben, birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım.” buyurmuştur (Ahmet b. Hanbel, Müsned, I/101).
Sonuç olarak söylemek gerekir ise Allah resulü, hayatın her alanında; adaleti, adil hüküm vermeyi daima esas almış, en yakınları bile olsa hükümleri herkese eşit olarak uygulamıştır.
En Emin olana emanet olunuz.
Sümeyye DEMİRCİ

GRUBA KATIL