Dün Bosna, Bugün Gazze: Unutulan Soykırımların Tekrarı
Arşiv Genel Yazarlar

Dün Bosna, Bugün Gazze: Unutulan Soykırımların Tekrarı

Müslümanlara yönelik zulümler, şekil ve coğrafya değiştirerek sürse de hedef hep aynı: Müslümanlar. Sadece Allah’tan başka ilah tanımadığı için, yalnızca Müslüman olduğu için zulme uğrayan insanların adıdır “Müslüman.” Bu zulümler farklı coğrafyalarda, farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Geçmişte yaşandı, bugün yaşanıyor, belki de gelecekte de yaşanacak.
1992-1995 yılları arasında Bosna’da yaşanan savaş, Boşnak Müslümanlara yönelik sistematik soykırımla tarihe geçti. Bosna ziyaretimizde gözlemlediğimiz pek çok gerçek, bu zulümlerin hâlâ taze ve canlı olduğunu gösteriyordu. Kurşun izleriyle dolu duvarlar, bomba parçalarıyla delinmiş binalar… Umut Tüneli hâlâ ayakta; İgman Dağlarından açılan bu yaşam hattı, umudun canlı bir hatırası olarak varlığını sürdürüyor.
Bu tünelin kazılmasına imkân sağlayan evin sahibi, Boşnak bir Müslüman kadın. Kendisine, “Evinizden tünel açmak istiyoruz.” dendiğinde hiç düşünmeden “Buyurun!” demiş. Sırplar durumu fark edip evi bombalamış. Ancak Müslümanlar, o tünelden geçmeye devam etmiş.
Bugün Gazze’de Olduğu Gibi Her Şeyden Daha Acı Olan Yalnızlıktı
Umut Tüneli’ni ziyaret ettiğimizde Harun Hočić adlı bir komutanla da tanıştık. Aliya İzzetbegoviç’in yakın silah arkadaşlarından olan Harun komutan, o döneme dair çok önemli bilgiler verdi. Ve şu sözleri, hepimizin yüreğine dokundu: “Tıpkı bugün Gazze’de olduğu gibi, bizim için de açlıktan, ambargodan, kuşatmadan, ölümden ve zulümden daha acı olan yalnızlıktı.”
Gerçekten çok çarpıcı bir cümle. Çünkü bugün Gazze’nin yaşadığı da tam olarak bu; bir soykırımın ortasında yapayalnız kalmak. 30-35 yıl önce Bosna’da yaşananların benzerini bugün anbean izliyor olmak, geçmişteki soykırımı unuttuğumuzun bir göstergesi değil midir?
Aliya İzzetbegoviç’in şu sözü, bu durumu açıklar nitelikte: “Soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
Gerçekten de unutmuşuz. Gazze’deki tablo, bunun canlı bir ispatı. Şehit mezarlarını ziyaret ettiğimizde içlerinden bir kabir, özellikle dikkat çekiciydi. Ay yıldız işlemeli bu kabir, Türkiye’den Bosna’ya gelen ve ümmetin izzetini savunmak için şehit olan Selami Yurdan’a aitti.
Türkiye’den yola çıkarak Bosna’ya gelen Selami Yurdan, yaşananlara kayıtsız kalamamış. Dert edinmiş, yük edinmiş ve bu dava uğruna Bosna’da şehit düşmüş. Ne kutlu bir yolculuk, ne kutlu bir son! O dönemin iletişim olanakları kısıtlıyken, Bosna hakkında bilgiye ulaşmak neredeyse imkânsızken böyle bir bilinç ve direniş duygusu ile yola çıkan insanlar, gerçekten ibretliktir.
Bugün bizler, soykırımı canlı yayında izliyoruz ama acziyet içinde kıpırdayamıyoruz.
Küfür Tek Millettir
Savaşın izlerini taşıyan bir diğer yer de Ahmiçi köyü. Bu köyde, Boşnaklar ve Hırvatlar uzun yıllar boyunca yan yana, komşu olarak yaşamışlar. Aralarında komşuluk, dostluk hatta ortak geçmiş varmış. Ancak savaş başlayınca Hırvatlar, Sırplarla birlik olup Müslüman komşularını hedef göstermeye başlamış. Çünkü tarih boyunca gördük ki küfür, tek millettir.
Boşnak Müslümanların evleri işaretlenmiş, Sırplar tarafından kundaklanmış. Bir aileden 42 kişinin öldüğü bu köyde, toplamda 116 kişi hayatını kaybetmiş. Ahmiçi, savaşın en hazin tablolarından biri olarak hâlâ orada duruyor.
Bosna savaşını ve sonrasındaki süreci anlamak, bugünü anlamak açısından da çok önemli. Yugoslavya parçalanırken Hırvatistan, Slovenya, Sırbistan gibi ülkeler bağımsızlıklarını rahatça ilan edebildiler. Ancak Müslümanların yoğunlukta olduğu Bosna’ya gelince durum değişti: “Avrupa’nın ortasında Müslüman bir devlet olamaz!” denilerek kıyım başlatıldı.
Sadece savaş değil, vahşet yaşandı. Boşnak kadınlara sistematik tecavüz edildi, insanlar kurşunlara dizildi. Hatta öğrendiğimiz kadarıyla o dönemde başka Avrupa ülkelerinden gelen bazı kişiler, Sırplara para vererek “insan avına” katılmak istemişler. Savaş bir zevk, bir fanteziye dönüştürülmüş. Böylesine insanlık dışı bir dönem yaşanmış.
“Kızıma, çeyiz olarak bir silah aldım ve kullanmayı da öğrettim.”
Harun komutanın söylediği bir diğer cümle de yürek burkucuydu: “Yakında kızım evleniyor. Ona çeyiz olarak bir silah aldım ve kullanmayı da öğrettim. Çünkü biz, öyle günler gördük ki… Kadınlara tecavüz edilen bir zulümden geçtik. O günler bir daha gelmesin. Gelirse de kendini koruyabilsin, diye bu hediyeyi verdim.” Bu söz, yaşananların insan ruhunda nasıl bir iz bıraktığını çok açık gösteriyor.
Aliya İzzetbegoviç’in kabrini ziyaret ettiğimizde mütevazılığını mezarında da sürdürdüğünü gördük. Mezar taşında “Abdullah” yazıyor. “Allah’ın kulu Aliya” olarak yazılmasını vasiyet etmiş. Yanında diğer şehitlerle beraber, sade bir mezarı var.
Dayton Antlaşması konusunda farklı görüşler var. Bazıları, Müslüman Boşnakların galibiyet elde etmeye başladığı, güçlendiği sürece girilmişken bu antlaşmanın imzalanmaması gerektiğini savunuyor. Bazıları ise halkın hayrına olduğu için bu kararın kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. Biz de Bosna’ya gitmeden önce bu konuda eleştirel düşünenlerdendik. Ancak sahada gördüklerimizden sonra, bir lider olarak bazen halkının selameti için zor kararlar almak zorunda kalınabileceğini anladık.
Birleşmiş Milletlerin o dönemdeki tutumu ise tam anlamıyla yüz karasıydı. Güya barış gücü olarak gelen Hollanda ve İngiltere askerleri, Sırplara müdahale etmek yerine içki partileri düzenliyor, olaylara seyirci kalıyorlardı. Bugün Gazze’de olduğu gibi…
Bugün Gazze için de BM ve diğer “insan hakları savunucusu” kurumların nasıl işlevsiz ve samimiyetsiz olduğunu, net bir şekilde görüyoruz. Hatta artık göstermelik bile davranmıyorlar. Zulme uğrayan Müslüman olduğunda insan hakları birden askıya alınıyor.
“Gökyüzüne baktığınızda her zaman hilali göreceksiniz.”
Mostar Köprüsü’ne giderken dağın tepesinde dev bir haç dikkat çekiyor. O dönemde bir Sırp komutan, Aliya’ya şöyle demiş: “Her yerden bu haçı göreceksiniz.”
Aliya İzzetbegoviç’in cevabı ise Müslümanlar için umut ve direnişin sembolü gibiydi: “Dağlara istediğiniz kadar haçlar dikin; gökyüzüne baktığınızda her zaman hilali göreceksiniz.” Bu söz, Müslümanların sahip olduğu manevi gücü, umudu ve teslimiyeti en güzel şekilde özetliyor. Bizler, dağların başına dikilen maddi sembollere değil, gökyüzündeki hilale bakarak yol alıyoruz. Umudumuzu oradan alıyor, direnişimizi onunla sürdürüyoruz.
Rabbimizden niyazımız; geçmişten ders almayı, geleceğe umutla bakmayı ve bugünün krizlerine, geçmişin tecrübeleriyle çözüm bulabilmeyi bizlere nasip etmesidir.
Dün Bosna, bugün Gazze… Ama yarın hiçbir Müslüman belde bu acıları yaşamasın.
Rüfeyde DURMAZ

GRUBA KATIL