Davet Üzerine…
Yazarlar

Davet Üzerine…

Hayata idrak gözüyle bakınca, insan, dünya yaşamının anlamı konusunda derin bir çaresizliğe düşüyor. Çoğunluğu kendi tercihi dışında olan bir yaşam… Doğduğu evi, ülkeyi, cinsiyetini, yüzyılı, zenginliği veya fakirliği, zekâyı kendisi tercih edemiyor.

Adaletsizlik, riyakârlık, dengesizlik, zulüm vs. kötülük adına ne ararsa insan, bu hayatta var. Tek yönlü bir bakışla dünyayı irdeleyince, insan için içinden çıkılmaz derin bir buhrana dönüyor yaşamın anlamı… Tarih boyunca varoluşsal sorgulamalar yapan insan için ulaşılan neticeler, birbirinden sığ olmanın ötesine geçemiyor. İnsan, her ne kadar zorlarsa zorlasın, modern çağda -gelecekte ise uzay çağında- bile bu temel meseleyi tek yönlü bakışla çözemeyecektir. Her neyi tez olarak ileri sürerse mutlaka bir antitez ile karşılaşacaktır. Ahlak mı? Evrensel yasalar mı? Toplumsal pragmatizm mi vs. her neyse hepsi anlamsız… Derin bir hiçlik…

Bu noktada içsel bir sorgulamaya gidince insan için geriye bir tek çözüm kalıyor: Allah’ı, bir ve tek kabul edip, dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunu, asıl arzu edilen tüm adalet ve nizamın, hayatın tüm belirsizlik ve dengesizliğin çözümünün ahiret yurdu olduğu gerçeği… Bu fikriyatın doğruluğu, diğer seçeneklerin imkânsızlığından dolayı zaten kesinlik kazanıyor. Yine de kişi için tüm mümkünün ötesinde bir inanmak durumu söz konusudur.

Allah’a, ahirete, hayatın anlamına dair bilgi, insan üretimi değil, olması da mümkün değildir zaten. Bu, ancak gökten inen kesin bir bilgidir. Eğer indirilmeseydi insanlık, asla bu bilgiye ulaşamazdı. İlk insanın, ilk peygamber olmasının esprisi de budur. Düşündünüz mü hiç, şuursal bilgiye sahip ilk insan, neden peygamberdi? Neden ona vahiy indirildi? Oysa henüz insan yok ve insana dair meleklerin öngörülerinden hiç biri de yok! Zulüm, kötülük, cinayet, haset, kin, nefret vs. hiçbir şey yok! Yani insan hayatının düzenine dair ihtiyaç duyulabilecek hiçbir ahlaki gerekçe ve neden yok! Bir soru(n) olmadığı için çözüm arayışı da yok; olamaz da zaten! Hiçbir akıl, Hz. Âdem’in bir beşer olarak insanlığın devam edeceğini düşünmesini, ileride doğabilecek her türlü probleme şimdiden bir çözüm bulma noktasında akıl yürütmesini, bu konuda insanlığın hayata dair edineceği bilginin; inanç, cennet, cehennem, ahiret, adalet ve dahi Allah inancı olduğunu düşünüp üretebildiğini iddia edemez, kabul de edilemez. O, ilk insan olarak Allah’tan bu bilgiyle donatıldı. Ve hakikat işte budur.

Bu nokta bile, inanca dair gerçek bilginin indirilmiş olduğunun net kanıtıdır. İşte tam bu nokta, insan için yaşam serüveninin aydınlıkla yol alması, uzağın, yakın ve belirsizliğin netliğe döndüğü andır. Kur’an-ı Kerim, neredeyse baştan sona bu gerçek üzerinde durur. Hayatın manası, yaşamın amacı, öldükten sonra dirilme… Zariyat Sûresine bakalım:

“Sûrenin ana konusu; öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğunu, yaratılmışlar içinde irade sahibi olma özelliğini taşıyanların, bir imtihan alanı olan dünya hayatını yaratılış amaçlarına uygun biçimde geçirip geçirmedikleri hususunda sorgulanacakları yargı gününden kaçış bulunmadığını ve bu yargılama sonunda herkesin bu dünyada yapıp ettiğinin olumlu-olumsuz sonuçlarını mutlaka göreceğini ortaya koymaktır. Bu konu işlenirken, Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından ve insanlara lütfettiği imkânlardan örnekler, önceki bazı inkârcı toplumların başına gelen felâketlerden kesitler verilmekte; bu arada Hz. Peygamber’in ve onun yolunu izleyen müminlerin dini tebliğ ederken nasıl bir tavır takınmaları gerektiğine ışık tutulmaktadır.”

Evet, tüm gerçek budur. Hakikat, güneş gibi net; artık geriye inanmak veya bilerek inkâr etmek var. İşte; yemekten, içmekten, nefes almaktan daha mühim olan -inanç- noktasında bir devrim yaşayan insanın, tüm bu hakikatleri hiçbir kimseden menfaat, takdir, teşekkür beklemeden sırf yüce Allah için haykırmasına ve tüm insanlığın bu inanç üzerine hareket edip eyleme geçmesine davet denir. Davet, bu tanımdan da anlaşıldığı üzere aksiyondur, eylemdir. Durağan değil, süreğendir. Bu şekliyle inanmış bir bireyin, bu bilgeliği kendine saklaması yahut “Ben aydınlandım, başkasından bana ne!” diye düşünmesi, eylemin doğasına aykırıdır, inancına da aykırıdır. Amma söz konusu insan… Evet, söz konusu insan olunca her şey mümkün… Meleklerin öngörülerini de ispat eden insan, Allah’ın onu yaratma hikmetini ortaya koyan da…

Davetin boyutu, önündeki engelleri, insanın savrulmuşluğunu konuşmak, bizim konumuz değil. Şüphesiz bu konuda, nice üstadların kaleminden, nice önemli tespitler zaten mevcuttur. Biz, sadece şunu söyleyebiliriz: Ey insan, ne zaman gevşer, vazgeçer yahut unutursan -ki hepsi sende mevcut-, yeniden fıtratına dön ve hayatın anlamını sor. Bu sorgulama, sana zaten gerekli ruhu verecektir. Kaldığın yerden “Bismillah” deyip Yüce Allah’ın şu buyruğundaki kişilerden olmak için dua et:

“Allah’a çağıran, dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet Sûresi, 33. ayet).

Dr. Hüseyin DURMAZ

 

GRUBA KATIL