Columbia Üniversitesine Yönelik Saldırının Asıl Amacı Nedir?
Arşiv Genel Yazarlar

Columbia Üniversitesine Yönelik Saldırının Asıl Amacı Nedir?

Faisal Kutty, Al Jazeera English, 23.03.2025
Çeviren: İsmail Ceylan
Columbia Üniversitesine Yönelik Saldırının Asıl Amacı Nedir?
Mevcut yönetim, antisemitizmle mücadele bahanesiyle ABD yükseköğrenimi üzerinde ideolojik kontrol sağlamaya çalışıyor.
Trump yönetiminin kampüs muhalefetine karşı savaşı, yeni bir dönüm noktasına ulaştı. Sekiz Mart’ta Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) memurları, Columbia Üniversitesi’nden yeni mezun olan ve kampüsteki Gazze dayanışma kampının önde gelen organizatörü Mahmoud Khalil’i gözaltına aldı. Günler sonra, İç Güvenlik Bakanlığı (DHS), Columbia lisansüstü öğrencisi Ranjani Srinivasan’ın vizesini iptal ettiğini ve eski bir Columbia öğrencisi olan Leqaa Kordia’yı tutukladığını duyurdu.
Buna paralel olarak, Donald Trump yönetimi, üniversitenin aldığı 400 milyon dolar değerindeki federal hibeleri ve sözleşmeleri iptal etti. Bununla da yetinmeyen yönetim Orta Doğu, Güney Asya ve Afrika Çalışmaları Bölümü’nün “en az beş yıl boyunca akademik haciz” altına alınmasını talep etti.
Columbia yönetimi ise, protestocular tarafından, Gazze’de İsrail ordusu tarafından öldürülen altı yaşındaki Filistinli kız çocuğu Hind Rajab’ın adı verilen Hamilton Hall adlı binayı işgal eden öğrencileri okuldan atacağını ve katılımcıların diplomalarını iptal edeceğini duyurdu.
Üniversite, akademisyenler ve hukukçuların yoğun tepkilerine rağmen, Trump yönetiminin kapsamlı taleplerine (maskeleri yasaklamak, disiplin prosedürlerini elden geçirmek, onaylı bir akademik denetçi atamak ve kampüste polis yetkilerini genişletmek) teslim oldu.
Kampüste ifade özgürlüğüne ve muhalefete yönelik bu benzeri görülmemiş saldırı, anti-semitizm suçlamalarının silah olarak kullanılmasında yeni bir aşamayı temsil ediyor. Konuşma kısıtlamaları ve kampüs disiplin eylemleri olarak başlayan süreç, artık tutuklamalara, sınır dışı etmelere, gözetime ve üniversite işlerine doğrudan müdahaleye dönüştü.
Son dönemdeki bu süreç, yalnızca Filistin yanlısı aktivizmi bastırmaya değil, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yükseköğrenim üzerinde ideolojik kontrol sağlamaya odaklandı. Üniversitelere yönelik saldırı, akademiyi muhafazakâr milliyetçiliğin ideolojik bir kalesi haline getirme yönündeki genişletilmiş bir faşist çabanın parçasıdır.
Trump, kampanyası sırasında bunu açıkça belirterek, “bir zamanlar harika olan eğitim kurumlarını radikal soldan ve Marksist manyaklardan geri almayı” amaçladığını söyledi. Filistin aktivizminin hedef alınması yalnızca bir bahanedir. Bu süreç akademik bağımsızlığı ortadan kaldırma ve ideolojik uyumu dayatma çabasının başlangıcıdır.
Trump’ın şu anda tırmandırdığı ABD yükseköğrenimine yönelik saldırının, yıllar önce ABD’deki üniversitelerin yanı sıra Kanada ve Avrupa’daki üniversitelere Uluslararası Holokost Anma İttifakı’nın (IHRA) antisemitizm tanımını benimsemeleri için baskı yapmasıyla başladığını hatırlatmak önemlidir.
Kampüslerde, IHRA tanımı dayatması, öncelikle İsrail’i eleştirenlerin tacize, mobbinge ve itibarlarının zedelenmesine yol açan karalama taktikleri için kullanılmaya başlandı. Profesörler, öğrenciler ve aktivistler anti-Semitik olarak etiketlendi ve onları susturmak için tasarlanmış kampanyalara maruz kaldılar.
Ayrıca 7 Ekim saldırılarından sonra, Filistin yanlısı görüşlere ve aktivizme yönelik saldırılar önemli ölçüde arttı: profesörler kovuldu, öğrenci grupları yasaklandı ve şimdi tutuklamalar ve sınır dışı etmeler bile gerçekleşiyor.
Eşi benzeri görülmemiş baskı kampanyası barışçıl Yahudi topluluklarını da hedef aldı. Üniversiteler, Yahudi Barış Sesi gibi örgütleri askıya almaya ve İsrail’i eleştiren Yahudi akademisyenleri hedef almaya başladı.
Örneğin, Yahudi bir profesör olan Maura Finkelstein, Filistin kurtuluşunu desteklediği için antisemitizmle suçlandıktan sonra Pensilvanya’daki Muhlenberg Koleji’nden kovuldu. Finkelstein geçen yıl işten çıkarılmasının ardından yaptığı açıklamada “Yabancı bir hükümeti eleştirdiğim, bir soykırıma dikkat çektiğim ve bir antropolog olarak akademik uzmanlığımı gücün nasıl işlediğini vurgulamak için kullandığım için kovulabiliyorsam, o zaman kimse güvende değildir,” dedi.
İsrail’i eleştiren Yahudi seslerini susturma kampanyası, Hayfa Üniversitesi akademisyenleri Itamar Mann ve Lihi Yona’nın UCLA Hukuk İncelemesi için yazdıkları bir makalede de eleştirildi. Makalede IHRA tanımı gibi yasal çerçevelerin “Yahudi kimliğini disiplin altına almak” ve Filistin yanlısı aktivizmi bastırmak için kullanıldığı belirtildi. Analizler, IHRA tanımının Yahudi kimliğinin kapsamını nasıl daralttığını, Siyonizmi reddeden veya İsrail’i eleştiren Yahudi bireyleri nasıl cezalandırdığını vurguluyor. Sonuç olarak, anti-Siyonist geleneklerle uyumlu olan Yahudiler de kendi toplumları içinde dışlanmış durumdalar.
Bu baskı temel bir gerçeği vurgular: IHRA tanımının silah haline getirilmesi ve politikacılar ve kurumlar tarafından kullanılan anti-Semitizm suçlamalarının Yahudi halkını korumakla hiçbir ilgisi yoktur. Aksine, yükseköğrenimi rahatsız edici siyasi bakış açılarını sansürleyen ideolojik bir kaleye dönüştürmeyi amaçlayan bir siyasi gündemi ilerletmek için bir bahane olarak kullanılmaktadır.
Ve bu yalnızca Cumhuriyetçi bir çaba değildir. Birçok Demokrat da bu otoriter önlemleri benimsemiştir. Senatör John Fetterman, Trump’ın Columbia’ya yaptığı fon kesintilerini açıkça överek, “Columbia, marjinallere ve ücretli provokatörlere hizmet etmek için anti-Semitizmin kontrolden çıkmasına izin verdi.” dedi.
Temsilciler Josh Gottheimer, Ritchie Torres ve diğer birçok kişi de öğrenci protestocularına karşı daha sert önlemler alınmasını destekleyerek, Trump’ın Filistin yanlısı aktivizme yönelik kampanyasında aynı çizgide yer aldılar.
Hatta Senato Çoğunluk Lideri Chuck Schumer, Mahmud Halil’in serbest bırakılması çağrısında bulunurken, Filistin yanlısı kampüs protestolarını “anti-Semitik” olarak nitelendirdi ve Filistin aktivizmini bağnazlıkla eş gören propagandayı güçlendirdi.
ABD üniversitelerine karşı yapılan bu kampanya, devlet baskısının tarihsel köklerini yansıtıyor. 1950’lerde McCarthy’cilik, siyasi muhalifleri susturmak ve karşıt görüşlü düşünürleri üniversitelerden, Hollywood’dan ve hükümet kurumlarından temizlemek için komünizm suçlamalarını silah olarak kullandı. Bu dönemde kara listeler, sadakat yeminleri, toplu işten çıkarmalar ve hatta karşıt görüşlü bağlantıları olduğundan şüphelenilenlerin hapse atılması gibi olaylar yaşandı.
Benzer şekilde, bugün Filistin yanlısı aktivizme ve daha geniş akademik özgürlüğe yönelik baskı, akademik kurumları ve bireyleri kısa vadede sindirmeyi başarabilir, ancak adalet ve kurtuluşa dayanan fikirleri silmeyi başaramayacaktır. Bu yeni McCarthy’ciliğin ne kadar ileri gideceği, Amerikalıların özgürlüklerini koruma iradesine bağlı olacaktır.

GRUBA KATIL