Çağlarını Aşabilir mi Çağdaş Fikir ve Düşünceler?
Arşiv Yazarlar

Çağlarını Aşabilir mi Çağdaş Fikir ve Düşünceler?

Hamd, övgü, sena, teşekkür âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a; salât ve selam da biricik örneğimiz, rehberimiz, önderimiz, öğretmenimiz olan Yüce Allah’ın elçisi Muhammed Rasulullah’ın üzerine olsun.

İdeolojiler, bu dünyada bir “dünya cenneti” kurmayı hayal ederken, dinlerin böyle bir iddiası yoktur. Dinler için esas hesap günü, gerçek cennet ya da insanın istek ve arzularına en uygun dünya, başka bir âlemde zuhur edecektir. Ancak birçok dini yapı, bu dünyayı boş vermiş, ihmal etmiş de değildir. Zira dinler ve özellikle de İslam, bu dünyaya dair çokça hüküm koymuş; Müslümanlara ölümden sonrasını haber vermesinin yanında, bu dünyalarını da düzenlemeleri doğrultusunda son derece etraflı düzenlemeler vaaz etmiştir. Hatta dinin toplumsal görünürlüğü açısından İslam’ın diğer dinlere nazaran daha baskın olduğunu söylemek gerekir. Bu yüzden akıl ve aydınlanma idealine dayanan, yeni bir siyasal din iddiasıyla zuhur eden modern değerler dizisini kabullenme noktasında en büyük direnç, İslam’dan gelmiştir.[1]

Şu anda dünyada Hakkı gizleyen düşüncelerin oluşturduğu sistem; hakkın batıla, hidayetin sapıklığa, doğrunun sahteye karıştığı felsefi akımlardan, birbirinden farklı dağınık gruplardan, düşünce ve akideyi istila eden çeşitli ekol ve mezheplerden oluşan büyük bir kum yığını ile dolup taşmaktadır. İnsan, artık bunlardaki şerleri açıkça ortaya koyabilecek ve kendisini bunların çağırdığı günahlardan kurtarabilecek güce sahip değildir. İnkârcılığın yoğunlaştırılması, inançların reddedilmesi ve ahlakın bir kenara bırakılması, bunlara örnektir. Bu sebeple insanoğlu, dosdoğru yolunu kaybetmiş, artık kısır ekollerin tartışmasının kurbanı olarak yaşamaya başlamıştır. Bütün bu akım, ekol ve mezhep mensuplarının tek uğraşı da insan olmuştur.

Söz konusu bu akımları ortaya çıkaran sebep, İslam’dan önceki semavi dinlerin tahrif edilmesi sonucunda insanın yaşadığı ruhsal boşluktur. İşte düşünürlerin ruhlarına itikadî şüphe tohumlarını eken de bu tahriftir. Bundan dolayı onların akılları, yıkım çağrılarını kabul etmiş ve inançsızlığın karargâhı ve dinden uzaklaşıp yabancılaşmanın sığınağı haline gelmiştir.

Aynı şekilde bu akımların ortaya çıkış sebebi, bu gibi kimselerin din tasavvurlarının karşı karşıya kaldığı tökezlemedir. Bundan dolayı din, artık -hâlihazırda dünyada ve gelecekte iyiliği gerçekleştirmek için naklin beyan ettiği, aklın da reddetmediği bir şekilde- inanç alanında hakka, yaşayış alanında hayra, karşılıklı ilişkilerde de insaf ve adalete irşad eden ilahi bir kanun olmaktan çıktı. Din, bunun yerine onlara göre herhangi bir delili bulunmayan gaybî bir güç ile insanlardan bir topluluğun soyut bir bağı oluverdi. Bu sebeple bu kimseler, Roma ve Yunanlılardaki putperest efsanelere döndüler; buna bağlı olarak da ister istemez onların felsefelerine gömüldüler.[2]

Aynı zamanda Batı’da ve Doğu’da tanrıtanımaz akımlar ortaya çıkmaya başladı. Öyle ki bunlar, inanç bağından büsbütün kopup uzaklaşma akımlarıydı. Filozoflar da hayatın coşkun dalgaları arasında şaşırıp kaldılar. Kimileri, maddenin egemenliğini kabul etmeye çağırdı; kimileri, varlığı kutsadı; kimileri, Allah’ın hakikatine ulaşmadan hatta ondan uzaklaşarak ideal olanla ilgilendi; kimileri de daha başka şeyleri kabul etti. Böylelikle filozofların ayakları, sahte ve manevi boşluk ile dolu olan çeşitli yollarda kaymaya başladı.

Bu akımları izleyen herhangi bir kimse, bunların temel düşüncelerinin özü itibariyle hemen hemen birbirine benzediğini görür. Bu benzerlik noktaları ise genel olarak inkâra ve tanrıtanımazlığa çağırmaktır. Muhtemelen bunun kaynağı, bu görüş sahiplerinin imani bir boyuta sahip olmamalarında ve Rabbanî bir yönelişlerinin bulunmamasında saklıdır. Söz konusu bu görüş ve akımlar, halkı Müslüman olan topraklara, kendiliğinden ya da doğrudan sızma yoluyla geçmiştir. Bu, çoğunlukla bunu algılayıp kabul eden tarafın iyi niyetine bağlı olarak gerçekleşmiştir. Bunun sebebi, bazı ülkelerin kendilerini işgal eden Batı devletlerini taklit etme arzusudur, denilebilir. Yine bu düşünceler, İslam toplumlarının dinlerine uymayan, Allah’ın kendilerini iletmiş olduğu hak yolu bilmeyen ve kendileri dışındakilerin düşüncelerine uymalarının devam etmesini hedefleyen düzenli, planlı, fikri emperyalizm yoluyla geçmiştir.

Genel olarak Müslümanların özellikle de Müslüman gençlerin, Yüce Allah’ın, bu dünya hayatında insanın yaşamasını murad ettiği gerçek ve ayrıntılı tabloyu çizmiş olan İslam akidesinin özüne dönmek suretiyle bu inkârcı felsefelerden ve insanı çepeçevre kuşatan tehlikelerden kendilerini korumaları gerekmektedir. Çünkü İslam akidesi, kimin zaman kutsayıcı haleler ile etrafını çevirecek şekilde insanı yükselten, kimi zaman da aşağılara indirip onu hakir ve küçük gören bu tür felsefelerin tehlikelerini Müslümana açıkça gösterecek tek ölçüdür. İslam akidesi, bu aşırı uçlardan insanın kendisini kurtarabileceği bir akidedir. Bu akide, onun beşeri tabiatını, lehinde ve aleyhinde olan bütün yönleriyle açıkça ortaya koyar ve kabul eder. Çünkü insanın birtakım eksiklikleri olduğu gibi üstünlükleri de vardır.

Erdemli bir insan ise kendi bayağılıklarından ve kusurlarından, gücünün sınırları dâhilinde kurtulabilen, hakkın çağrısını kabul edendir.

Erdemli insan; Yüce Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine ve ahiret gününe iman eden ve işini Rabbine teslim edip Rabbinin Rasulü Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) çağrısını kabul ederek gereğince amel eden kişidir. İşte bu çerçeve içerisinde; inkârcı akılların, putperest görüşlerin, çok tanrılı düşüncenin ya da bunların dışında kalan kısır ve yetersiz düşüncelerin önüne katıp sürükleyemediği aklı başında bir varlık olarak insanın değeri ortaya çıkar.

Bir Müslüman, sarf edilen bütün bu sözlerin ışığında; bu felsefelerin -insanın aklını ve kendisini üstün tuttuğu iddiasına rağmen- hangi boyutlarda aklı daraltıcı muhtevaya sahip olduğunu ve bunların fıtri hakikatlerin, fıtri hakikatlerden biri olan “imani hakikat”in inkârıyla ne oranda dolup taştığını görmüş olacaktır.

Bir Müslüman, kâinatın tesadüfen yaratıcısız olarak meydana geldiğini, amaçsız olarak bilinmeze doğru yol aldığını ve Yüce Allah’ın hiçbir şekilde var olmadığını -ki Yüce Allah onların söylediklerinden pek büyük ve yücedir- vurgulayan batıl görüşlere dayalı inkârcı, tanrıtanımaz görüşleri iyi bilip tanımalıdır.[3]

Fatih PALA

fatihpalafatih@gmail.com

31.12.2022 – KAYSERİ

[1] Yunus Şahbaz, Bir Müslüman Çağdaş İdeolojilere Nasıl Bakmalı, s: 109, Beyan Yay, Mayıs 2022, İst.

[2] Mani Hammad el-Cüheni, Çağdaş İnançlar Düşünceler Ansiklopedisi, Çev: M. Beşir Eryarsoy, c: 1, s: 263 Beka Yay, Haziran 2012, İst.

[3] Mani Hammad el-Cüheni, Çağdaş İnançlar Düşünceler Ansiklopedisi, Çev: M. Beşir Eryarsoy, c: 1, s: 264 Beka Yay, Haziran 2012, İst.

GRUBA KATIL