”Kuşaklar arası çatışma!”
İlk akla geldiği gibi, kabaca tariflendirirsek; nesillerin (kuşaklar veya jenerasyonun) anlayış ve inanç ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelerek ihtilafa düşmelerini ve bu muhalifliğin tabii sonucu olarak da dozları farklı derecede zamana ve şartlara bağlı, değişkenlik göstererek tartışma ile şiddet arasında ihtilafların kuşaklar arası neticelenmesidir.
Bu ihtilafların ve neticelerinin bir takım inanç sistemleri ile modern (şimdi/şu an) davranış ilimleri tarafından sebep, sonuç ve insanın tabiat bağlamı değerlendirilerek ilmi bir çıkarım yapılmaya çalışılmıştır. Bu konuda epeyce kitap, makale, konferans (v.s.) hatta ampirik sonuçlara ulaşılabileceği de bir gerçektir. Fakat insanlığın geldiği bu bilgi dağarcığı son tahlilde kuşakları ittifak edebilecekleri ortak bir düşünceye ve pratiğe getirememiş, çatışmaların adeta derinleşmesini sağlanmıştır.
Kuşakların davranış analizlerinin müsbet ölçülerde yapılması, olumlu ve olumsuz modellemelerin belirlenip, jenerasyonlar arası, sağlıklı iletişim, anlayış, güven ve en önemlisi de bilgi transferinin (özellikle tecrübeye dayalı) gerçekleşmesi için pratize edilebilecek (gerçek hayata uygun) yöntemler de oluşturulamamıştır. Burada önemli bir soru; Peki kuşaklar arası çatışmanın varlığı bir vakıa ise kuşakları birbirine yakınlaştırıp hemhal edecek yöntemi hangi referans belirleyecek?
Son dönem kuşaklar düşünce ve davranış farklılıkları nedeniyle ‘nesil karakter’ analizleri yapılarak, özellikle son 60-70 yılı kapsamına alacak şekilde tasnife tabi tutularak birtakım yeni adlandırmalar yapılmıştır. X, Y, Z kuşağı gibi . Alfa kuşağı ise Z ‘den sonra gelen kuşak olarak kayıtlarda yerini almıştır. Özellikle yaşlı dünyamızın son bir asrını baz alırsak, kuşakların karakterlerini oluşturan nicelik ve nitelik etmenlerinden bazıları belki de en önemlileri; Cihan harpleri, sanayi devrimi, feza çağı, telekomünikasyon ağının dünyayı sarması (bu gelişmeye bağlı olarak yaşamın hızlanması), teknolojinin gelişmesi, moda-müzik ve düşünce akımları (v.s.) gösterilebilir.
Doğaldır ki insanoğlunun bu kadar hızlı değişim içerisinde bulunması, belki de insanlık tarihinde onun murakabesine (otokontrolüne) bırakılmadan tadil ve tebdiline neden olmuştur. Özellikle cihan savaşları ile dünyanın her tarafında özellikle İslam coğrafyasında milyonlarca insan ölmüş ve hayatlarını kaybedenler arasında maalesef, azımsanmayacak derecede ilim erbabının (farklı alanlarda tedris görmüş), tabiplerin, mimarların, fen-riyaziye-hendese ilmine vakıf şahsiyetlerin, sanat ve zanaatkarların, edebiyatçıların, tarihçilerin ve akil kişilerin (v.s.) de var olduğu kabul edilirse bununla beraber, yeryüzü üzerindeki insanlığın hafızası olan sokaklar, mezarlıklar, mabetler, ilmi merkezler ve kütüphaneler, ören yerleri yerle bir edilmiş ya da talana maruz kalmıştır. Bununla da kalmamış, tabiat da (ekosistem de) bu yok oluştan, geri dönüşü olmayan ciddi boyutlarda yaralar almıştır.
Bu kadar küresel ölçekli tahribat, etmenleri (!) bir kenara bırakıldığında; insanlık için kelimelerle ifade edilemeyecek ölçüde hafıza kaybı ve travmaya neden olmuştur. Adeta insanoğlunun tarihsel kodları ile oynanmış ve üzüntü vericidir ki yeniden formatlanmıştır! Bu sonucu mevzumuzun özeline indirgersek kuşakların düşünce farklılıklarından daha ziyade ve en önemlisi kuşakların tözsel iletişim kanallarının çöküşüdür. Bu felaketlerin ardında gelen neslin, teşrif ettiği dünya(!); yaşam alanı ve şartları, eğitim ve öğrenim koşulları, tercihleri; yeni ideolojiler ve yasalarla dizayn edilmiştir. Trajiktir ki özelde İslam dünyasında, sonra küresel ölçekte takribi yüz yıl öncesine ait bu dünyadaki (!) insanlığın geçmişi ekseriyetle yok sayılmış ya da masa başında yeniden afaki(!) insanlık tarihi yazılmıştır.
Yukarıda da bahis ettiğimiz gibi son dönem kuşakların bazı bir takım isimlerle anıldıklarını, dilimizde ve düşünce dünyamızda da yerini aldıklarını görüyoruz. Özellikle ‘Z’ kuşağının sık olarak gündem edilmesi sanki bazılarımızın karşısında blok halinde tepkisi kestirilemeyen, bir merkezden idare edilen bir kitle ile karşı karşıya imiş gibi adeta denge sarsıcı etmen olarak duruyor.
‘Z’ kuşağının karakterini; ben merkezci, sorumluluk yüklenmek istemeyen, uyku ve yemek düzeni kendine göre değişkenlik arz eden (standart örfe uymayan), isyankâr, özgürlüğünün sınırlarını kendisi belirleyen, elde ettiği yaşam standardını (konforu) kaybetmek istemeyen, sosyalleşmeyen, emek sarf etmeyen lakin tüketici, teknolojiye düşkün ve teknolojiyi iyi kullanabilen, buna bağlı olarak hızlı yaşamı tercih eden, çözümlemeci (analitik) düşünebilen, bireysel takılan, çok yüksek özgüven sahipleri olmakla da tariflendirilmiştir. Bu verilerin ‘Z’ kuşağının her ferdinde aynı ölçütlerde olmadığı, ayrıca bu kuşağın yaklaşık 1990 ile 2020 yıları arasında doğan nesli kapsadığı da belirtilmektedir.
Elbette ki karakter/nesil analizleri Müslümanlar için değerlidir. Lakin bazı odakların, özellikle yeni jenerasyonun zafiyetlerini süslü, ışıltılı ifadelerle lanse etmesi tedirgin edicidir. Günümüz beşerin düşünce dünyasına göre; gençlik, özgürlük, enerji, tercih, bireysel yaşam hakkı, gibi kavramlar içi boşaltılarak, asrın küresel ideolojisine uygun tariflerle doldurulmuş ve yeni neslin algılarına bu minvalde operasyon yapılarak, adeta nasıl insanlığın geçmişi yaklaşık bir asır önce yerle yeksan edilmişse, geleceği de şimdiden imha edilmeye çalışılmaktadır.
Bohem (avare), serkeş, sorumluluk üstlenmeyen bir nesli inşa etmek, allayıp pullayıp modellemek ve toplumlara servis etmek kimin (ya da hangi cenahın) işine yarar, neden tabiata bu dejenerasyon yapılır! (bkz. A’raf 16-18 /Nisa 118-119)
”Ve insanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına dair sözü (senin) hoşuna gider. (Sözlerinin kendi) kalbinde olana (muvâfık olduğuna ) da Allah’ ı şahit tutar; Hâlbuki o, düşmanların en şiddetlisidir. (Senden ) ayrılınca da, yeryüzünde fesat çıkarmak, hem ekin ve nesli helâk etmek için çalışır. Hâlbuki Allah, fesâdı sevmez. Hem ona: ‘Allah’dan sakın!’ denildiği zaman, gurûr onu günaha sevk eder; artık ona cehennem yeter! Hâlbuki (o,)gerçekten ne fena yataktır!” (Bakara 204-206)
Uzun zamandır beşeri ölçütlere göre, sünnetullahın aksine yeniden dizayn edilmeye çalışılan dünya, nesil, hars (kültür/insanlığın birikimi), ahlak, mahremiyet ve sınırlara (!) ivedilikle; müslüman nazarı, muhayyilesi ve mefkûresinin teması elzem hale gelmiştir
İslami kaynaklardan örneklemeler;
Geçmişte de nesiller (kavimler/kurûn) birtakım isimlerle anılmış; Ad, Medyen, Lût, Ress, Babil kavmi (halkı) ya da Firavun, Nemrut, Ebrehe, cahiliye dönemi (kurûn/asrı, çağları) gibi. Ve bu nesillere ait karakter tahlilleri sebep ve sonuç bağlamında İslam’ın ana referanslarında gerekli miktarda bahis edilmiştir. Kur-an’ı Kerim geçmiş toplumlara dair örneklemelerde bulunarak sonraki nesillere ibretlik sahneler, akıbetler çizmiştir.
”Yoksa onlara daha önce helâk edilen toplulukların, Nûh kavminin, Âd ve Semûd’un, İbrâhim kavminin, Medyen halkının ve şehirleri altı üstüne getirilmiş Lût kavminin ibret dolu haberleri gelmedi mi? Hâlbuki onlara Peygamberleri apaçık deliller getirmişti de, kabul etmemişlerdi. Allah onlara kesinlikle zulmetmedi, fakat onlar kendi kedilerine zulmediyorlardı.” (Tevbe-70)
İslam insanın sapmasının onu ne hale getirebileceğine dair; putperestlik, ticarette hile, hırsızlık ve yol kesme (şakilik), fuhuş, eşcinsellik (livata/homoseksüellik-sevicilik/lezbiyenlik), masum kanı akıtma, kölelik, sihir-büyü gibi örnekler vererek hem o günün insanına hem de sonra gelecek nesillere özlerini kaybetmemeleri için yol ve yöntemler göstermiştir. Lakin geçmiş toplumlar ilahi yolu reddederek kendi nesillerinden gelen elçiyi de katletmeye kalkmışlardır (istisnaları vardır).
”Azabı gördükten sonra iman edip de imanlarının faydasını gören hiçbir memleket halkı olmamıştır. Ancak Yûnus’un kavmi hariç. Onlar iman edince, biz de dünya hayatındaki o alçaltıcı azâbı kendilerinden kaldırdık ve onları belli bir süreye kadar dünya nimetlerinden faydalandırdık.” (Yûnus-98)
”Bunlar, hidayeti sapıklıkla; mağfireti azapla değiştirenlerdir. Ateşe karşı ne kadar da sabırlılar/ dayanıklılar! ” (Bakara- 175)
Günümüz toplumlarında da aynıları yaşanmıyor mu?! İman edenler de Allah (c.c.) nezdinde asırlarının şahitleri olarak ilahi kayıtlarda yerini almıştır. Müthiştir ki, çağlarına şahitlik edenlerin mü-minler olmasıdır. Allahualem, onların karakterlerinin doğru sözlü, güvenilir ve aynı zamanda yalan dolanla işlerinin olmamasından kaynaklanır. Öyle değil midir!? Beşeri sistemler de, mahkemelerinde adaleti (!) tesis etmek için kendi kutsalları üzerine yemin ettirmiyor mu? Demek ki şahitlik her önüne gelene ve rastgele inanç ve ritüeller üzerine yapılmıyor!
”İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak bir ümmet yaptık. Biz bu yöneldiğin kıbleyi özellikle rasule uyanlara sırt çevirenleri açıkça ayırt edelim diye belirledik. …” (Bakara-143)
Peki Allah’a (c.c.),fıtrata ve ahlaka karşı yapılan çağımızdaki bu kitlesel davranışlar, sorunlar neyin habercisidir?
”… . (kıyamet alametlerinden biri de ) cariye efendisini doğuracak.” (Hz. Muhammed (a.v.s.)
” Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz. Ve bilin ki, Allah’ın cezası şiddetlidir.” (Enfal-25)
Buradaki fitnenin; Kulluk bilincinin kaybedilmesi, ahlakın, hukukun, mazlumun, masumun, iffetin ayaklar altına alınması, Hududullah’ın sınırları çiğnenerek haddin aşılması, … ve buna destek olmak, göz yummak (v.s.) olarak da düşündüğümüzde insanlık için görünen tablonun vahameti ortaya çıkacaktır.
Yeni bir peygamber gelmeyeceğine göre; Peygamberlerin vazifelerini (örneklik-davet-ikaz-korkutma-müjde) kim yerine getirecek? . Elbette ki, Bu dokunuşu yapacak olanlar da;
”… . Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. …” (Fâtır-28)
”… . ‘De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!’ …” ( Zümer-9)
”Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, ‘selam!’ der ve (geçerler).” (Furkan-63)
” Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rabblerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfâl-2)
Yüce Mevla’nın (c.c.) verdiği özellikteki seçkinlere, bu fani dünya ve içerisindekilerinin hiç olmadığı kadar muhtaçlıkları vardır. Tabiri caizse; çivileri çıkan, metruk bir yapıyı andıran, ayakların baş başların ayak olduğu ve şirazesi kayan arz, ancak Allah’ın (c.c.) takdiri ile bu özel şahıslarla, dünya ve üstündekiler asıllarına rucu edebileceklerdir.
İnsan, enaniyet (egoist /bencil) sahibi olduğundan dolayı, çatışmasını, tabiatındaki bu itiraz /karşı koyuş melekesini, işlenmesi gerekli bir rezerv olarak düşünmek gerek. Ve her rezerv (maden) gibi insanoğlunun çatışmacı bu yönü de damıtılmaya ve şekil verilmeye muhtaçtır. Bir takım madenler ehil olmayan ellerde ciddi sonuçlara neden olabilmektedir. Bu ham maden, sahibine teslim edilip işlem gördüğündeki süreç ve alacağı şekil, Ömer bin Hattab (r.a.), Halid bin Velid (r.a.) veya İkrime (r.a.) gibi ‘nereden nereye’ dedirtecek kadar, sonuçta aldıkları form itibari ile düşündürücüdür!
”Rabbinin yoluna hikmetle güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin Rabbin, yolundan sapanların kim olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir.” (Nahl-125)
”Ama onunla yumuşak bir dille konuşun, o zaman belki aklını başına toplar, yahut da olur ki korkar.” (Tâ-hâ 44)
Müşahede edildiği gibi insanı yoktan var eden Allah (c.c.), ‘Rabb’ vasfıyla onu eğitmeyi de üzerine almış, sadece kalbini, davranışlarını değil dilinin de (hitabını da) rana (güzel, hoş,l atif) olmasını dilemiştir. Lakin sınav gereği her kulda aynı etkiyi göstermemiştir.
”İman edip bu Rasulün hak olduğuna şahit olduktan ve kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Âl-i İmrân-86)
İnsanlık, tarihsel sonuçları düşünüldüğünde dehşetengiz izler bırakan kuşaklar arası çatışmaların yer aldığı öyle ibretlik ve öğüt verici zamanlara şahit olmuştur ki, kimisi hala trajik sıcaklığını korumaktadır! (bkz. Burûc 1- 11)
”Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimini eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı.” (Kasas-4)
İbrahim (a.s.) ile Azer, Nuh (a.s.) ile oğlu, Musa (a.s.) ile Samiri, Lut (a.s.) ile karısı, Hz. Muhammed (a.s.) ile Amr bin Hişam ( Ebu Cehil), amcası ve yengesi (Ümmü Cemil) hakkında sure inen Ebu Leheb örnek gösterilebilir. Ama bunlar içerisinde bazıları vardır ki bir anda insan neden? diyor. Bazen Müslüman için sorularının cevap bulması bile onu derin düşünmekten alıkoyamıyor. Misal; Peygamber Efendimizi (a.s.v.) destekleyen, hamilik yapan, hatta çocuklarını O’nun yoluna teşvik eden amcası Ebu Talip’in, kavminin kadınlarının tepkisini almaktan çekinerek, bu cahili düşünce ile safını belli etmesindeki taassup gibi.
Kuşak çatışmaları, hak- batıl arasında olduğu gibi, batılın kendisi içinde ve hakka inandığını iddia eden topluluklar arasında da şeytanın iğvası kaynaklı olmuş, beraberinde ciddi sorunlar da getirmiştir.
”Eğer mü-minlerden iki grup kavgaya tutuşursa hemen aralarını düzeltin; ikisinden biri diğerinin hakkına tecavüz etmiş olursa, Allah’ın emrine geri dönünceye kadar, haksızlığa sapanlara karşı savaşın; dönerlerse aralarındaki anlaşmazlığı adaletle çözüme bağlayın ve herkese hakkını verin. Allah hakkı yerine getirenleri sever. (Hucurât-9)
Örnekler hep olumsuz değildir. Senkronize (eşzamanlı/uyumlu) bireyler de görülmüştür. İbrahim (a.s.) ile İsmail (a.s.), Yakup (a.s.) ile Yusuf (a.s.) ve Meryem (a.s.) ile İsa (a.s.) gibi ve hatta bazı seçkinler, çevresinde uyumlu nesiller inşa etmiş ve o dönemler bu nesillerin ismiyle yad edilmiştir. Asr-ı Saadet gibi.
”O, Allah’ın elçisi Muhammed’dir. O’nunla beraber olanlar da kâfirler karşı sert, kendi aralarında merhametlidir. Onları, Allah’ın lütuf ve rızâsına talip olarak hep rükûda ve secdede görürsün. Secdenin tesiriyle yüzlerine simaları oturmuştur; Tevrat’ta onlar için yapılan benzetme budur. İncil’deki misalleri ise bir ekindir; Çiftçileri sevindirmek üzere filiz verir, onu güçlendirir, kalınlaştırır ve kendi sapları üzerinde durur. Onlar (mü-minler) yüzünden kâfirler öfkeden kahrolsunlar diye (böyle olmuştur). Onlar arasından iman edip dünya ve âhirete yararlı işler yapanlara Allah bir bağışlama ve büyük bir ödül vaad etmektedir.” (Fetih-29)
Ötelerde de (maverada) bir takım kesimlerin birbirleri ile münakaşadan vazgeçmediklerini (vazgeçmeyeceklerini) Kur-an’ı Kerim bildiriyor. Bu kesimin dünya alemindeki menfaate dayalı (ahbap çavuş ilişkisi) dostluğu, gayb aleminin manzarası karşısında, niteliği değişerek veya kalplerindeki baskı altında tuttukları sahtekarlığı (riyayı), şartların zorlaşması ile yüzeye çıkardıklarında, nefislerini kurtarma telaşı ile birilerini suçladıklarını (çatıştıkları ve tartıştıklarını) da, birbirlerinden kaçtıklarını (kaçacaklarını) da öğreniyoruz.
”O gün dost, dosttan hiç bir şeyi (azabı) engelleyemez ve kendilerine yardım da edilmez.” (Duhân-41)
” Eyvah ! Keşke falancayı kendime dost edinmeseydim! Meğer bana uyarıcı mesaj geldikten sonra, o dost bildiğim kişi bu mesajdan beni saptırmış! İşte şeytan insanı (böyle) çaresizlik içinde yapayalnız bırakır.” (Furkân 28-29)
”(Ve şu emir gelir.) ‘Atın cehenneme her inatçı kâfiri! İyiliği engelleyen, hak tanımayan, insanları şüpheye düşüren, Allah’ın yanına başka bir ilah daha koyan kimseyi, atın onu dayanılmaz azaba!’ Yandaşı (şeytan). ‘Rabbim! onu ben azdırmadım, o kendisi apaçık bir sapıklık içinde idi! ‘ der. Allah şöyle buyurur: ‘Huzurumda tartışmayın, sizi daha önce uyarmıştım.’ Bende söz değişmez ve ben asla kullarıma zulmetmem. ” (Kâf 24-29)
Netice;
Anlaşılan o ki insan tartışmaya, çatışmaya ve ayrışmaya meyilli bir varlık. İnsanlık tarihi boyunca bu böyle cereyan etmiş. Vakıa öyle gösteriyor ki mahşer meydanına kadar da devam edecek. Belki insanda bu özellik olduğu sürece çatışmaların, tamamen önü alınamayacak, fakat ilahi uyarılara kulak verip pratiğe aktardığımız zamanlarımız da görülecektir ki istenmeyen bu nahoş durumlar sönümlenecektir!
”Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız. ” (Âl-i İmrân-103)
Şu da bilinmelidir: Öyle bir yer var ki kaosun, münakaşanın, kinin, nefretin, haset ve ifsadın, zulmün, kuşaklar arası aşağılama ve saygısızlığın olmadığı; İtminanın, rızanın, huzur ve mutluluğun, güvenlik ve asude bir yaşantının, ebediyen süreceği o yer ‘Dârüsselam’ diyarıdır. (bkz. Hicr- 47/48)
”Biz onların göğüslerinden kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: ‘Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. And olsun, Rabbimiz’in elçileri hak ile geldiler.’ Onlara: ‘İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir ‘ diye seslenilecek.” (Araf-43)
Şüphesiz doğrular Allah’a aittir…
Vesselam. Yasin TEKİN
8.Haziran.2021/Salı
27.Şevval.1442