Şehitler diyarı Gazze!
On binlerce şehid vermiş, başka bir ülke ya da başka bir yer var mı acaba?
Üstelik yeni doğmuş bebekler, lohusa anneler, yeni evlenmiş çiftler, yaşlılar ve yatağa mahkûm olan hastalar…
Evet, Saray Bosna, Kosova, Çeçenistan, Afganistan, Keşmir, Vietnam, Kamboçya vb. ülkeler ve bölgelerde de katliamlar gerçekleştirilmiştir. Ama Gazze’deki katliamın bir benzeri yoktur.
Hiroşima, Nagazaki işgalci ABD’nin atom bombası ile yerle bir edilmiş ama bir anda…
Ya Gazze?
İki yıldır, defalarca yerlerinden edilmelerine, aç bırakılmalarına, her gün bombalanmalarına, sıcakta, soğukta, karda, kışta sığınacak yerleri olmamasına rağmen direnen ve teslim olmayan, boyun eğmeyen başka bir halk var mı?
İçinde yaşadığımız çağda değil, belki insanlık tarihinde benzeri görülmemiş derecede vahşi, insanımsı hayvanlar tarafından gerçekleştirilen soykırıma yalın ayaklarıyla direnen bir başka halk var mıdır?
Ya aç bırakılarak ölüme terk edilen yüzlerce masum insan…
Bu; Hitler’in, Stalin’in, ülkeyi ölüm tarlalarına dönüştüren Mao’nun bile aklına gelmemişti.
Ama bu vahşeti, bu insanlık dışı katliam şeklini belki tarihte ilk olarak uygulayan, Trump’ın desteğiyle işgal topraklarındaki siyonist katiller olmuştur.
Evet, bu masum sivillere yönelik gerçekleştirilen soykırımdan dolayı Netanyahu, Ben-Gvir ve diğer siyonist katillerle Trump, Nobel katliam ödülünü çoktan hak etmişlerdir.
Gazze soykırımı, uygar denilen ama uygarlıktan hiç nasiplenmemiş hatta insanlıkla zerre ünsiyetleri olmayan, batılı ve doğulu yönetimlerin siyonist katillerle el birliğiyle işledikleri bir soykırımdır.
İnsanlık tarihinde 360 km²’lik yere sığınmış ve hiçbir imkânı olmayan halka, pek çok ülkenin el birliğiyle gerçekleştirdiği başka bir katliam var mıdır?
Evet, –farklı olmakla birlikte- bunun örneğini Rabbimiz bize Kur’an-ı Kerim’de vermektedir.
Kur’an-ı Kerim’in örnek verdiği bu olay, Buruc suresinde geçmektedir: Ashab-ı Uhdud.
Yani Netanyahu’nun, Trump’ın, Makron’un, Sisi’nin ve benzerlerinin dindaşları…
Ashab-ı Uhdud, hendek sahipleri, hendek ashabı demektir.
Kur’an’ın nüzulünden önce Allah’a iman etmiş müminleri, sadece “aziz ve hamid olan Allah’a iman ettiklerinden” (85/8) dolayı ateş dolu hendeklere atarak cezalandıran, onlardan intikam alan, kâfir bir topluluktur uhdud ashabı. Müminler, kendilerinden önce ateş dolu hendeğe atılanların yanmalarını görmelerine rağmen, imanlarından vazgeçmemişlerdir. Üstelik müminleri ateşe atan bu zalimler, hendeğin etrafına oturmuş, yaptıkları bu zulmü zevkle seyretmeye dalmaktaydılar (Buruc, 6-7).
Bugün, tıpkı o günün müminleri gibi Gazzeliler de imanlarından vazgeçmedikleri için aç bırakılarak ya da ölümcül silahlarla katledilmektedirler. Gazzeliler de açlıktan ya da atılan bombalardan öleceklerini bilmelerine rağmen, akidelerini ve yurtlarını terk etmemişlerdir. Günümüz küresel kâfirler topluluğunun da Gazzelilere kinlerinin nedeni, sadece Gazze’yi, zenginliklerini el geçirmek, kendi sınırlarını genişletmek ya da Gazze’nin enerji kaynaklarına sahip çıkmak değildir. Asıl neden, Gazzelilerin de Buruc suresinde bahsedilen müminler gibi “aziz ve hamid olan Allah’a ama sadece Allah’a iman etmeleridir.” Küresel küfür güçlerini ve bölgedeki iş birlikçilerini asıl kudurtan şey, bu kadar katliama ve soykırıma, açlıktan bir deri bir kemik kalmalarına rağmen, Gazzelileri teslim alamamaları, boyun eğdirememeleridir. Kısacası bu savaş; mal, mülk, ganimet elde etme savaşı değildir; iman ile küfür, tevhit ile şirk, yani akide savaşıdır. Netanyahu da arkasındaki bütün küresel küfür güçleri de hatta bölgedeki iş birlikçi yöneticiler de bunun farkındadırlar. Bu nedenledir ki on yıllardır evrensel değerler (!) diyerek halklara dayattıkları (yutturdukları) bu değerlerin yok olması pahasına, ölümüne mücadele etmektedirler. Aslında bu değerler, üçüncü dünya ülkelerini sömürmek için bir araç olarak kullandıkları değerlerdir. Bu nedenledir ki gerektiğinde bu değerleri çiğnemekten çekinmemektedirler. Tıpkı müşriklerin tapmak için yaptıkları helvadan putlarını, acıktıkları zaman yedikleri gibi…
Trump’ın, Hamas’a Tehditleri
Trump daha başkanlığı devralmadığı aylardan itibaren Hamas’ı tehdit etmeye başlamıştır. Ancak tehditlerinin hiçbiri de işe yaramamıştır. Çünkü tehdit ettiği insanlar, ölümden korkmayan insanlardı. Siyonist katillerin yaşamayı sevdikleri kadar, Gazzeliler şehadeti arzulamaktaydılar. Geçmişte siyonist bir lider Filistinlilerle ilgili şunları söylemişti:
Biz insanları önce kafalarını, kollarını, bacaklarını kırmakla korkutmaya çalışırdık. Eğer korkmazlarsa bu sefer, seni öldürürüz ha, diye korkutmayı denerdik. Ama bu insanlar, kefenleri giyerek bizimle savaşıyorlar. Ölümden korkmayan insanları neyle korkutabiliriz ki, demişti. Evet, Gazzeliler ölümü öldürmüş insanlardı. Şairin belirttiği gibi;
Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm,
Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm?
İşte Gazzeliler, zihinlerinde ölümü öldürmüşlerdi. Bunları zindanla ya da ölümle korkutmak mümkün müydü?
Trump da Hamas’ı, Gazze’deki direnişi; bağırarak, tehditler savurarak korkutacağını sanıyordu. Ama böyle olmadığını görmesine rağmen, gerçekleşmeyecek tehditlerine devam etmiştir.
Trump 3 Aralık 2024 tarihinde, “Gururla üstlendiğim ABD başkanlığı görevim 20 Ocak 2025’te başlamadan önce rehinelerin serbest bırakılmaması hâlinde, Orta Doğu’da insanlığa karşı bu zulmü işleyen sorumlular cehennemi yaşayacak; sorumlular, ABD’nin uzun ve şanlı geçmişinde hiç kimsenin almadığı kadar büyük bir darbe alacaktır. Rehineleri hemen serbest bırakın.” diyerek Hamas’ı tehdit etmişti. Sanıyordu ki bu tehdit üzerine Hamas, rehineleri hemen bırakacaktı. Rehineler 20 Ocak’a kadar bırakılmayınca 11 Şubat 2025 günü şöyle bir tehdit savurmuştu: “Rehinelerin hepsini geri istiyoruz. Ben kendi adıma konuşuyorum. İsrail bunu farklı şekilde yapabilir, ben kendi adıma söylüyorum, cumartesi saat 12.00’ye kadar gelmezlerse, burada olmazlarsa, kıyamet kopacak.”
Trump, 26 Şubat’ta da 2,2 milyon Gazzeliyi zorla tahliye ettikten sonra, “Trump Gazze” projesini tasvir eden yapay zekâ destekli bir video paylaşmıştı. Hayal ürünü klipte, altın Trump heykelleri, sakallı oryantal dansçılar ve Trump’ın İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu ile dans edip keyif yaptığı sahneler yer almıştı. Trump kendisiyle birlikte Netanyahu’nun da bütün iğrençliğini göstermişti o videoda.
Rabbimiz, haşa boşuna buyurmuyor, “müşrikler necistir.” (9/28) diye.
Trump üçüncü tehdidini ise 7 Mart 2025’te sosyal medya hesabından şöyle yapmıştır: “İsrailliler şartlarımı kabul etti, şimdi Hamas’ın kabul etme zamanı. Bu son uyarım, bir daha uyarı olmayacak. Rehineleri şimdi serbest bırakın yoksa Orta Doğu’da cehennemi yaşatacağım.”
Trump ayrıca, “İsrail’e işi bitirmesi için ihtiyaç duyduğu her şeyi gönderiyorum, eğer söylediklerimi yapmazsanız tek bir Hamas üyesi bile güvende olmayacak. Tüm rehineleri şimdi, daha sonra değil.” şeklinde tehditte bulunmuştur.
Kendi döneminde, Obama döneminde verilen silahlardan daha çok silah verilmiş olmasına rağmen durdurulamayan direnişi, tehditlerle mi durdurulacaktı? Gazze’ye, 7 Ekim 2023’ten bu yana Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan bombaların birkaç katı fazla bomba atılmasına rağmen, direniş bütün görkemiyle devam etmektedir.
Trump, 18 Ağustos’ta da Gazze’deki İsrailli esirlerin geri dönüşünün Hamas’ın “yok edilmesiyle” mümkün olacağı açıklamasını yapmıştır. Ayrıca Hamas’a, Gazze şeridinde ateşkese ilişkin son teklifi kabul etmesi çağrısında bulunarak “Bu son uyarım, bir daha uyarı olmayacaktır.” diye tehditlerine devam etmiştir.
Son tehdidini ise 29 Eylül’de, suç ortağı Netanyahu ile yaptığı görüşmeden sonra, 30 Eylül 2025’te yapmıştır. Bu tarihte sunduğu sözde barış teklifi, diğer tekliflerinden kısmen farklı olsa da aslında bu teklif de Hamas’ın yok edilmesine, Gazzelilerin ise vesayet altına alınarak köleleştirilmesine yönelik bir tekliftir. Bu teklif ile ilgili olarak 30 Eylül’de sorulan bir soruya Trump şöyle cevap vermiştir: “Yaklaşık üç ya da dört gün… Nasıl olacağını göreceğiz. Tüm Arap ülkeleri onayladı. Müslüman ülkelerin hepsi onayladı. İsrail her şeyi imzaladı. Sadece Hamas’ı bekliyoruz ve Hamas bunu ya yapacak ya da yapmayacak. Eğer yapmazsa çok üzücü bir son olacak.”
Trump, bu tehditlerinin hiçbirini gerçekleştirememiştir. İnşallah bu son tehdidini de gerçekleştiremeyecektir. Hamas’a dolayısıyla Gazzelilere güya cehennemin yaşatılması için siyonist İsrail’e her türlü maddi destek verilmiş ayrıca hem istihbarat hem de Biden’ın bile vermediği silah desteği verilmiştir. Netanyahu’nun başında bulunduğu katiller güruhu da Trump’tan aldıkları destekle Hamas’ın işini birkaç günde bitireceklerini defalarca söylemiş olmalarına rağmen, Hamas’ın direnişi -hamd olsun- halen bütün ihtişamıyla devam etmektedir. Siyonist katiller güruhu, on binlerce yedek askeri çağırmasına rağmen, bu direnişi -Allah’a şükür- kıramamıştır. Evet, her tehditten sonra binlerce masum sivil katledilmiş ama iradeleri kırılamamıştır.
Zaten Hamas yetkilisi Sami Ebu Zühri de Hamas’a bağlı bir haber ajansına yaptığı açıklamada, “Trump’ın Hamas’a yönelik tehditleri haksız ve hiçbir değer taşımıyor.” demiş ve Trump’ın sözlerinden de korkmadıklarını söylemiştir.
Aksa Tufanı’ndan Trump’ın Yeni İşgal Planına
Filistin’de dolayısıyla da Gazze’de katliamlar, 7 Ekim Aksa Tufanı ile başlamış değildir. Tarihî süreç incelendiği zaman 1948’den beri her yıl, bazen birkaç kez siyonist işgalcilerin saldırıları gerçekleşmiş ve bu saldırılarda yüzlerce hatta binlerce masum sivil katledilmiştir. Aynı zamanda her saldırıdan sonra siyonist İsrail, işgal ettiği alanı daha da genişletmiştir. Bu işgal ve katliamlarından dolayı BM tarafından siyonist işgalciler aleyhine onlarca karar alınmış ama bu kararların hiçbiri uygulanmamıştır. Siyonist İsrail, bu kararlara uymamasından dolayı bir yaptırıma da tabi tutulmamıştır. Çünkü arkasında ABD başta olmak üzere diğer Batılı, emperyal, işgalci ülkeler bulunmaktadır. Bu ise siyonist katillere fütursuzca katliam ve işgallerine devam kolaylığı sağlamıştır. Bölge yönetimleri de ‘kale-kil’ demenin dışında, hiçbir ciddi adım at(a)mamışlardır. Mahmut Abbas (El-Fetih yönetimi) da koltuğunu korumak için, Hamas başta olmak üzere, diğer direniş örgütlerine karşı siyonist katillerle iş birliği yapmış, halen yapmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Aksa Tufanı, siyonist İsrail’e karşı bir ilki gerçekleştirmiş ve siyonist terör örgütünün yenilmezlik tılsımını yerle bir etmiştir. Bu durum, Orta Doğu’da korku imparatorluğu kurmaya çalışan büyük şeytan ABD’nin işini zorlaştırmıştır. Nasıl olur da uçağı, tankı, topu olmayan üstelik 2006’dan beri abluka altına alınarak yarı açık cezaevinde, baskı altında tutulan bir örgüt, böyle bir eylemi gerçekleştirebilirdi? Bunu becerebilen bir örgüt, yarın sadece siyonist işgalcileri değil, bölgedeki iş birlikçi yönetimleri hatta emperyal, işgalci devletlerin Orta Doğu’daki sömürü çarklarına çomak sokabilir hatta bütünüyle engelleyebilirdi. Batılı ve Doğulu, emperyal devletlerle bölgedeki iş birlikçi yönetimleri asıl endişelendiren de buydu. Çünkü bölge yöneticileri, siyonist ve küresel işgalci güçler olmadan koltuklarını koruyamazlardı.
Trump, Erdoğan Görüşmesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM’nin 80’inci genel kurulu dolayısıyla New York’a gitmiş ve çeşitli BM üyesi ülke liderleriyle görüşmeler yapmıştır. Erdoğan daha önce 20 Eylül 2023’te BM’nin 78’inci genel kurulu dolayısıyla bulunduğu New York’ta ‘Türk Evi’nde, siyonist katil Netanyahu ile görüşmüştü. Netanyahu 1996 yılında ilk kez başbakan olduğu dönemden itibaren Filistinlilere yönelik katliam gerçekleştiren, fanatik bir siyonisttir. Başbakan olduğu sonraki dönemlerde de Filistin’in masum halkına yönelik katliamını, vahşetini arttırarak devam ettirmiştir. Nitekim Mavi Marmara gemisine, uluslararası sularda baskın yaptırarak katliam gerçekleştiren de yine Netanyahu idi.
Erdoğan BM’nin 80’inci genel kurulu dolayısıyla bulunduğu New York’ta Trump’la da görüşmüştür. Bu görüşmede Erdoğan, Trump’ın bolca -ama gerçek düşüncesini yansıtmayan- övgüsüne muhatap olmuştur. Acaba neden? Gerçekten Erdoğan’a değer verdiğinden mi, hiç sanmıyorum? Zaten yapılan görüşmede basına yansıdığı kadarıyla Erdoğan, Trump’ın her dediğini kabul etmiş ama hiçbir şey alamamıştır. Enerji ithalinin çeşitlendirilmesi önemlidir ama Trump’ın, doğal gazı Rusya’dan alma ya da şunları yapma gibi -eğer doğru ise- talimat tarzındaki sözleri yenilir, yutulur türden değildir. Çünkü bu sözler, bir ülkenin bağımsızlığıyla asla bağdaşmayacak türden sözlerdir.
Türkiye yönetimi Gazze’de gerçekleştirilen katliamdan dolayı Netanyahu katil, terörist Gazze kasabı olarak adlandırıyor. Aslında Netanyahu’yu vasıflandırmak için bu sıfatların hiçbiri yeterli değildir. Çünkü Netanyahu denen “kel-en’âmi bel hum edall(u)” (7/179) bu sıfatların daha ağırını hak ediyor. Peki ya Netanyahu her yönüyle destekleyen, her türlü silahı gönderen, sınırsız finans desteği sağlayan, istihbari destek veren, BM’de savunan hatta aleyhindeki bütün kararları veto eden ABD ve başında bulunan Trump da suçlu değil mi? Bu sıfatları hatta daha ağırını hak etmiyor mu? Neden hafif de olsa bir kelime söylenmiyor? Çünkü Trump, Netanyahu denen katile desteğini çekse Netanyahu ve katiller ordusu adım dahi atamaz. Bu biliniyor olmasına rağmen, neden Trump’a hak ettiği tarzda bir tavır alınamıyor? Çünkü Trump, Erdoğan’ın sürekli gündeme getirdiği Gazze katliamının da baş sorumlusudur. Siyonist İsrail gerek BM’de gerek silah temininde birinci derecede destekçisi Trump’dır. Netanyahu katildir, soykırımcıdır, teröristtir de Trump? Trump en az Netanyahu kadar hatta daha eli kanlı bir katildir, soykırımcıdır ve teröristtir.
Trump, sadece katil ya da terörist değil, aynı zamanda Jeffrey Epstein’in oluşturduğu fuhuş ağına batmış ve dosyalarda ismi geçen bir zani olduğu, ABD basını tarafından da gündeme getirilmiştir. Trump’ın, Epstein’in fuhuş adasında katıldığı etkinlikte fotoğrafçı Jones, iki küçük çocuğu omzuna alan Trump’ın, Epstein’ın yanında bir korkuluğa yaslanmış hâlde fotoğraflarını çekmiştir.
2002’de Trump, New York Magazine’de Epstein hakkında yayımlanan yazıda, Epstein’i “harika bir adam” olarak tanımlamış ve 15 yıldır tanıdığını kaydetmiştir.
ABD basını tarafından Trump’ın, o döneme ait uçuş kayıtlarına göre Palm Beach ile New York arasında Epstein’e ait jetlerle en az yedi kez uçtuğu bildirilmiştir.
Jeffrey Epstein’in, ABD’de kız çocuklarına cinsel istismar ve fuhuş ağı oluşturmaktan tutuklu yargılanırken Ağustos 2019’da, bulunduğu cezaevinde ölü bulunduğu iddia edilmiştir.
Wall Street gazetesi, adalet bakanı Pam Bondi’nin mayıs ayında, Başkan Trump’ı, adının yüzlerce kişiyle birlikte Epstein dosyalarında geçtiği konusunda bilgilendirdiğini iddia etmişti. Beyaz Saray, Trump’ın adının pedofili Jeffrey Epstein dosyalarında geçtiğine dair haberlerin doğru olmadığını savunmuştur.
Beyaz Saray elbette bu haberlerin doğru olmadığını iddia edecektir.
Türkiye’de bazı TV kanalları tarafından Trump, Erdoğan’ı yanına oturtmuş olmasından dolayı yerlere göklere sığdıramamıştır. Bu kanallara göre Trump’ın başka kimseyi değil, sadece Erdoğan’ı yanına oturtmuş olması, Erdoğan’a verdiği değerdendir. ABD dışişleri bakanı Marco Rubio; Erdoğan’ın, Trump’ın “Rusya-Ukrayna ve Gazze savaşlarını bitiririm dedi, savaşları hâlâ bitiremedi.” sözleri üzerine, “Liderler istediklerini söyleyebilir ama günün sonunda bir çözüm gerektiğinde Beyaz Saray’a gelmek isterler. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu hafta Başkan’la görüşmek için Beyaz Saray’a geliyor. Hepsi Trump’la konuşmak, sorunu çözmesini istiyor. Gerçek şu ki bugün bile devam eden toplantılarımız var ve liderler, bu toplantıların bir parçası olmak için âdeta yalvarıyor. Bizi de dahil edin, beş dakika el sıkışma imkânı sağlayın, diye arıyorlar.” demiştir. ABD’nin Ankara büyükelçisi Tom Barrack ise “Trump, Erdoğan’a meşruiyet verdi.” demiştir. Bu sözler sonradan eğilip bükülse de asıl anlamını değiştirmeyecektir. Erdoğan’ın buna rağmen hiçbir şey olmamış gibi, ABD’deki görüşmelerini devam ettirmesi düşündürücüdür. Bu durum; aşağılayıcı, aynı zamanda ABD’lilerin tıyneti göstermesi açısından önemli ama suçlanan liderler için acıtıcıdır. ABD’lilerin bu buyurgan ve üstenci tavırlarına, iş birlikçi liderler ve onların Trump’la görüşmelerinin sabah akşam övülerek bütün haber ve tartışma programlarında gündeme getirilmeleri, daha da utanç vericidir. Nasıl olur da böyle tecavüzcü, katil, soykırımcının yanında oturmayı, bir övünç meselesi olarak değerlendirebiliyorlar, anlamak mümkün değildir. Anlaşılan koltuk ve menfaat kaygısı, insanın gözünü böylesine karartabiliyormuş.
Trump’ın Dayattığı Barış Planı mı Teslim Alma Planı mı?
Trump, siyonist Netanyahu ile 29 Eylül Pazartesi günü Beyaz Saray’da görüşmüş ve kamuoyuna, siyonist İsrail’in de kabul ettiğini söylediği 20 maddelik bir barış planı açıklamıştır. Anlaşmanın, tüm İsrailli rehinelerin derhal serbest bırakılmasını, Hamas’ın iktidardan uzaklaştırılmasını ve İsrail-Arap barış çemberinin genişletilmesini öngördüğü iddia edilmiştir. 20 maddelik bu planı şöyle özetlemek mümkündür:
1- Başkan Trump, Hamas’ın kabul etmesi hâlinde planın, 72 saat içinde, 48 rehinenin tamamının serbest bırakılmasını , Hamas’ın silahsızlandırılmasını ve Filistinliler ile uluslararası uzmanlardan oluşan geçici bir yönetim kurulunun liderliğinde, Başkan Trump’ın liderliğindeki yeni “barış kurulu”nun gözetiminde, silahsızlandırılmış bir Gazze’ye dönüşmesini sağlayacağı,
2- Geçici yönetim organı, başlangıçta Filistin yönetimini içermeyeceği; Gazze’yi yönetme sorumluluğu verilmeden önce bir “reform programını” tamamlamaları gerekeceği,
3- Plan, İbrahim Anlaşmalarını genişletirken İsrail-Filistin çatışması için, siyasi bir ufuk oluşturmaya yönelik uzun vadeli parametreler oluşturacağı, ifade edilmiştir.
Trump’ın dayattığı; bir barış planı değil, aslında Hamas’ın teslim alınma planıdır. Çünkü barış, karşılıklı rıza ve kabulle gerçekleşir. Trump ise bu barış planını ya 3-4 gün içerisinde kabul edersiniz ya da yok edilirsiniz tarzı bir tehditle Hamas’a dayatmaktadır. Dolayısıyla bu, bir barış planı değil, Hamas’ın yok edilme planıdır. Zaten Trump da Netanyahu da bu niyetlerini gizlememişlerdir. Hamas’ın bu planı kabul etmesi ise intiharı anlamına gelecektir. Kabul etmemesi hâlinde ise açlıktan ve atılan bombalardan her gün katledilen onlarca masum insanın ölümüne razı olmak anlamına gelecektir.
Trump’ın planı kadar acı olan ise kendini İslam’a nispet eden bölge yöneticilerinin de bu şeytani planı kabul etmiş olmalarıdır. İbrahim Anlaşmalarını imzalayarak siyonist katiller güruhu ile normalleşen Arap yöneticiler, zaten siyonistlere teslim olmuşlardır. Peki ya Türkiye, çok sert konuşan, dünyada sadece Gazze halkını savunduğu söylenen Türkiye? Nasıl olur da teslim olma anlamına gelen bu planı hem kabul ediyor hem de Hamas’ın kabul etmesi için, Hamas üzerinde baskı kurmaya çalıştığı iddia ediliyor. Gerçi Eylül 2023’te Türk Evi’nde Netanyahu ile yapılan görüşmede de Hamas’ın silahsızlandırılmasının görüşüldüğü ve Erdoğan tarafından da kabul edildiği iddiası ta o zamanlarda gündeme getirilmişti.
Küresel Kararlılık (Sumud) Filosu
Aksa Tufanı bir milat olmuştur. 7 Ekim 2023’ten önce Filistin’i, Gazze’yi hiç bilmeyenler, Aksa Tufanı ile birlikte bilir ve tanır hâle gelmişlerdir. Bu vesileyle Filistin’deki özellikle de Gazze’deki ablukadan, siyonist İsrail ve destekçisi Batılı ülkelerin insanlık dışı katliamlarından haberdar olmuşlardır. Filistin davası, önce İslam dünyasının, sonra Arapların, en sonunda da sadece Filistinlilerin davası olarak görülmüş ve âdeta unutulmaya terk edilmiştir. Bu algı, Aksa Tufanı ile birlikte değişmiş hatta küresel vicdanın uyanışına vesile olmuştur. Nitekim Batılı ülkelerin tamamında halkların Hamas lehine, siyonist İsrail ve kendi ülkeleri aleyhine eylem yapmaları da bunu göstermektedir. Bu eylemleri yapanların tamamı, İslami bir düşünceye sahip oldukları için eyleme kalkışıyor değiller. Sağcısıyla solcusuyla, öğrencisi ve öğretim üyesi ile -eylem yapanlardan bazılarının öğrenciliğine, bazılarının da öğretim üyeliğine son verilmesine rağmen- yaptıkları eylemler, aralıksız devam etmektedir. Bu eylemler nedeniyle kimi yönetimler, tavırlarını değiştirerek siyonist İsrail’e karşı sert tavır almaya başlamışlardır.
İşte bu filo, yani siyonist İsrail’in Gazze ablukasını parçalama amaçlı girişim, küresel vicdanın geldiği aşamayı göstermektedir. Bu anlamda ilk girişim, Mavi Marmara gemisi ile gerçekleştirilmişti. Siyonist korsanlar tarafından uluslararası sularda bu gemiye yapılan saldırıda Türkiye’nin 10 vatandaşı katledilmişti. Türkiye’nin, bu siyonist katliam karşısında ikili ilişkileri askıya alması, özellikle emperyalist ABD’yi endişelendirmiştir. Türkiye, siyonist İsrail ile ikili ilişkilerin tekrar kurulabilmesi için üç şartın yerine getirilmesini şart koşmuştur. Bu şartlar, Gazze üzerindeki siyonist ablukanın kaldırılması, gemiye yapılan saldırıdan dolayı tazminat ödenmesi ve özür dilenmesi şeklinde idi. Ancak bu şartların hiçbiri, istenen şekilde yerine getirilmemiş olmasına rağmen, Obama’nın devreye girmesiyle Türkiye ile siyonist İsrail ilişkileri yeniden başlamıştı. Siyonist İsrail, göstermelik bir özür ve tazminat yerine, yardım yapmayı kabullenmiş, ablukayı kaldırmayı ise kabullenmemiştir. Oysa siyonist İsrail’in bu saldırısı, bir savaş nedeniydi. Türkiye, savaşı göze alamadığı için üç şart koşmuştu ancak bu şartlar da yerine getirilmemişti. Üstelik İHH tarafından siyonist İsrail aleyhine açılan davalar, iktidar tarafından engellemişti.
Mavi Marmara’dan sonra Özgürlük Filosu Koalisyonunun (Freedom Flotilla Coalition-FFC) Birleşik Krallık bandıralı bir gemisi “Madleen” Gazze’ye doğru yola çıkmıştı. Bu geminin yolculuğu, 1 Haziran Pazar günü, Güney İtalya’daki Sicilya adasındaki Catania limanından başlamıştır. Madleen gemisinde, farklı milletlerden 12 uluslararası insan hakları aktivisti bulunmaktaydı. İşgalci, siyonist teröristler, açık denizlerde bu gemiye de müdahalede bulunarak gemideki 12 kişiyi kaçırmışlardır. Bu 12 kişi arasında, iki de Türkiye vatandaşı bulunmakta idi. Türkiye, sadece Tel Aviv büyükelçiliği kanalıyla bu iki vatandaşıyla irtibat kurmaya çalışmıştır. Mavi Marmara’da 10 vatandaşı şehit edilmesine rağmen bir şey yap(a)mayan Türkiye, iki vatandaşı gözaltına alınırken mı yapacak?
Özgürlük Filosu Koalisyonu, Madleen gemisinden sonra, Hanzala gemisini hazırlamıştır. Hanzala gemisi de İtalya’nın Syracusa Limanı’nda 13 Temmuz’da hazırlıklarını tamamladıktan sonra 20 Temmuz’da, 10 farklı ülkeden 21 aktivistle Gazze’ye doğru yola çıkmıştır. Özgürlük Filosu Koalisyonu tarafından WhatsApp kanalından, 26 Temmuz’un son saatinde siyonist İsrail korsanlarının gemiye, uluslararası sularda müdahale ettiği açıklaması yapılmıştır. Gemiye çıkan siyonist teröristler, aktivistleri kelepçelemişler ve güvenlik kameralarını kapatmışlardır.
2 Ekim 2025’te benzer bir korsanlık da Küresel Sumud (Kararlılık) Filosuna yapılmıştır. Sumud Filosuna, 50’ye yakın ülkeden 497 aktivist, 46 gemi ve yelkenle Gazze’ye doğru yola çıkmışlardır. Siyonist İsrail; uluslararası hukuk, deniz hukuku, BM kararlarını ve uluslararası kurumları hiçe sayarak Tunus açıklarında en az üç defa saldırı gerçekleştirmiş, çoğu zaman da dronlarla baskı kurmuştur.
Bütün bu baskılara; Filodaki gemiler, yelkenliler ele geçirilmesine ve aktivistlerin tamamının göz altına alınmasına rağmen, bu filo da bir ilki gerçekleştirmiştir. 2006 yılından beri Gazzelilere uygulanan abluka, ilk kez delinmiş oldu. Gemilerin, yelkenlilerin dolayısıyla aktivistlerin Gazze’ye ulaşmaları, kendilerini bekleyenlerle kucaklaşmaları çok önemli idi. Ama 50’ye yakın ülkeden farklı renk, dil ve dinden gelen 497 aktivistin bu filoda bir araya gelerek Gazze için yola çıkmış olmaları, başlı başına bir başarıdır.
50’ye yakın ülkenin vatandaşı, siyonist korsanlar tarafından kaçırılmış ve çöl ortasında olduğu belirtilen yüksek güvenlikli bir zindana atılmıştır. Çöl ortasındaki hapishaneye atılanlar arasında vatandaşı olan her ülke, zaman geçirmeden siyonist İsrail ile diplomatik, askerî ve iktisadi bütün ilişkilerini keserek açık ve müşahhas bir tavır almalıdırlar. Aktivistlerin hiçbiri, bir gün bile siyonistlerin necis ellerinde bırakılmamalıdır. Aksi hâlde Türkiye dâhil, vatandaşı siyonist İsrail tarafından alıkonulan hiçbir ülke, bağımsızlık iddiasında bulunamaz. Çünkü bu aktivistler, siyonistler tarafından işgal edilen Filistin kara sularına girmemişlerdi. Bu baskın, uluslararası sularda gerçekleşmiş ve bu anlamdaki bir müdahale aslında bir savaş nedenidir.
Küresel Sumud/Kararlılık Filosu, surda bir gedik açmıştır. Bu bile başlı başına önemli bir olaydır. Siyonist İsrail’in ve işgalci ABD’nin halklar karşısında uğradığı yenilgiyi göstermektedir.
Aksa Tufanı, küresel vicdanı uyandırmıştır. Sadece bu bile başlı başına büyük bir başarıdır. Aynı zamanda on yıllardır halklara değer olarak dayatılan uluslararası değerlerin ve kurumların anlamsız olduğu ve emperyal ülkelerin tetikçisi olduğu ayan beyan ortaya konmuştur.
Aksa Tufanı bir milattır ve yeni bir dünyaya uyanıştır. İnşallah bu dünya; zulmün olmadığı, adaletin egemen olduğu bir dünya olacaktır. Bu ise ancak masum Gazze halkının umutları ve hayalleri üzerinde yükselerek mümkün olacaktır.

Follow