Allah’u Teâlâ, her ümmete, Allah’a karşı kulluk/ubudiyet görevlerini yerine getirmesi için bir peygamber göndermiştir (Nahl, 16/36). Çünkü kullar, peygamber olmadan Allah’ın göndermiş olduğu buyrukları anlaması ve yaşaması mümkün değildir. Bu nedenledir ki Rabbimiz, her ümmete bir peygamber göndermiştir. Peygamber göndermediği kavme de azab etmeyeceğini belirtmiştir (İsra, 17/15). Önceki peygamberler, belirli bir zaman için ve belirli kavme, Hz. Muhammed (as) ise bütün âlemlere gönderilmiş (Enbiya, 21/107) bir Peygamberdir ve peygamberler halkasının da sonuncusudur (Ahzab, 33/40). Yani Hz. Muhammed’den (as) sonra yeni bir peygamber gönderilmeyecektir.
Önceki peygamberlerin döneminde, toplumun azgınlığı ve Peygamberlerin getirdikleri mesajı kabul etmemeleri nedeniyle inananlar peygamberleri ile birlikte kurtulmuş, inanmayanlar ise toptan helak edilmişlerdir. Helak olayından sonra tevhid üzere oluşan toplumda peygamberin vefatı ile yeniden bozulma ve şirke bulanma başlaması üzerine topluma tekrar Allah’ın mesajını iletmek üzere yeni bir peygamber gönderilmiştir. Bu durumun, Hz. Muhammed’den (as) sonra olmamasının nedeni ise, Hz. Muhammed’in (as) son Peygamber oluşudur. Önceki kavimlerde meydana gelen bozulma, sapkınlık ve şirke bulanma günümüz toplumlarında olmasına rağmen toptan helak söz konusu olmamaktadır. Bunun nedeni ise Hz. Muhammed’in (as) son peygamber oluşu ve O’ndan sonra yeni bir peygamberin gönderilmeyeceğidir.
Kur’an’da isimleri zikredilen ya da zikredilmeyen bütün peygamberler İslam peygamberidir. Çünkü bütün peygamberler, Allah tarafından görevlendirilmiştir (Ahzab, 33/36). Bu nedenle de aralarında bir ayrım da yapılamaz.
Ad Kavmi
Âd Kavmi, Arabistan’ın en eski ve en tanınmış kavimlerinden biri idi; küçük büyük herkes tarafından en azından adı bilinmekteydi. Eski çağ Arap şiirinde de Âd kavminden çokça bahsedilmektedir. Hadislerden de Hz. Peygamber’e (a.s.) bir defasında, Âd bölgesinden Zühl bin Şeybân aşiretinden bir kişinin gelip eski zamanlardan beri Âd kavmi ile ilgili kendilerine kulaktan kulağa gelen rivayetlerden bazısını anlattığı anlaşılıyor.
Ad kavminin yaşadığı bölge Kur’an’da, Ahkaf olarak isimlendirilir. Ahkaf, aynı zamanda Kur’an’da müstakil bir sureye isim olup 46’ncı sırada yer almaktadır.
Ahkaf kelime olarak Hıfk’ın çoğuludur. Kum çölü, kum tepecikleri anlamına gelir. Ahkaf adlı yöre, Arabistan’ın güneyinde; Yemen, Umman arasındaki bir bölgede olduğu müfessirlerce kabul edilmiştir.
İbn İshak diyor ki Ad bölgesi Umman’dan Yemen’e kadar olan toprakları kapsıyordu. Zamanımızda da Arabistan’ın güneyindeki halk arasında yaygın inanca göre, Ad kavmi bu bölgede yaşamaktaydı.
Âd Kavmi’ne İrem de denilmekteydi. Bunlar Sâmi ırkından Hz. Nuh’un oğlu İrem’den gelmişlerdi. Onların bir kolu da Semûd’dur. Âd kavmi, yüksek binalar inşa eden bir kavimdi ve yeryüzünde büyüklük taslayanlardandı. Dünyada eşi olmayan benzersiz, şanlı, güçlü bir kavimdi. Dağları yontarak evler yapmışlardı.
Nuh (a.s.) ile ona iman edenlerin tufandan kurtulmuş olmalarıyla bir çağ kapanmış, yeni bir çağ açılmıştır. İnsanlık, tevhid inancıyla yeniden dirilmişti. Tufanın temizlediği yeryüzünde yeni bir hayat başlamıştı. İlahi gazaptan kurtulan, Hz. Nuh’un soyundan gelen Ad kavmi, verimli toprakları olan Ahkaf’ı yurt edinmişti. Ad milleti, kumları üst üste yığarak evler inşa etmişlerdi.
Ad Kavmine Verilen Nimetler
Allah’u Teâlâ, bazen vererek bazen de kısarak ya da vermeyerek insanoğlunu imtihan etmektedir. Ad kavmine, birçok kavme vermediği kadar çok nimet vererek ve onları denemiştir. Nitekim bir ayette “… size davarlar, oğullar, bağlar, pınarlar ihsan eden Allah’tan sakının” buyurulmuştur.
Allah’ın büyük bir nimet bahşettiği Ad kavmi, bolluk içinde yaşayan, toprak ve hayvancılığa dayanan bir tarım toplumuydu. Aynı zamanda ticaret yoluyla da zenginlemişler ve bu zenginliği tepeler üzerine binalar kurarak değerlendirmeye başlamışlardı.
Bu muhteşem zenginliğe sahip Ad kavminin, İrem adındaki kentlerinin, numune bir kent olduğunu Allah, şöyle belirtiyor:
“O direkli İrem’e ki o beldeler içinde, misli yaratılmamıştı.”
Allah’ın nimeti sayesinde büyük bir medeniyetin sahibi olan Ad kavmi; kendilerine bahşedilen bu nimetin kadrini bilip O’na itaat etmediler. Aksine büyüklük taslayıp, kibirlenip böbürlenerek yaşayan bir kavim olmuşlardır.
Su sarnıçları, pınarları çölde susuz kalmışlara ab-ı hayattı. Müreffeh bir hayatın sürdürüldüğü Ahkaf yurdu, “İrem” ismiyle ün salmıştı. Bütün güzelliği, ihtişamıyla İrem şehri yeryüzünün cenneti gibiydi. Burada yaşayan Ad kavmi, uzun boylu, güçlü kuvvetliydi. Tüm bu imkânlar içerisinde kendilerine nimetler bahşeden Allah’ı unutmuşlardı. Allah’ın, Ad kavmine vermiş olduğu bol rızık ve imkânlarla saraylar, bahçeler, kat kat evler yapmışlardı.
Ad Kavminin Kibirlenmesi
Ad Kavmine göre Allah’ın verdiği bu nimetler, Allah tarafından değil kendi zekâ ve çalışmalarının, elde ettikleri teknolojilerinin ürünüydü. Zaman içinde zulüm iyice azmıştı. Edindikleri mal ve mülk onları şımartmış, yoksulu ezen, haklının yerine kuvvetli olanın egemen olduğu bir düzenin insanları olmuşlardı. Bolluk ve güçlülük Ad kavmini azgınlaştırmıştı. Allah’tan ve tevhidden uzaklaştırmıştı.
“Ad kavmi, yeryüzünde haksız yere büyüktük taslamış, ‘Bizden daha kuvvetli kim vardır’ demişti.” –
Kibirlendikçe haddi aştılar. Büyüklük taslayarak hakkı inkâra kalkıştılar. Hak olan Allah’ı tanımazlıktan geldiler. Putçuluk, içine düştükleri en büyük illetti. İşleri; kuvvetliyi haklı, güçsüzü haksız görmekti. Haksızlıkları şiddetlendikçe şiddetlendi. Yaratılmışlara zulüm, Yaradan’a saygısızlık ettiler. Kendilerini dev aynasında gördüler. Mallarına, oğullarına, makamlarına, güçlerine, kuvvetlerine güvendiler. Lüks ve gösterişte aşırıya gittiler. Tüm bu nimetlerin geçici birer imtihan vesilesi olduğunu görmezden geldiler. Sımsıkı sarıldıkları dünya nimetlerinin sarhoşluğuyla şımardılar. Azgınlık ve taşkınlıkta bulundular. Büyüklendikçe haksızlık ettiler. Zayıfı, kimsesizi ezdiler. İnsanlar, Ad milletinin zulmüyle yıllar yılı inledi. Çünkü onlar, zorbaydılar ve zorbaların emrindeydiler. Halkı, haklı-haksız demeden dövüp öldürmekteydiler.
Bu kavmin medeniyet ve kültürü göz kamaştırıcıydı. Yüksek ve kalın sütunlardan yapılmış bina ve abideler inşa etmek, en belirgin özelliklerinden biriydi ve böyle şöhret bulmuşlardı. “Görmedin mi, Rabbin Âd’a ne yaptı? O sütunlarla dolu İrem’e”. Bu maddi ve bedensel üstünlük, kuvvet ve iktidar bu milleti fazlasıyla mağrur ve muhteris kılmıştır. Âd kavminin siyasi nizam ve iktidarı son derece zâlim kişilerin elindeydi: “… Her bir inatçı zorbanın emrine uydular…” –
Hz. Hud’un Kavmini İslam’a Daveti
Yüce Allah, Ad kavmine, kardeşleri Hud’u (a.s.) peygamber olarak gönderdi. O, kardeşleriydi, çünkü aynı kabiledendi. Ancak yaşayış tarzı aynı değildi. Temiz ve soylu bir ailedendi. Arap kavminden gelen peygamberlerin ilkiydi. İslâmî kaynaklarda Hûd’un İrem’in çocukları arasında babasına en çok benzeyen, esmer, gür saçlı, güzel yüzlü olduğu nakledilir (İbn Kuteybe, s. 28). Bir rivayete göre de Hûd, Bâbil’de yaşamıştır. Hz. Hud kavmini tevhid inancına davet ederek şöyle dedi:
“Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Siz sadece uydurmaktasınız.”
“Ad (kavmi) de gönderilen (elçi)leri yalanladı. Hani onlara kardeşleri Hud: Sakınmaz mısınız, demişti. Gerçek şu ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.”
Hud (as) kavmini Allah’ı, tek İlah olarak tanımaya ve O’na ibadet etmeye davet etmiştir. Bu davetinin karşılığında da kendilerinden herhangi bir ücret istemediğini de şöyle dile getirmiştir:
“Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?”
Hz. Hud (as), davetine ara vermeden, bıkmadan ve usanmadan anlatmaya devam etmiştir. Ancak yaptığı bu davetin karşısında kalbi ve gözleri perdelenmiş kavmi, ‘Bizden ne istiyorsun? Ey Hud!’ dediler. Oysa Hz. Hud (as), seçilmişti, Allah’ın elçisiydi. Niyeti belliydi. Milletini Hakk’a davet ediyordu. Onlardan hiç karşılık da beklemiyordu. Sapkın kavim, Hud’un (as) ikazlarını dinlemedi, kulak ardı etti. Hatta bu ilahi çağrıya hadlerini aşarak şöyle cevap vermişlerdir:
“Biz, seni kesinlikle bir akılsızlık içinde görüyoruz ve gerçekten senin yalancılardan olduğunu düşünüyoruz.”
Peygamber, Allah elçisiydi. Beyinsizlik de neydi? Söylenecek şey miydi? Bu, olsa olsa söyleyenlerin niteliğiydi. Peygambere “beyinsiz” ve “yalancı” demek; şaşkınlık ve çılgınlıkta zirveydi.
Hud (as) şöyle cevap verdi:
“Ey kavmim, dedi. ‘Bende ‘akıl yetersizliği’ yoktur ama ben gerçekten âlemlerin Rabbinden bir elçiyim, dedi.
‘Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.’
‘Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikr’in gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluş bulasınız” (A’raf, 7/67-69)
Hud’un (as) bu davetini şöyle karşıladılar:
“Dediler ki: Bizim için fark etmez; öğüt versen de öğüt verenlerden olmasan da. Bu, geçmiştekilerin geleneksel tutumundan başkası değildir.”
Bu, ne kabalıktı? Ne katılıktı? Peygamber öğüdü nasıl kabul edilmezdi? Onlar, bu katılıklarını öncekilere yüklemek istediler. Hud’un (as) kişiliğinde asılsız bir gerekçe gösterdiler.
“Biz: Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır, (demekten) başka bir şey söylemeyiz. Dedi ki: Allah’ı şahid tutarım, siz de şahid olun ki gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.”
Tanrı dedikleri putlardı. Putları yapan insanlardı. Putların gücü mü vardı? “Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız hepsi, bunun için bir araya gelseler dahi gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de.” (Hac, 22/73)
Müşrikler, inatçıydılar. İnanmamakta kararlıydılar. Uyarılara kulak asmadılar. Umarsızca inkârlarını aşikâr kıldılar: “Bu yüzden azaba uğratılacak da değiliz” dediler. Atalarının gittiği yol doğru muydu? İnkârları, neticesinde helak edilişleri hiç unutulur muydu? Sorumsuzca yaşadıkları hayat tarzını değiştirmemek için atalarını öne sürmüşlerdi. Onları bahane etmişlerdi.
Ad kavminin ileri gelenleri, halkın Hud’a (as) iman etmesinden korkuyorlardı. Zira onların ilahi davete uymaları, inkârcıların kurdukları düzenin yıkılması demekti. Bu, işlerine gelmezdi. O hâlde insanları manipüle etmek için her yol denenmeliydi. Başvurdukları yollardan biri de Allah’ın elçisini itibarsızlaştırmaktı. Taptıkları putların onu çarptığını bu sebeple de delirmiş olduğunu iddia etmelerinin nedeni buydu. Putperestler küstahlıkta zirvedeydiler. Onların bu davranışları karşısında Hud (as) kendisinin hak peygamber olduğunu hatırlattı.
Putçuların tutarsız olan bu sözlerini Hud (as), şöyle cevaplandırmıştır:
“Biz: Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır, (demekten) başka bir şey söylemeyiz. Dedi ki: Allah’ı şahid tutarım, siz de şahid olun ki gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.
O’nun dışındaki (tanrılardan). Artık siz bana, toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana süre tanımayın.
Ben, gerçekten benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır).
Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip koruyandır.” (Hud, 11/54-57)
Ad Kavmi, Allah’a İnanıyordu!
İnsanlık tarihinde yok denecek kadar az sayıda insan Allah’ı inkâr etmiştir ve tamamına yakını ise bir yaratıcının varlığını kabul etmektedir. Yaratılan varlıkların içinde ise sadece insan ve cinler akil sahibi oldukları için mükellef tutulmuştur. Yani Allah’a ibadet/kulluk etmekle mükelleftirler. Ad kavmi de Allah’a inanıyordu. Bunu, Hz. Hud’a (as) verdikleri cevaplardan anlıyoruz. Çünkü onlar; “Ey Hud! Bizi yalnız Allah’a kulluğa çağırmak için mi geldin? Bizi, babalarımızın tabi oldukları tanrılarımızı terk edip yalnız Allah’ı itaat etmeye çağırmaya mı geldin? Bizi öteki tanrılarımızdan vazgeçirip sadece Allah’a kulluğa çağırmaya mı geldin? Bizler, ilahlarımızı bırakıp sadece Allah’a mı kulluk edeceğiz? Peki, o zaman bizim öteki İlâhlarımız ne olacak?” diyorlardı.
Bu ayetten anlıyoruz ki, Âd kavmi Allah’ı bilmeyen, tanımayan bir kavim değildi. Aksi halde Allah’ın elçisi Hud’a (as), “Ey Hud (as)! Durup dururken yeni bir Allah mı çıkardın? Bu da nereden çıktı? Bugüne kadar hiç duymadığımız, hiç bilmediğimiz bir Allah’a mı inanalım?” demiyorlar da şöyle diyorlardı: “Ey Hud! Bizi sadece O’na kulluğa mı çağırıyorsun? Öteki İlâhlarımızı terk edip sadece O’nu dinlemeye, egemenlik hakkını sadece O’na vermeye, hayatımızda söz sahibi olarak sadece O’nu kabule mi çağırmaya geldin?”
Yani Allah’ı biliyorlardı, tanıyorlardı hatta zaman zaman O’na kulluk da ediyorlardı ama hayatlarında yetkili gördükleri başka Rableri, başka İlâhları da vardı da onları da dinlemek zorunda olduklarını söyleyerek sadece Allah’a kulluğa yanaşmıyorlardı. Tamam, İlâhlardan bir İlâh olarak, tanrılardan bir tanrı olarak Allah’ı da dinleyelim. Hayatımızın bir bölümünde O’nu dinleyelim ama hayatımızın öteki bölümlerinde söz sahibi olan öteki İlâhlarımızı da dinlemek zorundayız diyorlardı.
Kısacası Ad kavmi, Allah’ın varlığını inkâr etmiyordu ama Allah’a ortak koşuyordu. Çünkü günlük hayatlarında taptıkları, dua ettikleri, yardım istedikleri başka ilahları da vardı. Bu nedenle de sadece Allah’a kulluk etmekten hoşlanmıyorlardı.
Hz. Hud’un (as) Kavmini Azapla Tehdidi
Hz. Hud (as), vahyi iletme konusunda yıllarca çırpındı, durdu. Kavmine Allah’ın mesajını iletmeye çalıştı. Ama nafile… Kavmi imana yanaşmıyordu. Onları Allah’ın azabıyla da tehdit etti.
“Doğrusu size, büyük bir günün azabından korkuyorum.”
Kavminin artık basireti bağlanmıştı, kulakları ve kalpleri mühürlenmişti. Azab ile korkutmaları bile onları korkutmuyor ve uyandırmıyordu. Hud’un (as) bu çağrısına şöyle cevap veriyorlardı:
“Biz, azab görecek değiliz.”
“Eğer doğru sözlülerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir.”
Hz. Hud’un bütün uyarılarına rağmen kavmi inkârda direniyordu. Ad kavmi öyle bir teknolojiye sahipti ki bu teknoloji ile yaptıkları villalar, devasa binaların hiçbir güç tarafından yok edilemeyeceği kanaatine sahip olmuşlardı. Bağlar, bahçeler, en güzel yiyecek ve içecekleri sağlıyordu onlara. Hiç kimseye muhtaç değillerdi. Diledikleri gibi yer, içer, yaşarlardı. Kimse onlara karışamazdı.
Hud (as), bir kez açık gerçeği onlara bir kez daha duyurdu; onlar da bunun karşısında şu istekte bulundu:
“Ey Hud, dediler. Sen bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terk etmeyiz. Sana iman edecek de değiliz.”
Ad kavmi, Hud’a (as) inanmadı; hak davetini kabul etmedi ve yalanladı.
“Dediler ki: Sen, bizi ilahlarımızdan çevirmek için mi bize geldin? Şu hâlde eğer doğru söylüyorsan, tehdit ettiğin şeyi, bize getir.”
Ad kavmi, açıkça azab istemekteydi. Artık bu, mücadelede son merhaleydi ve iş Allah’a kalmıştı. Hud (as), yapacağını yapmış kavmini uyarmıştı, Allah nezdinde bir kavmin helaki için tüm alametler belirmiş ve son yaklaşmıştı.
Helak Zamanı
Ad kavmi azabı istemişti. Çünkü güçlerine inanıyorlardı ve azabın kendilerine gelmeyeceğinden emindiler. İnkârlarından dönmeyecekleri belli olduktan sonra onların azab isteklerine Hud (as) şöyle cevap verdi: “Üzerinize Rabbinizden bir öfke ve bir azap inmektedir. Haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyleyse! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!”
Beklenen akıbet: rüzgârla helak
Çok geçmeden azabın alametleri belirmiş ve önce akan sular çekilmiş, meşhur İrem bağları, yeşillikleri sararıp solmuştur. Kuraklık ortalığı kasıp kavurmuş, hayvanlar susuzluktan ölmeye başlamıştı. Güçlü, kuvvetli insanlar yiyecek ekmeğe, içecek suya muhtaç olmuştur. Hz. Hud merhametle onlara bir kez daha davette bulundu.
“Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.”
Bu çağrı da onlara kâr etmedi. Yumuşamadılar, azgın kavim, putları Allah’a değişmedi. Beklediler… Gözetlediler. Çünkü çok kibirliydiler. İnatlarından vazgeçmediler. Putlarından yüz çevirmediler. Her zaman yağmur getiren bulutların geldiği yönde bir bulut gördüler. Sevindiler.
“Derken, onu (azabı) vadilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde gördükleri zaman, ‘Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur’ dediler.”
Hud (as): “Hayır, o kendisi için acele ettiğiniz şeydir. Bir rüzgâr; onda acı bir azab vardır.
Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eder. Böylece meskenlerinden başka, hiçbir şey(leri) görünemez duruma düştüler. İşte biz suçlu-günahkâr bir kavmi böyle cezalandırırız.”
Rüzgâr gittikçe şiddetlendi. Ortalığı kasıp kavuran fırtına yedi gece sekiz gündüz devam etti. Öyle bir kasırgaydı ki uğradığı yerde hiçbir şey bırakmadı. Böylece Ad kavmi cezasını buldu. Allah şöyle buyurdu: “Biz, suçlu kavmi işte böyle cezalandırırız.”
Nuh milletini su boğmuştu. Ad milletini de yel almıştı. Yel (rüzgâr), nasıl bir yeldi? Kaç gün esti? Kur’an’da şöyle kesinleşti: “Biz, o uğursuz (felaket yüklü ve) sürekli bir günde üzerlerine ‘kulakları patlatan bir kasırga’ gönderdik. İnsanları söküp atıyordu; sanki onlar, kökünden sökülüp-kopmuş hurma kütükleriymiş gibi. Şu hâlde Benim azabım ve uyarmam nasılmış?” –
“Böylece biz de onlara dünya hayatında aşağılanma azabını tattırmak için, o uğursuz (felaketler yüklü) günlerde üzerlerine ‘kulakları patlatan bir kasırga’ gönderdik. Ahiret azabı daha (büyük) bir aşağılanmadır. Ve onlara yardım edilmeyecektir.”
“Ad (kavmin)de de (ayetler vardır). Hani onların üzerine köklerini kesen (akim) bir rüzgâr gönderdik. Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka çürütüp-kül gibi dağıtıyordu.”
“Ad (halkın)a gelince; onlar da uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler. (Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralıksız üzerlerine musallat etti. Öyle ki o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün. Şimdi onlardan hiç arta kalan (bir şey) görüyor musun?”
Sonuç olarak Ad Kavmi:
– Allah’ı unutmuş ve gündemlerinde Allah, Allah’a kulluk yoktu! Ahiret; hesap, mizan, cennet cehennem korkusu, ölüm, ölüm ötesi hayat da yoktu! Bu nedenle hak hukuk tanımıyordu. Allah’ı da O’nun elçisini de dinlemiyordu.
– Kendilerini ebedileştirsin diye, hiç ölmeyelim ve ebediyen yaşayalım diye saraylar, köşkler, devasa binalar yapmıştılar. Öylesine müstağnileşmişlerdi ki, Allah’ı ve Allah’ın gücünü, kudretini yok saymışlardı! Kendilerini güç yetirilemez, baş edilemez olarak görüyorlardı.
– Allah’a inanıyor ama Allah’ı tek ilah olarak kabul etmiyorlardı. Allah’ı, inandıkları birçok ilahtan sadece bir ilah olarak kabul ediyorlardı.
– Allah yücedir, Allah büyüktür, gökyüzünü düzenlesin ama yeryüzüne, bizim hayatımıza ve yaptıklarımıza, davranışlarımıza karışmasın.
– O; Allah’tır, Rabb’tır, İlâhtır, yücedir, severiz, sayarız. Hayatımızın belli bölümlerinde ve bazı zamanlarda Allah’ın yasaları geçerli olsun; mesela Ramazan ayında, Hac mevsiminde, cenaze merasimlerinde, mevlidlerde, vatan uğruna ölenlerin cenazelerinde Allah’ın bazı yasaları geçerli olsun. Ama hayatımızın diğer alanlarında, bizim, yasalarını uygulamak zorunda olduğumuz başka Rablerimiz, ilâhlarımız vardır. Meselâ hukuk konusunda, eğitim alanında, kılık-kıyafet konusunda, siyasi, iktisadi ve sosyal konularda kısacası evliliklerimizde, günlük yaşantımızda, ticaretimizde ve ülke yönetiminde, başka ilahlarımız ve Rablerimiz var! Allah, buralara karışmasın!
– İlâhlardan bir İlâh olarak, tanrılardan bir tanrı olarak Allah’ı da dinleyelim, O’na kulluk da edelim ama sadece O’na değil! Çünkü dünya hayatımızda dinleyeceğimiz, itaat edeceğimiz başka ilahlarımız da var.
– Aslında böyle bir inanç, şirk bataklığına batmış Kureyş müşriklerinde de Semud kavminde de, Firavun, Nemrut ve diğer kavimlerde de vardı.
– Bugünün demokratları da laikleri de kısacası İslam dışı bütün sistemler/izmler de aynı şeyi söylüyor ve aynı uygulamayı gerçekleştiriyorlar. Dolayısıyla günümüz demokratları ve laikleri de tıpkı Ad ile Semud kavmi ya da Firavun, Nemrut ve Kureyş müşrikleri gibi Allah’ın var olduğunu ama O’nu, kabul ettikleri birçok ilahtan sadece bir ilah olarak kabul ediyorlar. Yani Allah’a olan inançları, Ad, Semud kavmi ya da Kureyş müşriklerinde farkı değildir.
Ali KAÇAR