Zaman Bilincine Ne Zaman Varacağız?
Arşiv Yazarlar

Zaman Bilincine Ne Zaman Varacağız?

Müslümanların hayatında irili ufaklı çok miktarda önemli unsur vardır. Ve hatta diyebiliriz ki hayatında yer işgal eden -neredeyse- hiçbir şey Müslüman için gereksiz, lüzumsuz değildir. Yüce Rabbimiz de kerim kitabı Kur’an’da zamana işaret eder. Pek çok şeyin zamanından bahseder, dikkatimizi onun üzerine çeker. Rasulullah Efendimiz (sav) ise meşguliyet gelmeden önce mevcut anın kıymetini bilmemizi tavsiye eder.
Tekasür suresi son ayetin ifadesi çerçevesince, ahiret günü verilen nimetlerin tümünden hesaba çekileceğine iman eden biz müminler, zaman gibi, vakit gibi çok büyük bir nimetin değerini bilmemiz gerektiğini kavramalıyız.
Dünya üzerinde bizlere verilen en kıymetli nimetlerden birisi de vakittir. Her şeyin bir vakti vardır. Her şeyi vakitlice yapmak gerekir. Vakit, gelişigüzel hareket etmemenin, hesapsız, plansız, programsız olmamanın işaretidir. Her bir günümüz, beş vakte ayrılmıştır. Öyle ki namazla vaktin nöbeti tutulur. Her bir vaktin kendi içinde bir değeri ve anlamı vardır. Sabah vakti, uyanışı resmeder. Öğlen geldiğinde günün ortalandığını anlarız. İkindi ki günün yavaş yavaş batı yakasına doğru yol alışı demektir. Akşam, gün bitti bitiyor, -deyim yerindeyse- gününüze, işlerinize son aydınlık şeklini verin mesajıdır. Yatsı ise artık köşeye çekilme, dinlenme, günün yorgunluğunu giderme, muhasebe yapma, yarını düşünme, yarına dair hesap ve plana durmadır.
Elimizdeki en büyük sermaye belki de zamandır
Müslümanın hayatında vakte riayet etmek, vaktin gereğini yani an’ın vacibini yerine getirmek gibi önemli bir haslet vardır. Vakit nimetinin farkında olması gereken bizler, onu en güzel, en değerli, en önemli şeylerle ve tasarrufluca kullanmakla yükümlüyüzdür. Elimizdeki en büyük sermaye belki de zamandır. Eğer onun da kıymetini bilmez, ondan nasıl yararlanacağımızı keşfedemezsek, fehmedemezsek hüsran saraylarının burçlarına pişmanlık sancağı diktik demektir. Genelde gençliğin yani gücün, kuvvetin, hareketliliğin, canlılığın, algının, anlayışın vb taze, dinç ve diri olduğu zaman diliminin değerinin bilinmesi üzerinde durulur. Yüce Allah’ın lütfu neticesinde gençlik sınırlarından herkes geçer, ondan nasibini alır. Tevhid akidesinin hakikatine varan ileri yaştaki Müslümanlar, dipten gelen dalga olan gençliğe rehberlik etmelidir. Yatırımı onlara yapmalıdır. Ümmetin gençleri varsa ümit de var demektir. Ama bu ümidi; olgun, ufuk sahibi, ileri fikir, görüş ve tecrübe ile donanmış kanaat önderleri canlı tutacaktır. Her başarılı gençliğin ardında, tecrübe, ilim, fikir ve dava sahibi orta yaşlı ya da ihtiyar insanların olduğu gerçeği yadsınamaz. Modern zamanların, yaşamların çekirdek aile hezeyanı yıllar yılı göstermiştir ki aile büyüklerinin etkisi ve katkısı olmadan yürütülmeye çalışılan evlilikler, çok uzun ömürlü ve huzurlu olamıyor. Çünkü tecrübe konuşmuyor o evliliklerin soluk alıp verdiği hanelerde. Çünkü büyüklere danışılmıyor, güngörmüşlük dikkate alınmıyor. Çünkü büyükler, “gençler giderken -bir dünya yaşanmışlıklarla- geri dönenlerdir.”
Vakti en verimli şekilde değerlendirmek ve yaşamak için hem ilimde, fikirde, zikirde, düşüncede, davada, harekette birikim sahibi insanlara ve hem de aile mefhumunda uzun yıllar geçirmiş ve upuzun yollar kat etmiş insanlara ihtiyaç vardır. Bu durum, insana yani gençliğe, yani hayatın toy sakinlerine mütevazılığı, kendi başına yetersizliği, gücünün, etkisinin, yetkisinin bir yere kadar olacağını, beden ve düşünce kuvvetini yanlış kapılarda heder etmeyeceğini öğretmeye dair bir işaret, bir hatırlatmadır.
Hayatın sadece bu âlemden ibaret olmadığını ve hatta bu dünya âleminin pek de önem arz etmediğini bilip fark eden, bilip fark etmesi gereken Müslümanlar, ahiret odaklı, ahiret merkezli bir yaşama aday olmak zorundadırlar. Gelip geçici, üç günlük bir zaman dilimi mi yoksa sonsuz bir âlem mi tercihe şayandır? Hangisi hesaplar yapmaya, planlar kurmaya, mücadele edilmeye değerdir? Hangisi her daim gündem edilmeyi hak eder niteliktedir? Müslümanlar olarak “dünyada olup dünyadan olmama”yı kavrayıp ahiret yurdunun, saadet diyarının mücadelecisi, mücahidi olabilmeliyiz.
Zamanımızı, hep sonlu bir hayata ayarlı mı yaşacağız?
Ahiret hayatının sonsuzluğunun yanında çok kısa bir zaman dilimi olma hüviyetine sahip olan şu dünyada; büyük büyük dünyevi hayaller kurmaya, Yüce Allah’ın kitabından uzak durmaya Rasulullah’ın (sav) sünnetinden habersiz yaşamaya, İslam davasının saflarında yer almak için gayret etmemeye, kardeşlik binasında ufacık da olsa bir tuğla parçası olmanın mücadelesini vermemeye, ümmet deryasında akıl, fikir, yürek, bilek, dirsek çürütmemeye, günahlara, isyanlara rahatça dalıp batmaya, insanların hidayet yoluna gelmesi için gecesini gündüzüne katmamaya, sahip olduğumuz maddi ve manevi bütün gücümüzü Yüce Allah’ın yolunda feda etmemeye değer mi?
Zamanımızı, hep sonlu bir hayata ayarlı mı yaşacağız? Saatler, hep daha müreffeh bir yaşama yol almamız için mi yelkovandan akrebe yürüyecek? Gün batıdan doğmadan, bıçak kemiğe dayanmadan, son bakışımız, son kalp atışımız, son nefes alışımız, son vaktimiz gelmeden kendimize geleceğimiz o kutlu, o erdemli, o izzetli vakit ne zaman?
İyi şartlarda, iyi okullarda, iyi hesaplarla iri iri büyütmenin derdinde olduğumuz nesillerimizin başarı ve hedef odağında Allahu Teâlâ’nın rızası uğruna yaşamak var mı? Bulundukları, işgal ettikleri zamanlara ve zeminlere dair şahitlik etme ufukları bulunuyor mu? “Ekmeğini eline alma”nın dışında verebildiğimiz daha değerli, daha erdemli hayalleri mevcut mu? Yalnızca Allah için yaşayıp ve yine yalnızca O’nun rızası için ölmek, şehid olmak nedir, bilirler mi çocuklarımız? Oğullarımız; -Rabbimiz hepsinden razı olsun- Hz. Ebubekir gibi sadık, Hz. Ömer gibi adaletli, Hz. Osman gibi hayâ ve edepli, Hz. Ali gibi âlim ve mücahid, Hz. Mus’ab b. Umeyr gibi öğretmen, Hz. Bilal gibi Muhammedî mesajın duyurucusu, Abdullah b. Mes’ud ve Abdullah b. Abbas gibi müfessir ve muhaddis, İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed gibi fakih ve müctehid, İmam Şamil, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub gibi hem âlim, hem şehid olmayı isterler mi, anlarlar mı, yaşarlar mı? Ya kızlarımız? Onlar da öncü, rehber, şahsiyet abidesi hemcinslerinden haberdarlar mı? Peki, ya anne ve babalarımız, ya nine ve dedelerimiz? Onlar da “bastıkları yerleri toprak” diye geçerler mi? Soludukları iklimlerin tanıklığını yaparlar mı?
Yediden yetmiş yediye her kişinin sorumlu ve tanış olduğu, olması gerektiği bir olgudur zaman. Onun bilincine varanlara ne mutlu!
Vahyin hakikatiyle hayata anlamlı bakışlar sunanlara, anlamlı eylemlerle hayatını Rabbinin yoluna adayanlara selam olsun. Zalimlere lanet, mazlumlara rahmet olsun bu dünya; değilse öte dünya. “Vakti kuşanıp” “vahyin kılavuzluğu altında”, “bilinç ışıklarını yakarak” “ilahi şiarları özgürleştirenlerden” olmak duasıyla…
Fatih PALA
fatihpalafatih@gmail.com
06.12.2021 – KAYSERİ

GRUBA KATIL