Suriye Direnişinde Muhalifler
Genel Gündem Yazarlar

Suriye Direnişinde Muhalifler

1920’li yılların başlarına kadar, bugün Ortadoğu olarak bilinen topraklar bir bütün halinde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yer almakta idi. İttihat ve Terakki’nin Osmanlı yönetimini bir darbe ile ele geçirmesiyle başlayan iç kargaşalıklar ve ırkçı/milliyetçi ayaklanmalar kısa bir sürede Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalanmanın eşiğine getirmiştir. Buna, Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği mağlubiyet de eklenince Osmanlı İmparatorluğu 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile tarih sahnesinden çekilmek zorunda bırakılmıştır. Bu döneme kadar bir bütün olarak devam eden Ortadoğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte değişik isimler altında aynı dilden, aynı dinden onlarca devletçiğin kur(dur)ulmasına sahne olmuştur. Ürdün, Irak, Siyonist İsrail, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Suriye adıyla anılan bu ve bölgedeki diğer devletler, dönemin emperyal devletlerin “böl-parçala ve sömür” projeleri doğrultusunda kur(dur)ulmuşlardır.  Suriye 1921’lerde dönemin emperyalist ülkesi Fransa’nın mandasında kurulmuş ve geçmişi olmayan bir devlettir. Çünkü bu coğrafyada 1920’lere kadar Suriye diye bir devlet yoktu. Suriye, dönemin emperyal devletleri Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaşmaları neticesinde ortaya çık(arıl)mış nevzuhur bir devlet(çik)tir. Daha önceleri Suriye’nin de içinde bulunduğu bu bölge Bilad-i Şam olarak bilinmekteydi. Bilad-i Şam; şimdiki Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün ve Siyonist İsrail’in üzerinde bulunduğu toprakları kapsamakta idi. Bilad-i Şam’ın bir parçasında kurulan bugünkü Suriye, önceleri Fransa yönetimince tayin edilen valiler, 1946’dan sonra ise Fransa menfaatlerini önceleyen işbirlikçi yöneticiler tarafından yönetilmiştir. Bu süreçte Suriye’de, arka arkaya darbeler yapılmış, defalarca yönetim el değiştirmiş olsa da Fransa’nın menfaatlerinin devamında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bu durum, Baas Partisi’nin 8 Mart 1963’de bir darbeyle ülke yönetimini ele geçirdiği süreçte de çok fazla değişmemiştir. Baas Partisi’nin kendi içerisinde de darbeler eksik olmamış, en son darbeyi ise Eylül 1970’de Salah Cedid’e karşı Hafız el-Esad yaparak yönetimi ele geçirmiştir. O günden bu güne kadar da Esad ailesi ülkeyi demir yumrukla yönetmektedir.

 

SURİYE’DE MUHALİFLERİN DURUMU

 

17 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan halk ayaklanması bütün Ortadoğu ülkelerini etkilemiş, bu ülkelerin kimilerinde (Tunus, Mısır ve Libya) diktatörler devrilmiş, kimilerinde ise yapılan bir takım reformlarla (Yemen, Fas, Cezayir gibi) ayaklanmalar geçici de olsa bir süreliğine engellenmiştir. Suriye’de ise 15 Mart 2011’de başlayan ayaklanmalar halen devam etmektedir. Suriye diktatörü Nusayri Beşşar Esad, diğer ülkelerde ayaklanmalar olunca, Suriye’de benzer ayaklanmaların olmayacağını, çünkü kendilerinin İsrail’le ve ABD ile ilişkilerinin olmadığını, direniş örgütlerini de desteklediklerini söylemişti. Ancak bu sözünün üzerinde fazla zaman geçmeden ayaklanmalar başlamış, her ayaklanma ise Beşşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad[1] tarafından çok kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışılmıştır. Bastırılmaya çalışılan her ayaklanma, Suriye’nin değişik kentlerinde daha kalabalık yeni ayaklanmalara zemin hazırlamıştır. Ayaklanan halk, başlangıçta basit bir takım reformların gerçekleştirilmesini talep ederken, katliamların artması üzerine rejimin değişmesi ve Beşşar Esad’ın ve Baas Partisi’nin yönetimden gitmesini talep etmeye başlamışlardır. Çünkü halkın en masum ve en makul talepleri bile kanla, katliamla bastırılmaya çalışılması halkı daha da öfkelendirmiştir. Bu nedenle halk, bu katliamlara her gün ve özellikle de Cuma günleri Cuma namazından sonra kitlesel eylemlerle karşılık vermeye başlamıştır. Uzun bir süre bu eylemler silaha başvurulmadan istikrarlı ve kararlı bir şekilde Suriye’nin her tarafında devam ettirilmiştir. Bir taraftan da içerideki ve dışarıdaki rejim muhalifleri organize olmaya başlamışlardır. Bu çerçevede muhalifler, 1-2 Haziran 2011’de Antalya’da, ‘Suriye’de Değişim Konferansı’ adı altında ilk toplantılarını yapmışlardır. Bu toplantıya Sünni Arap aşiretlerinden Alevilere, Kürtlerden Hıristiyanlara kadar çok geniş bir katılım gerçekleşmiştir. Akabinde Belçika’nın başkenti Brüksel’de bir başka toplantı gerçekleştirilmiştir. Brüksel toplantısının ardından da 16-17 Temmuz 2011’de 350 civarında muhalifin katılımıyla ‘Suriye İçin İstanbul Buluşması’  adı altında Türkiye’de ikinci bir toplantı yapılmıştır. Beşar Esad yönetimiyle nasıl mücadele edileceğinin konuşulduğu bu toplantı sonucunda bir bildirge yayınlanmış, 25 üyeli bir konsey ve 11 üyeli bir komite kurulması kararlaştırılmıştır. 23 Ağustos 2011’de İstanbul’da yapılan bir başka toplantıda ise, “Suriye halkının talepleri ve endişelerini temsil etmek” amacıyla kurulacak ‘Suriye Ulusal Konseyi’nin kuruluşunun yakın zamanda ilan edileceği belirtilmiştir. Çok sürmeden 15 Eylül 2011’de ‘Suriye Ulusal Konseyi’nin kurulduğu ve bütün muhaliflerin ‘Suriye Ulusal Konseyi’ çatısı altında toplandığı ilan edilmiştir.

Uzun bir süre faaliyetlerini bu şekilde devam ettiren SUK (Suriye Ulusal Konseyi), bütün muhalifleri kendi çatısı altında bir araya getiremediği düşüncesiyle yeni bir oluşumun gerçekleştirilmesi gündeme getirilmiştir. Bu oluşumu ısrarla isteyen ise ABD ve diğer Batılı devletler olmuştur. Çünkü SUK (Suriye Ulusal Konseyi), istedikleri şekilde laik ve Batı yanlısı değildi. Bu nedenle yapılan baskılar neticesinde 11 Kasım 2012 tarihinde, Katar’ın başkenti Doha’da yapılan Suriye için adlı toplantı sonucunda Suriyeli muhalifler yeni bir çatı örgüt olarak Suriye Devrimci Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu’nu (SMDK) kurmuşlardır. Bu örgütün başına ise Emevi Camii eski imamı ve rejim muhalifi Ahmet Muaz el-Hatip getirilmiştir. Ahmet Muaz el-Hatip, Beşşar Esad’a karşı gerçekleştirdiği eylemlerden ve yaptığı konuşmalardan dolayı birkaç kez tutuklanmış, bırakıldıktan sonra da ülkeyi terk ederek, Esad’a karşı eylemlerine yerleştiği Mısır’da devam etmiştir. Yeni kurulan Suriye Devrimci Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) kısa bir süre içerisinde birçok ülke ve kuruluş tarafından, “Suriye halkının temsilcisi” olarak tanınmış ve kabul edilmiştir. Ahmet Muaz el-Hatip’in başkanlığı çok sürmemiş, dış güçlerin, muhaliflere ve silahlı gruplara yardım için çok fazla şart koştuğu ve olayları kendi çıkarları için kullanmaya çalıştıkları iddiasıyla Mart 2013’te istifa etmek zorunda kalmıştır. Bu istifadan kısa bir süre önce Gassan Hito’nun Ulusal Koalisyon’un geçici hükümetinin başbakanı olarak seçilmesinin erken olduğu gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Hitto’nun adaylığını SUK içinde etkin olan Müslüman Kardeşler ve Ulusal Koalisyon genel sekreteri ve Katar ile güçlü bağları olan işadamı Mustafa Sabbah desteklemişti.

Özgür Suriye Ordusu, sivil halkı öldürmek için verilen emri yerine getirmeyen ve bundan dolayı öldürülme endişesiyle Türkiye sığınan Suriye ordusuna mensup askerler tarafından kurulmuştur. Çünkü Baas rejiminin halka silah sıkma emrine uymayan askerler yakalanınca sorgusuz sualsiz hemen infaz edilmekteydi, yakalanamayanlar ise, Suriye’yi terk etmek zorunda kalıyorlardı. Suriye ordusunu bu şekilde terk eden askerler arasında çeşitli rütbelerde subaylar da bulunmaktaydı. Bu subayların arasında bulunan Albay Riyad el-Esad Türkiye’ye sığınan askerleri 29 Temmuz 2011’de biraya getirerek Özgür Suriye Ordusunu kurmuştur. Böylece Suriye dışında, ilk defa Esad rejimine karşı silahlı mücadele verecek, sivillere göre daha güçlü, daha tecrübeli ve daha organizeli küçük de olsa bir milis güç oluşturulmuştur. Albay Riyad el-Esad ise, Suriye Ulusal Konseyi’ne bağlı olan Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO), başkomutanı ve kurucusu ve bütün askeri hareketlerin koordinatörü olmuştur. Başkomutan yardımcısı olarak Albay Malik Kürdi, Kurmay Başkanı olarak da Albay Ahmet Hicazi ilan edilmiştir. Bu örgüte Suudi Arabistan, Katar, BAE, Libya ve Türkiye lojistik, silah ve istihbarat yardımı yapmıştır.

Özgür Suriye Ordusu içerisindeki silahlı gruplar, 8 Aralık 2012’de Antalya’da yeni bir çatı kuruluş oluşturmak amacıyla toplanmışlardır. Ve nitekim silahlı grupların çeşitli düzeylerdeki 263 komutanının katıldığı bu toplantıda 30 üyeden oluşan ‘Yüksek Askeri Konsey’ (YAK) kurulmuştur. Üç gün süren bu toplantıda Türkiye, ABD, Katar ve Fransa’nın da olduğu 12 ülkenin temsilcileri hazır bulunmuştur. Konsey’in başına ise ‘genelkurmay başkanı’ sıfatı ile Suriye Harp Okulu’nun eski öğretim üyesi General Salim İdris seçilmiştir. Ordudan Temmuz ayında ayrılan, Humus doğumlu İdris, “karizmatik ve ılımlı” bir subay olarak tanımlanmaktadır. Konsey’e seçilen otuz üyeden 20’sinin sivil, 10’unun ise subay olduğu ifade edilmiştir. Yüksek Askeri Konsey’in (YAK), alandaki tüm savaşçı güçlerin temsilcilerini bir araya getiren Genel Kurmaylık seviyesinde bir oluşumdur. Askeri komutanlar ve sivillerden oluşan bu yapı, alandaki güçleri birleşik bir şekilde yönetmekle sorumlu olacaktır.

 

KÜRT ULUSAL KONSEYİNİN KURULMASI VE PYD

 

Suriye’de, 1,5-2 milyon civarında Kürt nüfus yaşamaktadır. Bu nüfusun 300.000 kadarının vatandaşlık hakkı yani evlenme, iş kurma, memur olma, askere gitme, çocuklarını okula gönderme, yurt dışına çıktıkları zaman tekrar yurda dönme hakları bulunmamaktadır. Ne Esad rejimi şimdiye -15 Mart 2011’e- kadar, ne de Türkiye’de Kürtlerin hakkını savunduğunu iddia eden PKK hiçbir zaman, bu Kürtlerin hakkını bırakın savunmayı gündeme dahi getirmemiştir.

 

Bütün baskılara rağmen Suriye’de yaşayan Kürtler, 1957’li yıllardan beri faaliyetlerini gizli de devam ettirmeye çalışmışlardır. Genellikle Barzani ailesinin etkisinde olan bu Kürtler, Kuzey Irak’taki partilerin benzerini Suriye’de de kurmuşlar, ancak faaliyetlerine izin verilmemiştir. Uzun yıllardan sonra bütün bu zorluklara ve baskılara rağmen kurulan 16-17 parti ise, bugün üçe bölünmüş bir halde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Mişel Temo’nun başında bulunduğu Şepal/Gelecek Partisi Suriye Ulusal Konseyi içerisinde Esad rejimine karşı silahlı mücadele vermektedir. Esad rejimi ile birlikte hareket eden, hatta onun emrinde olan PYD (Kürt Demokratik Birliği), Kürtleri, Esad rejimine karşı silahlı mücadeleden vazgeçirmek için çeşitli ölümlü saldırılarda bulunmuştur. Nitekim Mişel Temo’ya dönük gerçekleştirilen suikast girişiminin ikincisinde, Mişel Temo öldürülmüştür. PYD bu kadarla da kalmamış, eylem yapanlardan kimilerini tutuklamış, kimilerini ise dağa kaldırmıştır. Ayrıca Bedro Aşiretinin lideri Abdullah Bedro da silahlı suikasta uğramıştır. Abdullah Bedro’ya yapılan bu suikast girişiminde üç oğlu öldürülmüş, kendisi ise ağır yaralı olarak kurtulmuştur. Uzun bir süre hastanede tedavi gören Abdullah Bedro, iyileştikten sonra “PYD’nin Kürt bölgelerine hâkim olmasından sonra kendilerine hayat hakkı tanımayacaklarını, Baas rejiminden daha baskıcı bir yönetim kuracaklarını söylemiştir.

PYD (Kürt Demokratik Birliği), 2003‘de PKK’lılar tarafından kurulmuş ve PKK’nın uzantısı olarak faaliyet göstermektedir. PYD (Kürt Demokratik Birliği)’nin içinde bulunduğu UKK (Ulusal Koordinasyon Kurulu), önceleri 1- Salar al-Şikhani liderliğindeki Kürt Solcu Partisi, 2- Halit Issad liderliğindeki Kürt Demokratik Birlik Partisi (PYD), 3- Halit Sino liderliğindeki Demokratik Kürt Partisi, 4- Mahmut Davut liderliğindeki Suriye Demokratik Kürt Partisi olmak üzere dört parti bulunmakta idi. Ocak 2012 ayında  Kürt Ulusal Konseyi (KUK)’nin aldığı karara uyarak Kürt Solcu Partisi, Demokratik Kürt Partisi ve Suriye Demokratik Kürt Partisi UKK’dan çekilme kararı almışlar ve UKK’nın içinde sadece PYD kalmıştır.

pyd

Suriye Kürtlerinin çoğunluğunu oluşturan partiler, ne PYD tarafından kurulan UKK (Ulusal Koordinasyon Kurulu) içerisinde, ne de Suriye Ulusal Konseyi içerisinde yer almışlardır. Bu partiler, Barzani’nin de katkılarıyla kendi aralarında örgütlenmeye çalışmışlardır. Bunların içerisinde en etkili parti, Mesut Barzani tarafından da desteklenen Suriye-Kürt Demokratik Partisi’dir. Bu Parti bir anlamda Barzani’nin Kuzey Irak’taki Kürt Demokratik Partisinin bir kolu olarak kabul edilmekte, başkanı ise Barzani tarafından belirlenmektedir.

Bu partiler ilk olarak, 26–27 Ekim 2011 tarihlerinde Suriye’nin Kamışlı kentinde yapılan bir toplantıdan sonra Kürt Ulusal Konseyi (KUK) bir çatı örgüt olarak kurulmuştur.  KUK’un çatı örgüt olduğu Kürt Partilerinin talepleri şöyledir:

Suriye’deki kriz sadece otoriter ve totaliter sistemin değişmesi ile mümkündür. Güvenlik devleti yıkılmalı ve yerine halkın özgür iradesiyle belirlenen bir yönetim ve âdemi merkeziyetçi bir yapı kurulmalıdır. Güvenlik güçleri ve ordu şehirlerden çekilmelidir. Kendi tarihsel topraklarında yaşayan Kürt halkı Suriye’nin sosyal, ulusal ve tarihsel yapısının önemli bir parçasıdır. Bu durum Kürt halkının Suriye ulusunun önemli bir parçası olarak tanınmasını ve Kürtlerin birleşik bir Suriye devleti içinde kendi kaderini tayin hakkının kabul edilmesiyle sorunların çözümünü gerektirir. Din özgürlüğü ve azınlık hakları anayasayla garanti altına alınmalıdır. Suriye muhalefetinin bir parçası olarak, rejimle bireysel diyalog reddedilmektedir.

Bu aşamadan sonra Suriye Kürtlerini tek bir çatı altında toplamaya yönelik ikinci toplantı Erbil’de gerçekleştirilmiştir. Başlangıçta 17–18 Aralık 2011 tarihlerinde yapılması planlanan toplantı, çeşitli anlaşmazlıklar sonucunda ertelenmiş ve ancak ocak ayı sonunda yapılabilmiştir. Erbil Toplantısı, 28–29 Ocak 2012 tarihlerinde Erbil ve Kürt Bölgesel Hükümeti’nin (KBH) tahsis ettiği -Saad Abdullah- Toplantı Salonu’nda gerçekleşmiştir.

Erbil Toplantısı, 26–27 Ekim 2011 tarihlerinde Suriye’de Kamışlı’da gerçekleşen toplantıdan sonra ikinci önemli toplantı olarak kabul edilmektedir. Bir ölçüde de Kamışlı toplantısının tamamlayıcısıdır. Suriye Kürtleri, Kamışlı Toplantısı’nda amacın Kürt muhalefet hareketine temel teşkil edecek bir örgüt kurulması olduğunu, Erbil Toplantısı’nın da yurtdışındaki insanları bir araya getirmek ve ortak bir gündem yaratma amacını taşıdığını ileri sürmektedir. Erbil Toplantısı’nda Suriye Kürtleri için bir çeşit meclis görevi üstlenecek 47 üyeden oluşan bir Yürütme Konseyi adı altında bir kurum oluşturulmuştur.

Mesut Barzani 9–10 Temmuz 2012’de Erbil’de (Hewlêr) bütün Kürt grupları tekrar bir araya getirerek ortak bir üst kurulun oluşturulmasını sağlamıştır. Bu toplantının diğer toplantılardan farkı PYD’nin de bu toplantıya katılmış olmasıdır. Bu toplantıya, SUK ile PYD katılmıştır. Barzani’nin gözetiminde Erbil’deki müzakereler sonucunda iki konsey arasında üst yönetim organı olarak Yüksek Kürt Kurulu kurulmasına karar verilmiştir. Suriye’deki Kürt bölgesinin yönetiminde bu Yüksek Kürt Kurulu sorumlu olacaktır. Bu Kurul on üyeden oluşmaktadır. Bu üyelerin 5’i Kürt Ulusal Meclisi’nden (ENKS), diğer 5 üye ise PYD’den (Batı Kürdistan Halk Meclisi-EGRK) olacaktır. Bu toplantı sonucunda 7 maddelik de bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma maddeleri şöyledir:

2- Batı Kürdistan Kürtlerinin siyasi çalışmalarını yönetmek amacıyla Kürt Yüksek Konseyi oluşturulacak,

3- Batı Kürdistan Kürtlerinin eylemlerini gözlemlemek için 3 uzman komite oluşturulacak,

5- Taraflar arasında şiddet kullanma lanetlenecek,

7- Erbil (Hewlêr) anlaşmasına bağlı kalınacak.

Kürt gruplarından Şepal Partisi SUK’la, PYD ise, PKK ve Esad rejimiyle ile diğer 15 parti ise Barzani ile birlikte hareket etmişlerdir. PYD hariç diğer bütün Kürt partileri Esad rejiminin yıkılmasını istemekte idiler. Şepal Partisi SUK’’la birlikte silahlı mücadele verirken diğer 15 parti ise Esad’a karşı gösteri ve eylem yapmakta, ancak silahlı mücadelede yer almamışlardı. PYD ise Esad’la birlikte hareket etmiş, hatta Esad’a karşı eylem yapan ya da silahlı mücadelede bulunan bazı Kürt liderlerine karşı suikast düzenlemiş, eylemleri de provoke ederek engellemeye çalışmıştır. PYD son olarak Kuzey Suriye’de, Esad’a karşı savaşan muhaliflerin elinde olan bazı kentlere saldırarak, büyük kentlerde sıkışan Esad’ın nefes almasını sağlamıştır. Çünkü muhalifler silahlı güçlerini ağırlıklı olarak Şam, Halep gibi büyük şehirlerine kaydırdıkları için Kuzey Suriye’de çok az güç bulundurmakta idiler. Bunu fırsat bilen PYD, Türkiye’den, İran’dan ve Kuzey Irak’tan gelen PKK’lıların da yardımıyla saldırıya geçmiştir. PYD bu hareketiyle sadece Esad’a karşı savaşan muhalif güçlere değil aynı zamanda Kuzey Suriye’deki Kürtlere de ihanet etmiştir. Çünkü 9-10 Temmuz 2012’de Erbil’de düzenlenen protokol gereği Kürt bölgelerini PYD ve KUK (Kürt Ulusal Konseyi)’un eşit sayıdaki temsilcilerinden oluşan Kürt Yüksek Konseyi (KYK) tarafından yönetileceği maddesini de ihlal etmiştir.

 

MUHALİFLERİN AYRIŞMASI VE ÖZGÜR SURİYE ORDUSU

 

Suriye’de, Esad’a karşı verilen mücadelenin uzaması ister istemez muhalifler arasında bazı tartışmalara neden olmuştur. Zaman zaman çatışmalara varan bu tartışmalar beraberinde bir takım ayrılıkları da getirmiştir. Muhalifler, silahlı mücadelenin başladığı ilk günlerden itibaren ÖSO’yu kuranlardan farklı düşüncelere sahip olsalar da, Esad diktatörlüğünü devirmek için ÖSO ile işbirliği halinde mücadeleyi sürdürmüşlerdir. Ancak içerideki ve dışarıdaki kimi muhaliflerin batılı değerlere sarılmaları, gelecekteki Suriye yönetiminin laik ve demokratik olacağı türündeki açıklamaları, var olan düşünce farklılığını daha da belirgin hale getirmiş ve ayrışmalar başlamıştır. Batılı emperyal işgalci devletler ve bölgedeki işbirlikçi yönetimler, muhaliflere verilen hiçbir sözü yerine getirmemeleri ve daha da kötüsü Esad diktatörlüğüne zaman kazandırmaya dönük tavırları bu ayrışmayı daha da hızlandırmıştır. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı bir kısım muhalif, ÖSO’dan ayrılmış ve asıl hedeflerinin Suriye İslam devletinin kurulması olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Bu amaçla çeşitli İslami gruplar tarafından 2012’nin ikinci yarısından itibaren önce Suriye İslam Cephesi, sonra da Suriye Kurtuluş Cephesi kurulmuştur. En son olarak bu sene 25 Eylül’de Suriye’deki 11 muhalif İslami grup ortak bir açıklama yayımlamışlardır.

E29_suriye-direnis-gruplari-logo_syria

Bu açıklamada, Suriye’de mücadele eden bütün muhalif gruplara şeriat çatısı altında birleşme çağrısı yapılmış ve ayrıca Suriye Ulusal Koalisyonu ve geçici hükümeti tanımadıkları, laiklik ve demokratik yönetimi reddettikleri belirtilmiştir. Ortak açıklamayı yapan gruplar arasında Suriye Ulusal Koalisyonu’na destek vermesiyle bilinen ılımlı Liva et-Tevhid, Liva el-İslam ve Sukur eş-Şam gibi grupların yanı sıra, Ahraru’ş- Şam ile El Kaide bağlantılı En-Nusra hareketi de bulunmaktadır.

Suriye’de ölümüne mücadele eden İslami grupların olağanüstü azimlerine ve çabalarına rağmen insanlar katledilmekte, siviller açlıktan ölmekte ve emperyal küfür güçlerin ve bölgedeki kimi hain yönetimlerin aleni ya da zımni destekleriyle Esad diktatörlüğü devam etmektedir. Suriye’nin Müslüman halkı, sadece Esad diktatörlüğüne karşı mücadele etmiyor, aynı zamanda Siyonist ve emperyal batılı ve doğulu güçlerle Esad’a bütün güçleriyle yardım eden İran ve Hizbullah’a karşı da destansı bir mücadele vermektedir. 3 yıla yakındır bu mücadele bütün yokluk ve imkânsızlıklara rağmen devam etmektedir.

Suriye mücadelesindeki zorluklara ve imkânsızlıklara bir de kış şartları ilave olmuştur. Bizler sıcak evlerimizde, sıcak tutan yorgan ve battaniyelerin altında bile üşürken, acaba yalın ayakla dolaşan, sırtında ceketi bile olmayan, barınacakları, başlarını sokacakları bir evleri, üzerlerine örtecekleri bir battaniyeleri dahi bulunmayan Suriyeliler ne yapıyorlar? Nasıl yaşıyorlar? Suriyeli Müslümanların bu durumunu, Müslüman olarak düşünmemiz gerekmiyor mu? ‘Ancak mü’minler kardeştir’ (Hucurat, 49/10) ayeti ve Hz. Peygamber (as) konuyla ilgili birçok hadisi, zorda olan bu Müslümanların acısını paylaşmamızı, imkânlarımız nispetinde yardım etmemizi gerektirmiyor mu? Bir an olsun kendimizi onların yerine koymalıyız. Suriyeli Müslüman kardeşlerimiz, bugün bir ekmeğe muhtaçken, yemek için kedi, köpek ve eşek eti bile bulamazlarken, bizler, bize ne diyemeyiz. Aksi halde bunun hesabını Allah’a asla veremeyiz.

Bu zorlu ve soğuk bu kış şartlarında, Suriyeli Müslümanlara yardımcı olmak, açlıktan ölmek üzere olan çocuklara bir kuru ekmek uzatmak insanlığımızın ve Müslümanlığımızın bir gereğidir. Suriyeli Müslümanlara günde bir ekmek ayırmak ya da üzerlerine örtecekleri bir battaniye vermek çok mu? Suriyeli Müslümanlara yardım ettiğimiz zaman, ümid ederiz ki Allah da bize yardım edecektir. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar” (Muhammed, 47/7) Bunu unutmayalım!



[1] 18 Temmuz 2012’de muhalifler tarafından Şam’daki güvenlik noktasına yapılan saldırı sonrası iki bacağını kaybeden ve boynundan da ağır yaralanan Genelkurmay Başkanı Mahir Esed’in, Rusya’ya son umut olarak götürüldüğü, fakat kurtarılamayacağının anlaşılması üzerine geri Lazkiye’ye getirildikten sonra öldüğü ve dedesinin de doğduğu yer olan Lazkiye’nin Kardaha bölgesinde gizli bir cezane töreniyle toprağa verildiği öğrenildi.

NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin Aralık-2013 sayısında yayımlanmıştır.

GRUBA KATIL