Suruç Patlaması Ve Terör
Gündem Yazarlar

Suruç Patlaması Ve Terör

Türkiye’de terörün, Suruç’taki patlamadan sonra azdığını söyleyen -yazar, çizer ve siyasetçi gibi kimi çevreler, aslında PKK/KCK’nın çözüm süreci boyunca estirdiği terörü kamuoyu nezdinde gizlemeye çalışmaktadır. Bundan amaç ise 21 Mart 2013’de Nevruz’da açıklanan ‘silahlar sussun, fikirler ve siyaset konuşsun’ sözü ile 8 Mayıs 2013 tarihi itibariyle PKK’lıların sınır dışına çekileceği vaadi yerine getirilmiş gibi bir algı oluşturmaktır. Oysa PKK/KCK terörü, 2013’de çözüm süreci başladığı günden itibaren verilen sözlere ve 23 Mart 2013’de ilan edilen ateşkese rağmen hiç durmadan devam etmiştir. Ancak bu süreçteki terör eylemleri, halkta taban bulmaya ve gelecekte başlatacakları devrimci halk savaşı için hazırlık yapmaya yönelik olarak gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle kamuoyunda –özellikle de Batı kamuoyunda- infial meydana getirecek ölümlü olaylar gerçekleştirilmemeye azami dikkat gösterilmiştir. Nitekim Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan halk, PKK/KCK kaynaklı ölüm dışı terörün her türlüsünü çözüm süreci boyunca her gün yaşamıştır; yol keserek kimlik kontrol etme, kent merkezlerinde silahlı ve yüzü kapalı eylem yaparak korku salma, istediklerini dağa kaldırma, şantiyeleri basarak iş makinelerini yakma, ülke içinde kamplar kurarak küçük yaştaki çocukları kandırarak ya da tehditle dağa kaldırarak şehir gerillası eğitimi verme, haraç ve vergi toplama, KCK mahkemelerinde yargılama gibi eylemlere hiç ara verilmemiştir. Hükümet, dolayısıyla da güvenlik güçleri ise bu olup bitenlerin karşısında çözüm sürecinden ya da başka nedenlerden dolayı PKK/KCK’nın gerçekleştirdiği bu terör eylemlerini görmezden gelmiş, durdurmaya/önlemeye yönelik ciddi hiçbir adım atmamıştır. Hatta kendileri ya da işyerleri saldırıya uğrayan vatandaşların emniyete şikâyetleri, ‘kendinizi koruyun, bizim de can güvenliğimiz yoktur’ cevaplarıyla geçiştirilmiştir. Daha da vahimi, 20 Temmuz Suruç patlamasından sonra Adana’da PKK/KCK teröristlerinin gerçekleştirdiği yakma ve yıkma olaylarından dolayı zarar gören bir vatandaşın karakola şikâyeti üzerine, karakoldaki görevlinin –affedersiniz- ‘kıçınızı koruyamıyorsanız niçin işyeri açıyorsunuz?’ şeklinde cevap vermesidir. Aslında bu cevap, terörün neden bu kadar azgınlaştığının bir göstergesi iken, aynı zamanda görevleri halkın güvenliğini korumak olan emniyet güçlerinin pürmelâlini de göstermektedir. Bu tür cevaplar, Doğu ve Güneydoğu halkının hiç de yabancı olmadığı cevaplardır. Bugün meydana gelen ve bölgenin her tarafında aynı anda gerçekleş/tiril/en terör olaylarının nedenini göstermesi açısından da önemlidir. Hükümetin, 6-8 Ekim 2014 olaylarından beri defalarca ‘her türlü tedbir alınmıştır, kamu güvenliği mutlaka sağlanacaktır’ tarzındaki açıklamalarının sadece sözde kalması, PKK/KCK’nın daha da azgınlaşmasına ve halkta taban bulmasına neden olmuştur.

Aslında bu durum, yani PKK/KCK’nın azgınlaşacağı çözüm sürecinin başladığı günlerde hükümetin attığı yanlış adımlardan belliydi. Atılan bu yanlış adımların düzeltilmesine yönelik birçok kimse tarafından- ‘Genç Birikim’deki yazılarımızda’ ve katıldığımız panel ve sempozyumlarda – bir takım teklifler gündeme getirilmesine rağmen hükümet ciddi hiçbir adım atmamıştır. Dolayısıyla adım adım, halkta taban bula bula geliyorum diyen PKK/KCK terörüne karşı sadece söylemde kalan hükümetin ya da Cumhurbaşkanının açıklamaları, halkın devlete olan güvenini azaltmış, PKK/KCK’yı ise halk nezdinde daha da güçlendirmiştir. Biz, bu yazımızda, azgınlaşarak adım adım gelen PKK/KCK teröründe yapılan hataları ve bundan sonra yapılması gerekenlere –biraz da gerilere giderek- değinmek istiyoruz.

PYD, ESAD REJİMİNİN YARDIM VE DESTEĞİYLE GÜÇLENMİŞTİR.

Suriye Kürtleri, 2011 yılının sonuna doğru Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ni (SKUK) kurmuşlardır. Bu Konsey’e, PKK’nın Suriye kolu PYD (Demokratik Birlik Partisi) ile Suriye Ulusal Konseyi’ne üye olan Şepal/Gelecek Partisi katılmamıştı. Mesut Barzani öncülüğünde 12 Temmuz 2012’de Erbil’de, SKUK ile yapılan toplantıya PYD de katılmış ve bu toplantıda Suriye Kürtleri adına tam yetkili olmak üzere Kürt Yüksek Konseyi (KYK) oluşturulmuştur. Suriye’deki bütün Kürtler adına yetkili olan bu Konsey’in kurulmuş olması Suriye Esad rejimini endişelendirmiştir. Çünkü PYD, Suriye rejimini desteklemekte ve Kürtlerin diğer muhaliflerle birlikte Suriye rejimine karşı hareket etmesini engellemekteydi. Nitekim PYD, Suriye rejimine karşı eylem yapan Kürtleri ya protesto eylemlerine saldırmak ya da elebaşı konumunda olanların kimilerini öldürmek, kimilerini de dağa kaldırmak suretiyle engellemekte idi. İşte Erbil’de 12 Temmuz’da yapılan toplantıda gerçekleştirilen bu yeni oluşum, Esad rejiminin çok önemli bir müttefikini devre dışı bırakacaktı. Bunu gören ve endişelenen Beşşar Esad;

1- Kürtleri kendi içerisinde bölmek ve çatıştırmak,

2- PYD ile Suriye rejim muhaliflerini karşı karşıya getirerek muhaliflerin tehdidini rejimden uzaklaştırmak,

3- PYD ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmek için kontrol etmekte zorlandığı bazı kentleri PYD’ye bırakmıştır. PYD, bu kentlerin yönetimini 12 Temmuz’da oluşturulan Kürt Yüksek Konseyi’ne bırakması gerekirken, bunu yapmayarak bu kentlere kendi silahlı milislerini yerleştirmiş ve Abdullah Öcalan’ın posterleriyle ve PYD bayraklarıyla kent merkezlerini donatmak suretiyle yönetimi kendisi devralmıştır. Böylece PYD tarafından 12 Temmuz’da, Suriye Kürtleri adına yetkili olmak üzere kurulan ‘Kürt Yüksek Konseyi devre dışı bırakılmıştır. Esad rejimi, PYD’ye, sadece kentleri değil, aynı zamanda bu kentlerde bulunan ağır silahları da bırakmıştır. Bu kentlere sahiplenen PYD ile rejim muhalifleri arasında yoğun çatışmalar başlamış, PYD saflarında savaşmak üzere Türkiye, Irak ve İran’dan binlerce PKK’lı Suriye’ye geçmiştir. PYD, sadece rejim muhalifleri ile çatışmamış, aynı zamanda diğer Kürt partilerine yönelik olarak saldırıya geçmiş ve yüz binlerce Kürt’ü Kuzey Irak’a ve Türkiye’ye sürgün etmiştir. Türkiye’ye sığınanların arasında PYD lideri Salih Müslim’in abisi tefsir Profesörü Mustafa Müslim de bulunmaktadır.

PKK ise fırsattan istifade ile PYD’nin Kuzey Suriye’de Esad rejiminin yardım ve desteğiyle gerçekleştirdiği alan hâkimiyetinin benzerini Türkiye’de de oluşturmak üzere hazırlıklara başlamıştır. Bunun için PYD’ye, Esad rejimi tarafından bırakılan silahların bir kısmı PKK tarafından günlerce Katırların sırtında Şemdinli’ye taşınmıştır. Böylece hazırlıklarını tamamladığını düşünen PKK, 2012 yılını final yılı ilan etmiştir. Yani Türkiye içerisinde de kendisinin hâkim olacağı bir bölge oluşturacaktı. Bu ise, özerklik, akabinde de Suriye Kürtleriyle birleşerek daha geniş bir alanda hâkimiyetini ve dolayısıyla PKK/KCK devletini getirmiş olacaktı. Ancak, güvenlik güçlerinin 2012 Ağustos ayında yoğun bir şekilde gerçekleştirdiği operasyonlarla, PKK tam anlamıyla bir hezimete uğramış ve 1500-2000 hatta daha fazla militanını kaybetmişti. Ayrıca kentlerde araba ve işyerlerini kundaklayan, terör eylemlerini organize eden, haraç ve vergi toplayan, halkı tehdit eden KCK’lıların tutuklanmaları da PKK/KCK’yı şehirlerde eylem yapamaz hale getirmişti. Bu dönemde Oslo görüşmeleri de basına yansımış ve PKK ile yapılan dolaylı görüşmeler de sona ermişti.

İMRALI İLE YAPILAN DOĞRUDAN GÖRÜŞMELER..

Hükümet, Oslo’da dolaylı olarak yapılan görüşmelerin fiyasko ile neticelenmesi üzerine, İmralı ile doğrudan görüşmeleri başlatmıştır. Bu görüşmeler ise dönemin Başbakanı Erdoğan’ın 28 Aralık 2012’de katıldığı bir tv programında yaptığı açıklamayla Türkiye kamuoyu duymuştur. 3 Ocak 2013’de BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) heyeti ilk olarak İmralı’ya giderek Öcalan ile görüşmüş, görüşme sonucunda yapılan açıklamalar Türkiye kamuoyunda bir iyimserlik havasının oluşmasına neden olmuştur. 21 Mart 2013 nevruzunda Öcalan’ın mektubunun Diyarbakır’da kamuoyuna okunmasıyla bu iyimserlik daha da artmıştır. Çünkü bu açıklamada ‘artık silahlar sussun fikirler konuşsun, ben bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğine diyorum ki artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil, siyaset öne çıkıyor. Yine diyorum ki artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir’ denilmiştir. Bu ise, terörün biteceği, silahların susacağı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya barış geleceği anlamına geliyordu.

Bu açıklamayı, 23 Mart’ta PKK tarafından ateşkesin ilan edilmesi ve 25 Nisan 2013’de KCK ürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan yaptığı basın açıklamasında silahlı güçlerinin 8 Mayıs 2013 günü itibariyle sınır dışına çekileceği açıklamaları izlemiştir. PKK’lıların sınır dışına çekilirken, daha önce 1999’daki gibi bir sıkıntı yaşanmaması için yani sınır dışına çıkan PKK’lılara güvenlik güçlerinin saldırmamaları için yasal bir takım düzenlemeler de yapılmıştır.

Ancak PKK bu sözünde durmamış ve sınır dışına çekilen militanların sayısının en fazla %15-20 civarında olduğu dönemin başbakanı Erdoğan tarafından da açıklanmıştır. PKK/KCK bununla da yetinmemiş 30 Haziran-5 Temmuz 2013 tarihleri arasında Kandil’de yaptığı 9. Kongrede tam anlamıyla bir devlet yapılanması şeklinde yeniden organize olmuştur. Bu kongrede cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, genelkurmay başkanlığı, maliye, yargı, parlamento vb. bütün kurumlar yeniden oluşturulmuştur.

PKK/KCK, bu süreçte eylemlerine hiç ara vermemiştir. Doğu ve Güneydoğu’da PKK/KCK’nın bilgi ve onayı ile terör olayları –ölümlü olmasa da- artarak devam etmiştir. Bu süreçte PKK, çözüm sürecini kalıcılaştırmak yerine, bu süreci fırsata dönüştürerek gelecekte başlatacağı devrimci halk savaşı için halkta taban oluşturmaya çalışmıştır. Kısacası gelinen aşamada PKK verdiği sözleri tutmamış ve sınır dışına da çekilmemiştir. Aksine bu süreçte dağa katılımların daha da arttığına ilişkin yetkililerin iddiaları bulunmaktadır. PKK’nın kentlerde yaptığı dağa çıkmaya yönelik teşvik, propaganda ve tehdit faaliyetleri de bu iddiaları güçlendirmiştir.

PKK/KCK’LILAR, DEVLETE MEYDAN OKURKEN!..

PKK/KCK, çözüm sürecinde operasyonların durmuş olmasını fırsat bilerek halkta taban bulmaya dönük faaliyetlerine hız vermiştir. Güvenlik güçlerinin PKK/KCK’nın bu faaliyetlerine müdahale etmemesi ise halkın PKK/KCK’ya olan güvenini daha da artırmış, bu durum, PKK’yı ve siyasi uzantısı BDP/HDP’yi, devletin bölgedeki egemenliğine karşı meydan okur hale getirmiştir. Bu nedenle PKK/KCK’lılar, eskiye oranla, devlete karşı, devlet otoritesini zaafa uğratacak tarzda daha rahat ve daha kitlesel eylemler yapar hale gelmişlerdir. Özellikle de bölgede oluşturdukları asayiş birimleri, Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H), Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) kanalıyla korku salarak halk sindirilmiş, bu durum, polise, askere iletildiğinde ise çözüm süreci bahanesiyle yapılan şikâyetlere kulak tıkanılmıştır. Bütün bu olup bitenler PKK/KCK teröristlerini daha da cesaretlendirmiş ve devletin kurumlarına eş kurumlar ihdas etmeye yöneltmiştir. Jandarmanın, polisin yerine güvenlik birimleri (asayiş birimleri, Öz Savunma Birlikleri, Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi-YDG-H), mahkemelerin yerine KCK mahkemeleri, maliye yerine vergi/haraç toplayan birimler oluşturulmuştur. Bölgede yıllardır KCK mahkemeleri, vergi vermeyen, PKK’ya karşı çıkan, kısacası PKK’lıların işine gelmeyen birçok kimseyi yargılamış, yargılananların bir kısmı daha ağır cezalarla cezalandırılmış, bir kısmı ise dağa kaldırılmıştır. Çözüm Süreci –güya- devam ederken KCK yetkililerinin meydan okuyan açıklamaları ise olayın vahametinin ulaştığı boyutları daha net göstermektedir;

1- PKK’nın üst düzey kadrosunda bulunan Duran Kalkan “Hükümetin askeri, polisi, MİT’i, iti varken Kürt kendisini savunmayacak mı?” şeklinde pervasızca konuşmuştur. Asayiş birimleri, Öz Savunma Birlikleri gibi birimler, ancak bağımsız bir devlette söz konusu olabilir. Bu birimler PKK tarafından oluşturulduğuna göre, bunların hedefi çözüm süreci değil, bağımsız, müstakil bir devlet kurmaktır.

2- KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu daha da ileri giderek, Hükümet’in son dönemde kamu düzenini yeniden tesis için yaptığı operasyonları ‘siyasi soykırım’ olarak değerlendirmiş ve ‘kendilerinin de bu operasyonlara karşılık vereceğini, hatta askerleri, polisleri, kaymakamları, diğer devlet memurlarını ve onlarla işbirliği yapacakları ‘tutuklayacakları’nı söyleme cüretini göstermiştir. Karasu’nun açıklamasından da anlaşılacağı üzere PKK/KCK, meydan okuyor, “sen beni tutuklarsan ben de seni tutuklarım” diyor, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerdeki egemenlik haklarını tanımıyor. Seninle eşit güç ve yetkilere sahibim diyor.
3- KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, 24 Kasım 2014 tarihli, PKK’ya yakın ANF’de (Fırat Haber Ajansı), “hiç kimsenin, silah iradesi elinde olan bizler adına konuşması doğru değildir. (…) Kaldı ki biz daha önce de söyledik: Kürt sorununun çözümü konusunda ciddi adım atılmadan, Önder Apo özgürleşip bizzat gerillayla görüşmeden bu tür şeyler tartışılamaz. Gerilla da hiçbir biçimde silah bırakmaz.

Sabri Ok 23.11.2014 tarihinde de meydan okumasına devam ederek, “eğer Kürdistan’da çekilmesi gereken bir güç varsa o da işgalci güç konumunda olan ordu ve polistir. “Siyasetçileri, gençleri, kadın aktivistleri, hatta üniversitelerde öğretim görevlilerini gözaltına alıyorlar, tutukluyorlar. AKP’nin tutuklamalar yaptığı bir yerde hareketimizin de tutuklama yapması ve bu tutuklamalara karşı misilleme hakkını kullanması meşrudur ve hiç kimse tarafından da tartışılamaz. Herkes şunu bilmelidir ki, hareketimiz de halkımıza karşı suç işleyen kişi ve kesimleri gözaltına alma ve tutuklama hakkına sahiptir. Bunlar kimler olur? Nasıl ki Kürt legal siyasetçileri AKP nezdinde suç işliyor ve tutuklama gerekçesi var deniliyorsa; AKP’lilerden de suç işleyenler vardır. Resmi görevlileri vardır. Suçlu başka insanlar ve çevreler vardır. Biz de bu noktada kendi hukukumuzu uygulamak durumunda kalırız’’ demiştir.

4- Cizre’de sözde asayiş birimi ile gündeme gelen ve adına Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) denilen yapılanmanın 09.07.2013’de dağıttığı bildirilerde kullanılan ifadeler de dikkat çekicidir. “Çözüm süreci nedeniyle rehavete kapılmayın.” Köy ve mahalle muhtarları ile sivil toplum örgütlerini dolaşan örgüt üyeleri, ‘bize katılmazsanız seçime giremezsiniz’ şeklinde tehditler savurmuşlardır. PKK’lılar, köy korucuları ile örgüte destek vermeyen vatandaşları “ajan, kelleci, kontra” gibi tanımlamalarla baskı altına almaya çalışmışlardır.
5- PKK’nın sitesi ANF, Murat Karayılan’ın ‘süreci doğru okumayanlar kaybeder’ sözlerini ve çatışmasızlık sürecinin devamı için devlete/hükümete meydan okumasını şu şekilde okuyucularına duyurmuştur; “karakolların yapımını durdur, askeri amaçlı yol ve barajların yapımını durdur, polisin sokaklarda halka karşı uyguladığı şiddeti ve vahşeti durdur, ondan sonra da genel bir ateşkes yaşamsallaşsın. Eğer bugün çatışmasızlık yaşamsallaşmıyorsa, bunun nedeni AKP’nin siyasetidir. Karakol ve askeri amaçlı yol ve baraj yapımı zaten ateşkesin ortadan kaldırılması demektir. PKK, 2011’deki PKK değildir; PKK şimdi daha da güçlüdür. Aynı zamanda 6-8 Ekim olaylarında da görüldüğü gibi Kürt halkı da büyük bir serhildan kabiliyetine sahiptir. Dolayısıyla kimse yanlış hesaplara dayanarak hareket etmemeli ve olası bir savaşın eskisi gibi olacağını düşünmemelidir.’’

Konuşmasında gençleri de mücadele saflarına çağıran Karayılan 19 Kasım 2014’de; “Buradan tüm Kürt kızlarına ve oğullarına sesleniyorum: Dönem zafer dönemidir; gelin siz de zaferin birer militanı olun ve bu tarihsel akışta yerinizi alın. Gelin gerillaya katılın. Gelin, savunma güçlerini kuvvetlendirin ve zaferi kesinleştirelim. Eğer bu tarihi dönemde Kürt gençleri gerilla saflarına katılımını sürdürürse, bu, zaferi garanti altına alacaktır. İçinde bulunduğumuz dönem Kürt halkının zaferi kazanacağı dönemdir. Bu nedenle yüreği özgürlükle çarpan tüm Kürdistanlı gençler gerilla saflarına katılmalı ve bu ülkenin şerefli bir evladı olarak tarihi zafer döneminin inşasında yer almalıdır” demiştir.

6- Kandil’de yapılan 9. Kongre’de KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı’na getirilen Cemil Bayık, 22 Ekim 2013’te Kandil’de haber ajansı Reuters’ın muhabirine yaptığı açıklamada, “…Sürecin sonuna gelindi. Ya Kürt hareketiyle derin ve anlamlı müzakereleri kabul ederler ya da Türkiye’de iç savaş çıkar. Eğer hükümet koşullarımızı kabul etmezse, şimdi çıkan grupların yeniden Kuzey Kürdistan’a dönüşü için hazırlık yaparız” diyerek bir anlamda örgütün sürece bakışını ortaya koymuştur.

Bu meydan okumalar operasyonların durduğu, -Bülent Arınç’ın itirafı ile (yoksa acziyeti mi demeliydik)- askerlerin yanından geçen PKK/KCK’lı teröristlerin el salladığı dönemde olmuştur. Peki, bu süreçte Hükümet ne yapmıştır, söylemden öte çıkardığı kanunları (iç güvenlik yasası gibi) bile uygulamayarak tam anlamıyla bir acziyet içerisine girmiştir. Özellikle de 6-8 Ekim olaylarından sonra öldürülen/katledilen – ve özellikle de vahşice katledilen Yasin Börü gibi- masum insanlar için ne yapmıştır? Hangi terörist tutuklanmıştır, tutuklandığı söylenenlerin sonucu ne olmuştur? Adana’da ailesi ile birlikte sofrada iken katledilen Ethem Gökben ya da IŞİD’e benzetildiğinden dolayı İstanbul’da katledilen Mürsel Gül için ne yapılmıştır? İstanbul’un ya da Adana’nın göbeğinde eli kanlı teröristler bu katliamları nasıl işleyebiliyor, iç güvenlik yasası ya da diğer kanunlar ve uygulayıcıları ne yapıyorlar? Niçin görevini yapmayan güvenlik görevlilerine yönelik hiçbir işlem yapılmamıştır? Kendi mıntıkalarında, kendi illerinde işlenen bu cinayetlerden dolayı güvenlikten sorumlu olanlara –vali, emniyet müdürü ve hatta İçişleri Bakanı gibi- niçin hesap sorulmamıştır?

Hükümete sorulmalı değil mi, bu eli kanlı PKK/KCK çetelerinin bu meydan okumalarına ne yapmıştır? Yoksa bölgede kamu güvenliği, bölge halkının, PKK/KCK’nın teröristlerinin tehditleri karşısında yaptıkları şikâyetlerin gereği ‘başınızın çaresine bakın’ denilerek mi yapılmaya çalışılmıştır?

Seçimlerden önce bölge halkı bar bar bağırırken, PKK/KCK teröristleri mahalle mahalle, köy köy, ev ev hatta adam adam dolaşarak tehdit, şantaj ve baskıyla onları korkuturken ve halk, boyun eğme ya da buralardan göç etme ikilemiyle karşı karşıya bırakılırken devlet, hükümet ve iktidar partisi ne yapıyordu?

Herhalde Erdoğan ve hükümet, HDP’nin en fazla %10 ya da 10.5; MHP’nin ise en fazla %12-13 civarında oy alacağını, AKP’nin ise yine yalnız iktidara geleceğini hesap ettiği için PKK/KCK teröristlerinin bölgede halka yönelik tehditlerini, baskılarını görmezlikten gelmişlerdir. Ama sonuç, onları tam anlamıyla bir hayal kırıklığına uğratmıştır. Herkes biliyor ki, HDP, %13’lük oyu, baskıyla, tehditle almıştır. Seçimden sonra bölge halkı, siyasi iktidar temsilcilerine ve güvenlik güçlerine, kendilerine yönelik baskıları açıkça söylemelerine rağmen Cumhurbaşkanlığı makamı ve Hükümet ve dolayısıyla Yüksek Seçim Kurulu ve yargı organları, bu itirafları dikkate almamış, tam tersine kulak ardı etmişlerdir. Bu tür ifşaatların dikkate alınmaması bırakın bir hukuk devletinde, bir kanun devletinde bile olmazken, niçin halkın bu çığlıkları görmezlikten/duymazlıktan gelinmiştir?

Hükümet/devlet, sadece PKK’yı muhatap alarak Kürtlerin tek temsilcisi konumuna getirirken, Öcalan, İmralı’da bir devletin başkanı imiş gibi muhatap alınırken, görüşmeler, müzakereler ve bu doğrultuda bir takım yasal düzenlemeler yapılırken, PKK/KCK’nın devrimci halk savaşı için yaptığı hazırlıklar neden görmezlikten gelinmiştir? Neden terörist başı olarak maruf Öcalan, kamuoyu, özellikle de Kürt kamuoyu nezdinde hiç de hak etmediği halde bu kadar büyütülmüş ve yüceltilmiştir. Bugün terörün azgınlaşmasında ve öldürülen her vatandaştan –sivil ya da güvenlik görevlisi- PKK/KCK’nın eylemlerini görmezlikten gelen yetkililerin hiç mi vebali yoktur? Bu süreçte dağların, yaylaların, PKK’nın kurduğu şehitliklerin, parti teşkilatlarının ve kimi belediyelerin silah deposu haline getirilmesi sıradan vatandaşlar tarafından biliniyorken, gerekli istihbarat bilgilerini toplamayan ve bölgede olup bitenden –neredeyse hiç- haberdar olmayan Türkiye’nin istihbarat –MİT, Emniyet ve Gn. Kurmay istihbaratı- örgütlerinden neden hesap sorulmamıştır?

Yetkililer, Öcalan’a ve kurduğu terörist örgüte güvenilmeyeceğini bilmiyorlar mıydı? PKK/KCK’nın bir üst akıl tarafından yönlendirildiğini yeni mi öğrendiler? Bu katiller çetesini bir başka katiller çetesi -ABD, Siyonist İsrail, Almanya ve bilumum Batılı emperyal devletler ile içerideki azgın azınlık- tarafından desteklendiğinden, yönlendirildiğinden yeni mi haberdar oldular? PKK’nın depolarında bulunan ABD yapımı silahların PKK/KCK’nın eline nasıl geçtiğini de mi merak etmediler? Daha ne zamana kadar ABD’nin arka bahçesinde bekletilen, çekip çevrilen uydu ülke olma politikasından kurtulacaktır bu ülke! PKK/KCK da, DHKP-C de ve Siyonist İsrail de bölgede kukladır, asıl suçlu ve terörist devlet ise ABD’dir. Bu bilinmeden ve gereği yapılmadan kuklaların arkası kesilmez; bugün PKK/KCK, yarın bir başka eli kanlı terör örgütü olur!

İncirlik hava üssü neden ABD’ye peşkeş çekilmiştir. Kim, Kilis’teki astsubaya IŞİD tarafından ateş edildiğine inanır? Şahsen ben inanmıyorum. İncirlik’in kullanılması ve Türkiye’nin aktif olarak IŞİD’e karşı oluşturulan işgal koalisyonuna katılması görüşmeleri yapılırken ve Türkiye’nin PKK/KCK’ya yönelik tavrı belli iken IŞİD, aklını peynir ekmekle mi yemiş ki Türkiye ordusuna yönelik durduk yere ateş açarak bir askeri öldürsün. Bu işin arkasında ABD ya da yönlendirdiği ve IŞİD içerisine soktuğu ajanları kanalıyla gerçekleştirme ihtimali çok güçlüdür. Bu olayla Türkiye, kamuoyu nezdinde haklı bulunacaktı. Türkiye bu gerekçe ile İncirlik’i ABD kullanımına vermiş ve IŞİD’e karşı da operasyona girişmiştir.

20 Temmuz’da gerçekleştirilen ve IŞİD tarafından yapıldığı söylenen eylemin arkasından da IŞİD dışında bir başka gücün çıkma ihtimali vardır. Tıpkı 5 Haziran‘da HDP mitinginde patlatılan bir bomba IŞİD’in üzerine atılmış ama sonradan PKK itirafçısının da belirttiği gibi o eylem PKK tarafından gerçekleştirilmiştir. Çünkü bu patlamayla HDP’nin oylarının %2, 2,5 oranında arttığı söylenmektedir.

AKP hükümeti çözüm sürecinde yaptığı hatalardan mutlaka vazgeçmelidir. Bu nedenle AKP Hükümeti;
1- Başlattığı operasyonları mutlaka devam ettirmelidir. Yurt içerisinde ve dağlarda yüzlerce kampı tamamen imha etmeli ve kentlerde –özellikle de bölgede- yüzünü kapatarak eylem yapanlara yönelik tutuklamalara ara verilmeden devam edilmelidir.

2- PKK/KCK, İmralı, HDP heyeti kısacası ırkçı, emperyal ve Siyonist güçlerin güdümünde olan kesimlerle görüşmeyi mutlaka sona erdirmeli, bölge ve Kürtlerle ilgili olarak bu kesimleri –bugüne kadar olduğu gibi- hiçbir şekilde muhatap almamalıdır.

3- PKK/KCK’nın, bölge halkından vergi, haraç ya da başka ad altında para toplamasına mutlaka ve hemen engel olmalıdır. Bölgede eylem yapan, yol kesen, Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H), asayiş ya da özel savunma birlikleri (ÖSB) adı altında oluşan terör gruplarını mutlaka ve bir daha eylem yapamayacak şekilde dağıtarak yargıya intikal ettirmelidir. Bölge halkının can güvenliğini mutlaka sağlamalı, halkın üzerine sinmiş PKK/KCK korkusunu mutlaka gidermelidir.

4- PKK/KCK elindeki belediyeleri, PKK/KCK militanlarının yuvalandığı yerler olmaktan çıkarmalı ve belediyeleri teröristlerin finans kaynağı olmaktan kurtarmalıdır. PKK/KCK’nın içerideki finans kaynaklarını -uyuşturucu, fidye, haraç, vergi, iş adamlarının yardımları ve şirketlerden gelen gelirleri- mutlaka kurutmalıdır.

5- Çözüm sürecini mutlaka devam ettirmelidir. PKK/KCK –İmralı, Kandil ve HDP- muhatap alınmadan Kürt halkına verilecek bütün hakları, belirlenecek bir takvime bağlı olarak kamuoyu tarafından da bilinecek ve izlenecek tarzda, açık ve şeffaf bir şekilde mutlaka sağlamalıdır. Bu haklar konusunda bugün, yarın ya da daha sonraki günlerde hangi adımların atılacağını önceden belirleyerek takvime bağlamalı ve bunu da kamuoyuna açıklamalıdır. Bu çerçevede Türk kavminin sahip olduğu her hak, Kürt ve diğer kavimlerin de sahip olacağı tarzda ve hiç kimse ile pazarlık konusu yapmadan bir takvime bağlı olarak vermelidir.

Çözüm sürecinin muhatabı bütünüyle Türkiye halkı olmalıdır. Özellikle de Bölgedeki kanaat önderlerinin, ulemanın ve sivil toplum kuruluş yöneticilerinin görüşleri dinlenmeli ve değer verilmelidir.

6- PYD de tıpkı PKK/KCK gibi eli kanlı terörist bir örgüttür. Bu örgüt zaten PKK/KCK’nın Suriye’deki yapılanmasıdır. Kobani, ne kadar PKK/KCK’lıları ilgilendiriyorsa, Hama, Humus, Halep, Azez ve diğer kentler de başkalarını ilgilendiriyor. Binlerce PKK/KCK’lı terörist, Türkiye’den Suriye’ye PYD saflarında Kürtlere ve Esad rejimi muhaliflerine karşı savaşmaya gitmektedir. Birçok marjinal terörist solcu terör örgütleri için PYD’nin kantonlarında ve Esad yönetimindeki bölgelerde eğitim kampları açılmıştır. Buralarda eğitilen teröristler, hem Suriye’nin mazlum halkına ve hem de Türkiye’ye yönelik eylemleri organize etmektedir. Suruç’taki patlamada ölenler de aynı amaçlarla Kobani’ye gitmek için oraya gidenlerdir. Türkiye hükümetinin binlerce PKK/KCK’lının ve solcu terörist grupların Kobani’ye geçmelerine niçin müsaade ediyor?

Hükümetin bu yanlış tutumları nezdinde terörist olan, kendi halkına zulmeden PYD’yi masum ve mazlum bir örgüt gibi görülmeye başlamasına neden olmuştur. Hükümet, IŞİD’çi olmadığına dair sabah akşam, asla ikna olmayacak kesimleri ikna etmek için açıklamalarda bulunmaktadır. Ama öbür taraftan HDP Eş Başkanı ‘biz sırtımızı YPJ’ye, YPG’ye ve PYD’ye yaslıyoruz’ demekten çekinmemektedir. Aslında Türkiye için IŞİD’den daha tehlikeli terör örgütleri PKK/KCK, YPG ve PYD’dir.

Türkiye hükümeti, YPG ve PYD’yi de tıpkı PKK/KCK gibi bir terör örgütü olarak görmeli ve Kobani’ye gidiş gelişleri mutlaka engellemelidir. Nasıl ki, IŞİD’e gidişler engelleniyorsa, aynı şekilde PYD’ye gidişler de mutlaka engellenmelidir.
7- Bu bölgedeki terörün asıl nedeni ve başlatıcısı ABD ve Siyonist İsrail’dir. Afganistan’ı, Irak’ı ve Filistin’i yaşanmaz hale getiren ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan bu emperyal ve Siyonist güçlerdir. PKK/KCK’nın da diğer terör örgütlerinin de arkasındaki güç yine bu güçlerdir.

8- İncirlik’in ABD’nin kullanımına açılmış olması hükümetin alnına sürülmüş ve silinmeyecek kara bir lekedir. Çünkü bu katiller çetesi, İncirlik’ten havalanan uçaklarla kısa bir süre içerisinde ve daha az maliyetle daha çok masum Suriyeliyi katletme imkanına kavuşmuş oldular. Dolayısıyla katledilen her masum Suriyeliden, en az bu katiller çetesi ABD kadar, İncirlik’i kullanıma açılan hükümet de sorumlu olacaktır.

9- İşin en üzücü tarafı ise kendi ülkelerini; topraklarını, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kısacası onur ve iffetlerini savunma durumunda kalan insanlar ve örgütler, terör örgütü olarak lanse edilmekte, ABD ve Siyonist İsrail gibi asıl terörist olan işgalci ülkeler ise kurtarıcı olarak olumlanmaktadır. PKK/KCK’nın bugün, bu kadar azgınlaşmasının tek nedeni ABD öncülüğündeki işgalci koalisyonun PYD’ye yaptığı silah yardımı ve verdiği destektir. Türkiye’de katledilen her vatandaşın kanında, en az PKK/KCK teröristleri kadar ABD’nin de sorumluluğu bulunmaktadır. Türkiye, hatta bütünüyle bölge ülkeleri, başta ABD ve Siyonist İsrail olmak üzere bölgenin işbirlikçi diktatör yönetimleri ile diğer emperyal ülkelere karşı tavır geliştirmedikçe terörün bitmesi mümkün değildir. Bugün, bölgede terör estiren örgütler kukladır, onların arkasındaki güçler ise doğulu ve batılı emperyal ve Siyonist güçlerdir.

GRUBA KATIL