Bu yıl Mayıs ayında Filistin Topraklarına; Yafa, Kudüs, El Halil, Beytlahm, Eriha ve Lut Gölü’nü kapsayan 4 günlük bir ziyaret gerçekleştirdik.
İşgal ve zulüm altındaki ve kan ve göz yaşı eksik olmayan bu toprakları görmek için uzun süre hasret çekiyordum. Nasıl olmasın ki; Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa, Peygamber Efendimizin Miraca yükseldiği mualla taşının üzerindeki Kubbetül Sahra, peygamberler diyarı Kudüs hep bu topraklarda.
İşgal altındaki Filistin Topraklarına Sabiha Gökçen Havaalanından kalkan bir uçakla hareket ettik. Bu arada uçağa binmeden önce, uluslararası alan da sayılan havaalanındaki bekleme salonundaki uygulama dikkatimizi çekti. Sözde İsrail’in iki elemanı kapı önüne koydukları kimlik press makinesi benzeri bir cihaza uzun bir maşanın ucuna taktıkları büyük bir pamuk parçasını yaklaştırıp, istedikleri yolcuların üzerinde gezdiriyorlardı. Bir müddet bu seremoni devam etti. Bunu Yahudi yolculara yapmıyorlardı, bize de bu prosedürü(!) uygulamadılar. Yine de sormadan kendimizi alamadık. Bunun bir bomba izi araması olduğunu, sondajlama usulü bazı yolculara yaptıklarını itiraf ettiler. Güya daha önceden bomba ile iştigal eden insanlarda bir iz kalıyormuş, bu işlemle de bunu tespit edebiliyorlarmış. Pek inanmadık tabiiki. Bu gösteri daha çok psikolojik bir baskıyı andırıyordu. İşin daha vahimi bunun Türkiye’de, Türkiye’deki havaalanında, bir Türk uçağına binen, Türk yolculara uygulanmasıydı.
Yaklaşık 2 saatlik yolculuktan sonra Tel Aviv’e indik. Hava alanından inince ilk olarak Yafa’ya hareket ettik.
Yafa’da birkaç Osmanlı eserinden biri olan Mahmudiye Camii hala ayakta. Cami 1812 yılında, Sultan II. Mahmud tarafından yaptırılmış. Külliye şeklindeki Camiinin bir diğer adı Ulu Camii. Camiinin arsa ve müştemilatının birçok yeri Yahudiler tarafından ele geçirilmiş ve işgal edilmiş. Bu işgalin sonucu olarak külliye çevresinde bazı dükkân ve lokantalar açılmış. Caminin hemen bitişiğinde yeni bir otel inşaatı da bu işgalden nasibini almış.
Caminin yola bakan dış duvarında renkli mermerlerle yapılmış kitabe ve Osmanlı çeşmesi nadide bir eser olarak hala varlığını koruyor. Çevresindeki Cami müştemilatı Yahudiler tarafından ele geçirilmiş, dükkan olarak kullanılıyor.
Zamanında Osmanlı konağı olarak kullanılan tarihi mekân şu an, yarasaların gübresinden istifade etmek amacıyla yarasa çiftliği olarak kullanılıyor. Türkiye’nin aslına döndürüp restore etmek amaçlı girişimlerinin sonuçsuz kaldığını üzülerek öğreniyoruz.
Yafa’da eski hükümet binalarının bulunduğu, zamanında işlek olan bir meydana dikilmiş olan bir saat kulesi de ayakta varlığını koruyor. Osmanlı döneminde Osmanlı Sultanı II.Abdülhamit‘in hükümdarlığının 25. yıldönümü şerefine, 1903’te inşa edilmiş.
Saat kulesinin yakınında bulunan tarihi Osmanlı hükumet hükümet binaları da Yahudiler tarafından işgal edilmiş.
Osmanlı Döneminde bir liman şehri olarak kullanılmış Yafa’da birçok Osmanlı eseri bulunsa da bir çoğu yıkılmış. Ayakta kalan Hasan Paşa Camisini ve Bahriye Camisini zamanımız kısıtlı olduğu için göremedik.
Yafa şehri ilk işgalini 1799 yılında Fransa imparatoru Napolyon ve ordusu tarafından yaşamıştı. 1799 yıllarında Fransa imparatoru Napolyon, Ortadoğu seferine çıkmıştı, Mısır’a asker çıkararak Kâhire’yi ele geçirmişti. Mısır’dan sonra Filistin topraklarını da fethetmek için 10 Şubat 1799 günü harekete geçen Napolyon, 24 Şubat 1799’da Gazze’yi, 5 günlük kanlı savaşlar sonunda ise Yafa’yı aldı. Yafa’daki çarpışmalarda esir aldığı 4000 İslâm askerini îdâm etmesi ve yerli halkı, katliâma tâbi tutması; bölgede Napolyon ve Fransa aleyhinde büyük bir nefretin uyanmasına sebeb oldu. Napolyon, Yafa’dan sonra Suriye’nin son müdâfaa kalesi olan Akka önlerine geldi ve kaleyi muhasara altına aldı. Akka kalesini Cezzâr Ahmed Paşa savunuyordu.
Napolyon bundan sonra bütün güçleriyle Akka kalesine taarruza başladı. Ancak kaleden gördükleri şiddetli mukavemetten dolayı başarı sağlayamadı.
Osmanlı askerleri müdâfaada daha şiddetli bir direnme göstererek düşmanı geriye püskürttüler. Napolyon Cezzâr Ahmed Paşa’nın yaşlılığına rağmen cesaret ve harb bilgisine hayran kalmıştı.
Harb, bu şekilde iki aya yakın gece-gündüz devam etti. Cezzâr Ahmed Paşa bu eşsiz mü’dâfayla Fransızları şaşkına çevirdi. İhtiyar fakat cesaret, azim ve irâde örneği olan Cezzâr Ahmed Paşa’nın bu olağanüstü savunmasını kıramayacağını anlayan Fransız imparatoru, 64 gün süren muhasaradan sonra bir akşamüstü karanlığından faydalanarak, üzüntülü bir şekilde geri çekildi. Çünkü Akka önünde iki şöhretli generalini ve binlerce Fransız askerini kaybetmişti. Muhasara sonunda Napolyon; “Akka’da durdurulmasaydım, bütün Doğu’yu ele geçirebilirdim!.” demiştir.
Cezzâr Ahmed Paşa, 23 Nisan 1804’de Akka’da vefât etti. Cezzâr Ahmed Paşa, zekî, dirayetli, anlayışlı bir insan olup, mes’eleleri önceden sezmek kabiliyetine sâhip idi. İdare ettiği yerlerde asayişi te’min, Akka ile Sayda ve Beyrut’u tahkim ettiği gibi, Akka’da mükemmel bir câmi, bir çarşı ve birçok çeşme ile sebiller yaptırmak suretiyle îmâr işlerine önem vermiştir. (1), (2)
Devam edecek…
Kaynakça
1-Osmanlılar Albümü 2 Kitap,
2-Akit, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi