Fatih Pala: “Andola! Şahidin Aziz Kanına, Şerefli Nişanına!”
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Fatih Pala: “Andola! Şahidin Aziz Kanına, Şerefli Nişanına!”

Direndikçe direniyor, bilendikçe bileniyor dünyamız, coğrafyamız. Her yanımızda, zulümatın kara elleri, çirkin ve çirkef esareti. Olanlar oluyor, canlar yanıyor, kanlar akıyor. Mazlumlar, dünya gündeminde. Zalimler, karanlık hesabında. Yalnız Allah için yaşanır ve ölüm de yine yalnız onun için olur, hakikatinin destanı yazılıyor hece hece, şehir şehir.

Kurbanlar veriliyor bir bir. Devriliyor mü’min yüreklerdeki korku duvarları. An be an dirilen kıyam, aslî kıvamına eriyor ve kâfirlerin zihnini kemiriyor. Yaşamayı öğretenlerin verdiği dersleri, ancak nasipliler alıyor, anlıyor. Dünya tutuşmuş yanıyor, kavruluyor. İnsanlar, günlerine bin bir umutla doğuyor. Uyuşmuş sineler, toprağı kırmızıya bulayan bedenlerin düşüşüyle doğruluyor.

Kazanmak için, önce canından, malından ve dünyasından vazgeçmeyi kabul görenlerin yürüyüşüne şahit oluyoruz. Şehadet tacına oynayanların, can atanların, gönül bağlayanların sahasıdır Mısır, Suriye, Filistin, Irak, Çeçenya…
Kardeşlerimiz, ehl-i küffarın, ehl-i zulmün, ehl-i şirkin ve ehl-i fesadın dünyayı sevmesinin kat kat fazlası bir iştiyakla ölümün, yani vuslatın, yani hürriyetin sevdasında.

Tarih, hiç olmadığı ve hiç görmediği kadar kardeşlerinin yanında, zulmün ve zilletin karşısında olarak, günlerini şafağa ayarlamışların şahitliğinde.

Toprak, hiç tatmadığı ve koklamadığı kadar bardaktan boşalırcasına serpilip de gelen, fışkırıp da, haykırıp da gelen sıcacık ve tazecik kanların ev sahipliğinde.

Arş, zafere müjde, sevince katık olacak rahmetin habercisi rüzgârlarını, yeryüzünün hasretli bağrına salıvermek için yaşayacağı en yoğun sabırsızlıkta.

Ve arz, ruhsuzları, nursuzları, onursuzları taşımanın, onlara katlanmanın, onlardan kurtulacağı zamanı beklemenin ağır mı ağır yorgunluğunda.

Şahit kılıyor canlarını şehitler, âlemlerin cümlesine. Cehennemi yurt edinmişlere ve yurt edinmişliklere, asla unutamayacakları, unutmaya fırsat bulamayacakları devasa bir heyelan getiriyorlar; haberleri yok nar sahiplerinin! Hangi hızla atacağını şaşırmış kalplerin sahibi olan bu yüce ruhların önünde, kim, nasıl ve ne cüretle duracak? Zaman akacak, hesap akacak, insan akacak ve zulmün boğazına boğazına, aklına aklına çelikten kırılmak bilmez prangalar vurulacak… Sürülecek, sürüklenecek zalimler…

Direniş, uyanışı da getirir beraberinde. Öyle bir iksir sahibi ki direniş, kilometreler ötesindekilerin uykusuna hançer saplamakta. Sanmakta mıdır ki zalimler, dünya susacak, mü’minler pusacak… Direnişin haklı çocukları öfke adına, hınç adına ne varsa kusacak lanetli yüzüne zalimin, kâfirin, alçağın ve alçalmışlığın.
Ama andola, şahidin aziz kanına. Andola, şerefli nişanına. Andola, korkusunu korkusuzluğa bırakana. Andola, vahyin muradınca yaşayana. Andola, ayetleri başından sonuna kadar kuşandıkça kuşanana. Andola, on yıllar önce doğan bir davanın, bir hareketin sancağını tatlı mı tatlı canı pahasına yere düşürmeyene. Ve andola, zulme razı olmayana, meydanları doldurana, sesini haklılar payına zalime duyurana.

Zafer yakın, vakit yakın, yaklaşıyor yaklaşmakta olan. Söküyor şafak, doğuyor güneş ve geliyor vahyin doğurduğu, emzirdiği, büyüttüğü ilahi bahar… Arzın mimarları, arşın ufkunu ölümlerden ömürlere taşımaya koyulmuşlar bir kere iklim iklim. Kaçacak delik arasın, kapkara zamanların karanlık benizli zehir zemberek zavallıları. İşte o gün, işte bugün aydınlık karanlığa galebe çalacak. Nur, zulümattan iz bırakmayacak. Özüne ve sözüne dönmüş olanlar hürriyet marşlarını gür bir avazla haykıracaklar kıtalardan kıtalara: “Ehi ente hurrun vera essudud/ Kardeşim parmaklıklar ardında olsun da sen özgürsün!”

NOT: Bu yazı Genç Birikim dergisinin Eylül 2013 sayısında yayımlanmıştır.

GRUBA KATIL