Dünyada Olup Ama Dünyadan Olmamak
Arşiv Yazarlar

Dünyada Olup Ama Dünyadan Olmamak

Hamd, övgü, sena, teşekkür âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a; salât ve selam da biricik örneğimiz, rehberimiz, önderimiz, öğretmenimiz olan Yüce Allah’ın Rasulü Muhammed’e (aleyhissalâtu vesselam) olsun.
İnsanlar olarak hangimizin daha iyi sözler sarf edip daha güzel işler yaptığımızı, ameller işlediğimizi görmek, göstermek için ölümü ve hayatı yaratan Rabbimiz, dünyadaki bütün nimetleri emrimize sunmuş, önümüze koymuştur. Emrimize sunulup önümüze konan bu nimetleri, bu metaları kalbimize yerleştirdiğimizde imtihanı kaybetmemiz sürpriz olmayacaktır.
Alaaddin b. Ziyad diyor ki: “Rüyamda, insanların bir yere doğru gittiklerini görüp onları takip ettim. Birden bire önüme yaşlı, çirkin ve çıplak bir kadın çıktı; üzerinde her türlü takı ve ziynet eşyası vardı. Ona: ‘Sen de kimsin?’ diye sordum. ‘Ben, dünyayım’ diye cevap verdi. Ben de: ‘Allah, sana buğzetmeyi bana nasip eylesin’ dedim. Bunun üzerine ‘Evet, eğer paraya buğzedersen bana buğzedersin’ cevabını verdi.”
Para, mal, araç, ev, kullanılan cihazlar -akıllı telefon vs-, bunların hepsi üç günlük dünya hayatında insanın gözünü boyayan, onu oyalayan unsurlardır. Nefis, tabiatı itibariyle malı sever. Mal sahibi olan kişi, devamlı olarak malının artmasını ister ve onun eksilmesinden hiç hoşlanmaz. Çünkü o, sahip olduğu malı, gerçek mülküymüş zanneder. Gerçek mülk sahibinin Yüce Allah olduğunu ve O’nun, mülkünü istediği kuluna verdiğini ve istediği kulundan çekip aldığını unutur. Veya şeytan, bunu, kendi kendisine unutturur. Aynı zamanda dünya malı, malın gerçek mahiyetini idrak edememiş olanlara fitne olur. Malın gerçek mahiyetini bilen gerçek Müslümanlar şöyledir: Allah, onlara mal vermiş ve o malı hayırlı işlerde sarf etmek üzere, kendilerine o malı musallat etmiştir. Bu şekilde onlar, bu malı hayırlı işlerde sarf edip tüketmek için adeta yarışırlar. İşte gerçek zengin müslümanın sıfatı budur. Mal, onların ellerinde olup, kalplerine sirayet etmemiştir. Bunun için Allah Teâlâ, onları Kerim olan Kitabı’nda överek şöyle buyurmuştur: “Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar, saadete erenlerdir.”
Onlar, nefislerine kul olmayı kabul etmemişlerdir; nefislerinin zincirlerinden kurtulup, özgürlüklerine kavuşarak nefislerinin efendileri olmuşlar ve böylece hem dünya hem de ahirette saadete ermeyi hak etmişlerdir.
Nefsine Galip Gelmede İmam Ebu Hanife Örneği:
Onların kalplerine Allah’tan başka hiçbir sevgili girmemiştir. Allah Teâlâ’dan başkasına boyun eğmeyi reddetmişlerdir.
Bir gün Mansur, İmam Ebu Hanife’ye, on bin dirhem verilmesini emreder ve bu parayı vermek üzere Hasan b. Kahtabe’yi görevlendirir (Bu meblağdaki para, İmam Ebu Hanife’ye “Sus payı” olarak gönderilmişti). İmam Ebu Hanife, Mansur’un bu parayı kendisine göndereceğini hissedince konuşmadan kesilir, sanki baygın bir haldeymiş gibi kimseyle bir dünya kelamı etmez. Aynı gün, Hasan b. Kahtabe, dirhemlerle birlikte gelir ve İmam Ebu Hanife’nin yanına girer. Orada bulunanlar: “İmam, bir tek kelime dahi konuşmadı” derler. Bunun üzerine Hasan: “Peki, ne yapayım?” diye sorar. “Nasıl uygun görürsen öyle yap” derler. Hasan da getirmiş olduğu dolu torbayı, mescidin ev tarafına doğru olan bir köşesine bırakır. Bu torba, orada öylece kalır.
İmam Ebu Hanife vefat ettiği zaman, gurbette olan oğlu Hammad gelir ve içinde on bin dirhem olan bu torbayı alarak Hasan b. Kahtabe’nin kapısına gider. İzin alarak içeriye girer ve Hasan’a: “Babam, vasiyetinde, ‘Defnedildiğim zaman evimin köşesindeki, içinde on bin dirhem bulunan torbayı alıp Hasan b. Kahtabe’ye götür ve ona: Bu, bizdeki emanetindir, diyerek onu kendine ver, sözünün yazılı olduğunu gördüm” der.
İşte bu insanlar, malın gerçek mahiyetini idrak etmiş ve malı, bu anlayışla kullanmışlardır.
Sahip Olduğun Şeyin Hakikati
İşte Hasan-ı Basri, harislikten gözleri körelen, kalpleri pas bağlayan, bunun için malın gerçek mahiyetini ve sebep olduğu fitneyi göremeyen, topladıkları mülkün kendilerinin olduğunu zanneden insanlara seslenerek şöyle der: “Ey âdemoğlu! Malım, malım dersin, Yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin ve verip geçtiğin maldan başka senin olanı var mı?”
Bu gerçeği, ancak kendilerini leşin içine atmayı reddedenler, yüce gayelerle meşgul olan ve gönülleri cennete bağlı olanlar anlayabilirler. Onların nazarında dünya, bir leş gibidir. Ahireti talep eden kişi, onu almak için eğilmemelidir. İmam İbn Kayyım da onların lisan-ı halleriyle konuşarak şöyle diyor: “Dünya, bir leştir. Aslanlar da leşe dönüp bakmazlar.”
Dünya Lezzetleri
Dünya, gerçek yüzünü ve sebep olduğu fitneyi idrak edenler, ahireti dünyaya tercih edenler, dünyanın zail olduğu, cennet ve nimetleri de ebedi olduğu hakikatinden yola çıkmışlardır. Bu ikisini karşılaştırıp, baki olana tercih etmişlerdir. Dünyada bulunan her şey geçici olduğu gibi, dünya lezzetleri de geçicidir; ancak çok uzun bir uğraş ve yorgunluktan sonra elde edilir. İmam İbn Cevzi, bu gerçeği açıklayarak şöyle diyor: “Dünya ve dünya lezzetlerinde sonuca ulaşmayı isteyen kişiden daha ahmak kimse yoktur. Dünyada, gerçek manasıyla lezzet yoktur. Lezzet olarak tabir edilen şey, aslında acılar ve sıkıntılardan kurtulmanın vermiş olduğu geçici rahatlıklardır.”
İman etmenin farkında ve lezzetinde olan gerçek mü’minler, “dünyada olup ama dünyadan olmayanlar”dır; yani dünyayı değil, ahireti hakiki yurt kabul edip hep oraya ayarlı olarak düşünen, konuşan, yaşayanlardır. Ne mutlu onlar gibi olanlara…
Fatih PALA
fatihpalafatih@gmail.com

GRUBA KATIL