Davet, Devlete Götürürse Davettir!
Arşiv Yazarlar

Davet, Devlete Götürürse Davettir!

Hamd, övgü, sena, teşekkür âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a; salât ve selam da biricik örneğimiz, rehberimiz, önderimiz, öğretmenimiz olan Yüce Allah’ın elçisi Muhammed Rasulullah’ın üzerine olsun.
Ömrünü İslam davasına vakfetmiş, ondan başka gayesi, ondan başka derdi ve tasası olmayanlar, tarih boyunca ümmetin bağrından çıkmıştır ve çıkmaya da devam etmektedirler. “Yüce Allah’ın sözü, hükmü tüm dünyaya hâkim olsun, yeter!” Maksat hâsıl olmuştur onlar için. Bunun için yaşanır, bunun için mücadele edilir ve bunun için ölünür onlara göre. Hayatın tek amacı budur; başka şeyleri amaç edinenlere yazık ediyorlar, gözüyle bakarlar böyleleri.
Yaşarken bıraktıkları izler, vefatlarından sonra da etkisini göstermeye devam eder. Ve hatta öyle ki, daha bereketli bir hal alır bıraktıkları iz mirası. Kendisini daha çok Tefhimu’l-Kur’an, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı ve Kur’an’ın Dört Temel Terimi isimli eserlerinden bilip tanıdığımız üstad Ebu’l A’lâ el-Mevdudî (rahmetullahi aleyh), bunlardan biridir ve belki de en belirginidir, bilinenidir. 1960’larda verdiği konferanslardan derlenen kitabı İslam Davetçilerine, çevirmeni Yüksel Durgun’un da ifade ettiği üzere, konferansa özgü anlatım şekliyle gelen kitabın üslubuna hiç müdahale edilmemiş. Okurken, sanki dinleyicilerin içinde siz de varmışsınız ve sözler bizzat size söyleniyormuş gibi bir hissiyata kapılıyorsunuz. Gerçekten de üstad Mevdudî’yi canlı canlı dinlemek ve öğütlerinden nasip almak ne güzel olurdu, kim bilir!
İslam Davetçileri kitabında, yoğun bir davet meltemi esiyor. Özel olarak, Mevdudî’nin öncülüğünü yaptığı Cemaat-i İslamî Hareketi’nin mensuplarına hitap etmesine rağmen ümmetin genelini kapsayıcı nitelikte görebiliriz söylenilenleri. Mevdudî, öncelikle ve özellikle Yüce Allah’ın kanunlarının hükmolunduğu ve yine Allah’ın ilkelerinin benimsenip yaşandığı/yaşanacağı bir dünya için konuştuğunu ve çabaladığını ifade ediyor. Bunun için de Allah’a ve Rasulü’ne hakkıyla iman edip arzı ihya ve inşa etmenin şuurunda ve sorumluluğunda olan insanların, belli bir topluluk ve cemaat oluşturmaları elzemdir, vazgeçilmezdir. İman edip salih ameller kuşanan topluluktaki fertlerin her biri, bu inanç ve değerlerini insanlara sunarak işe başlamaları gerekir. Sonrasında ise yavaş yavaş yapılması ve ayrıca kaçınılması zorunlu olan kaideleri yerine getirmeye davet etmeleri gelir. Görevlerinde muvaffak olacakların imanın verdiği kuvvetle, ciddilik, vakarlı olma, insaflı, güzel ahlaklı olma, boş ve anlamsız şeylerden uzak durma gibi kendilerine yön verecek meziyetlere sahip olmaları kaçınılmazdır. Bunlar olunca, davetçi, mutmain bir kalp ve selim bir akılla yola çıkmış demektir.
Mevdudî, mücahid kavramı için Allah’a itaat etme uğruna kendisiyle, nefsiyle mücahede edendir, tanımını kullanır. Dış düşmanlara karşı verilen cihadın yanında ve öncesinde, kendi içinde olan iç mihraklara karşı da muzaffer olunmadıkça gereğince cehd edilmiş olunmaz. Kendi evinde savaş varken dışarıdaki bir savaşa katılmak, ne kadar gerçekçi ve verimli olabilir? Bu sözden olarak, her bir davetçinin Kerim Kitabımız olan Kur’an’a ve Nebevî Sünnet’e derinlikli olarak dikkat kesilmeleri önem arz eder. İslam, nasıl bir hayat ister; Allah, hangi tipteki insanları sever; Elçiler, kavimlerini nasıl bir eğitime tabi tutar; davet ve cihad bayrağını zaferle taşıyan mücahidlerin, sahip oldukları ahlak ve eylem birlikteliğinin neler olduğu kavranmalıdır.
Mevdudî’den öğrendiğimize göre, Allah yolunda verilen cihadın kırmızıçizgileri sabır, fedakârlık, davaya sonuna kadar bağlılık, kalplerin coşkunluk kazanması ve düzenli-sistemli-organizeli çalışmalardır. Bu kıstaslar olmaksızın yapılanların varacağı nokta kazanç getirmeyecektir. Zamanının pek azını şahsi işlerine ayırıp geri kalan büyük bölümünü ise boyun eğdiği değerler için feda etmeyenler, olgun davetçi değillerdir. Kişi, nasıl ki öz evladı hastalandığında onunla canla-başla ilgilenir, bu işi kimseye ısmarlama yoluna gitmiyorsa; aynı şekilde ve daha fazlasıyla davasına sımsıkı sarılmalı ve başkalarına bırakılmayacak kadar ehemmiyet göstererek onu sahiplenmelidir.
Peki, Allah’a bağlılığın ölçüsü nedir, diye bir soru gelse iman sahibi bir insan, buna nasıl cevap verir ya da vermelidir? Tabi ki Rabbe bağlılık demek, hayatın ve ölümün, namazın ve bütün ibadetlerin yalnızca O’na mahsus kılınmasıdır. Batıl olan tüm din ve ideolojilerden uzak durup yüzünü ve gönlünü İslam’a dönmektir, Allah’a açmaktır. Açıkta ve gizlide yalnızca Allah’tan korkmak, Allah’a güvenmek, O’nun hoş gördükleriyle yakınlık kurmaktır.
İnsanların işleri ve durumları istedikleri gibi gitmeyince, sağlık şartları kötüleşince duydukları, yaşadıkları ve çektikleri acıyı, sıkıntıyı, tasayı tahmin edebiliriz. Bunları düzeltmek için, ne tür yollara başvuracaklarını az-çok biliriz. Ya, yüceler yücesi Rabbimiz Allah’ın hükümleri, ayetleri, kanunları çiğnendiğinde nasıl bir tepki verilir? Geçici ve şahsi durumlar için ortaya konulan fedakârlığın kaçta kaçı ilahî ve sonsuz değerler için ortaya konulur? Davet yükümlüğünü üstlenenler tercihlerini iyi yapmalıdırlar, öğüdünde bulunmayı unutmuyor Mevdudî(Allahın rahmeti üzerine olsun).
Bir gayeye mebni olarak hareket eden davet erleri, kendilerini ve ailelerini yetiştirmeye, ıslah etmeye yönelik verdikleri uğraşının yanında, dava arkadaşlarını da unutmamalıdırlar. Onlara karşı ilgilerini ve sevgilerini büyütmelidirler. Birbirlerinden haberdar olmayan, birbirlerini sevmeyen, birbirlerine ilgisini vermeyen ve yardımcı olmayan dava sahipleri, Allah yolunda fazla mesafe kat edemezler. Arkadaşlarıyla, aynı aile bireyleriymiş gibi münasebet kurmadan olmaz. Kendi şuurlanışına verdiği önemin mislini, kardeşlerine de vermemek büyük bir eksikliktir. Bunlarla birlikte, hareket içerisinde öncü ve lider konumunda olanlar, oluşum üyelerine karşı nasıl muamele edebilecekleri konusunda mahir olmalıdırlar. Genç-ihtiyar, zengin-fakir, cüsseli-zayıf ayrımını iyi gözeterek, her birine kendi özel durumlarına göre doğru davranış sergileyebilmelidirler.
Mevdudî, Müslüman kadının davetçiliğinden bahis açmayı da ötelemiyor, ertelemiyor. Onların, İslam’ı öğrenmek ve öğretmek noktasında, güç yetirebildikleri ölçüde gayret sahibi olmalarını; Kur’an’la birlikte Hadis ve Fıkıh bilgisine de vakıf olmaları gerektiğini; aile fertlerinin hepsinin belli oranda kadın üzerinde hakları olduğunu, ama Allah ve Rasulü’nün hakkının onlarla kıyaslanamayacak derecede önem arz ettiğini; kadının, doğru ve güzel yönünü koruyabildiği ve Allah’a dayanabildiği, O’nun ipine sıkıca sarılabildiği oranda aile efradına, çocuklarına o kadar iyi örneklik teşkil edebileceğini; eşleri eğer yanlışta ise kadınların üzerine düşenin onları Hak yoluna davet etmeleri, Hak yolunda iseler, onlara yardımda ve destekte bulunmaları gerektiğini ve çevrelerinde bulunan kadınları da imanından aldığı dinginlikle, irşad etmek için mücadeleci olmalarını belirtiyor.
Davet erbabı; Allah yolunda mallarını harcamak için kendilerini zorlamalıdır. Allah için yapılacak işleri, kendi işlerinden üstün tutmalıdır. Sadece nefis tezkiyesi yapmakla yetinmemelidir. Cep ve kasaların İslam’ın emrine verilmesi için azim ve gayret gösterilmelidir. Unutulmamalıdır ki yalnızca vücut, ruh ve kuvvet gibi şeylerde değil, sahip olunan mallar üzerinde de Allah’ın hakkının olduğu bilinmelidir, şeklinde bazı uyarılarda bulunuyor üstad Mevdudî.
Eserde, üstadın, liderlik konusuna çok fazla yer verdiğini görüyoruz. İnsan hayatını, bir trene benzetiyor. Tren’in, makinistin götürdüğü yöne doğru giderken içindeki yolcuların da ister istemez o yöne doğru gideceklerini, hal böyle olunca da lokomotif görevini üstlenici şahsiyetlerin muazzam bir donanımla yola çıkmalarının gereğini dikkat ehline sunuyor.
Kişisel olarak yaşanan İslam, zalim ve despot otoritelere bir zarar veremez. İşte donanım sahibi mümin kullar, her ne şekilde olursa olsun küfür sistemlerinin elinden yönetimi almakla yükümlüdürler. Allah’ın düzeni yeryüzüne hâkim olunmadan Allah’ın rızasına kavuşulamaz. Bunu yapacak olanlar da ancak Allah’a ve O’nun Rasulü’ne iman eden ve imanlarının gereğini tavizsizce yerine getiren lider vasfındakilerdir. İşte, davet ve cihad müessesesinin yegâne gayesi budur. Davet de, cihad da bunun için yapılır. Öz Allah’ın, söz Allah’ın, göz Allah’ın ve ses Allah’ın olmalıdır.
1960’ların Pakistan’ında dava arkadaşlarına yaptığı sunum ve konferanslarından oluşan bu 132 sahifelik İslam Davetçilerine eserini okumamız, merhum Ebu’l A’lâ el-Mevdudî’yi tekrar hayırla ve vefayla anmamıza vesile olmuştur. Büyük bir dava sahibinden davasına dair cümleler okumanın ve aynı davayı gönülde taşımanın mutluluğu bir başkadır hamd olsun.
Aziz ve mubin olan İslam çerağını, kendi zamanlarından tüm zamanlara yayma derdini üstlenenlerin safında, yanında ve yolunda olanlara ne mutlu.
Fatih PALA
fatihpalafatih@gmail.com
04.12.2022 – KAYSERİ

GRUBA KATIL