Çok Şey Mi İstiyorum?
Arşiv Yazarlar

Çok Şey Mi İstiyorum?

“Mazlum, muhacir, şehid çocuğuyum
Asırlık çileden ben vücut buldum
Beşikten şimdiye kadar kahır soludum
Artık yetmez mi, gül gibi soldum”
Sizi, benden, bizden nefret ettirecek kadar ne yaptık size? Ne türlü bir zarar verdik, veriyoruz? Nasıl bir sıkıntıdır size çektirdiğimiz? Bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olan Allahu Teâlâ, hiçbir Müslümana savaş imtihanı, doğduğu topraklardan uzaklarda yaşamak zorunda kalma imtihanı vermesin.
On yıldan fazla olmuş gözlerimi açtığım topraklarda savaş çıkalı. Kimileri iç savaş diyor, kimileri başka şekilde değerlendiriyor ama benim aklım ermiyor bu söylenilenlere. Annemi ve babamı almış savaş, ben ne yapayım içten mi, dıştan mı olduğunu! Benim içimde büyüyenleri, eriyenleri, bazen çoğalan, bazen yok olup çürüyenleri biliyor mu acaba o çok konuşanlar, o hep konuşanlar? Umurlarında mıyım? Sözlerinin hangisinde benim için kurulan iyi bir cümle, düşüncelerinin hangisinde benim için kıpırdayan güzel bir fikir, hayallerinin hangisinde benim için yanan bir düş var acaba?
İl’im farklı, dil’im farklı ama zaman dilimimiz aynı. Aynı güneşin ışıttığı, aynı günün ısıtıp serinlettiği vakitlerdeyiz. Yüce Allah’ın arzında yaşıyoruz hepimiz. Bu imtihan, bugün bizi buldu, bizi vurdu; belki yarınlarda sizi bulur, sizi de vurur –Allah korusun-. Nedendir bu hor görülüşümüz? Nedendir itilip kakılmamız? Nedendir yalnız ve itibarsız bırakılışımız?
Hani biz iman kardeşleriydik? Böyle öğrenmiştik, böyle öğretilmişti bize. Böyle okumuştuk Kur’an-ı Kerim’de, Sünnet-i Seniyye’de. Bilad-i Şam, yüzyıllar boyunca nice insanı, Müslümanı misafir etti, hem maddi hem de manevi olarak besledi. İlmin merkezi olarak sayısız Müslümanı yetiştirdi. Başta Türkiyeli Müslümanlar olmak üzere dünyanın dört bir yanından gelen Müslüman kardeşlerini ağırladı, ağırladık. Ama hiçbirine kötü gözle bakmadık biz. Hiç kimseyle kötü olmadık, olmak istemedik. Evimizi, barkımızı, bağrımızı cümle Müslümana kayıtsız şartsız açtık.
Peki, şimdi neden aynı kardeşlik, aynı misafirperverlik bize gösterilmiyor? Çok mu hoşumuza gidiyor sanki dili farklı, kültürü farklı, iklimi farklı memleketlerde hayat sürmek? Çok mu istiyoruz sanki daima yan gözle bakılmayı, “nereden geldiler de huzurumuzu kaçırdılar” sözlerine maruz kalmayı? Alışverişimiz, yolculuğumuz, komşuluğumuz, hastanelerde muayene oluşumuz neden hep gözlere batıyor? Bizler de insan ve dahi Müslüman değil miyiz? Bizim de ihtiyacımız yok mu bunlara? Peygamber Efendimiz (sav), Mekkeli Müslümanlarla hicret ettiği, yurt ve mesken edindiği Medine’de böyle mi karşılandı? Medineliler, Mekkeli kardeşlerine bu gözle mi baktılar, yüreklerini mi yaktılar? Üflense yıkılacak metruk, mezbele mekânları mı sunmuşlardı, teklif etmişlerdi onlara? Onlara da “Ebu Cehillerin, Ümeyyelerin, Ebu Leheblerin zulümlerine katlanmayıp da gelip bizi rahatsız ettiler, düzenimizi bozdular” denilmiş miydi? Tıpkı silahsız, savunmasız, güçsüz, tecrübesiz olan bizlere; dev ordusu, devasa silahları, tankları, bombaları ve süper destekçi dostları olan zalim Baas rejimine karşı neden savaşmadığımız, neden orada durup da ölmediğimiz sorulduğu gibi… Ölseydik de gelmeseydik, kimseyi rahatsız(!) etmeseydik! İstenen buydu bizden.
Siyasete –veya “politika”ya mı demeliydim- alet olmak ne kadar acı verici biliyor musunuz? Her siyasi, durduğu nokta, savunduğu ideoloji ve tabi menfaatinin gerektirdiği üzere ya bizi sahipleniyor ya da bizi tecrit ediyor. Ama hep siyaset gereğince, hep politikanın gerektirdiğince. Gitmemiz mi menfaat sağlıyor yoksa kalmamız mı? Onlar için önemli olan bu! Yeryüzü Yüce Allah’ın değil mi? Bütün Müslümanlar, ümmet ailesinin fertleri değil mi? Ümmet olmak, sadece aynı topraklarda doğup büyümek ve yaşamak mıdır? Neden Filistin’e, Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya verilen değer, Şam diyarının çocuklarına verilmiyor?
Siyasilerden çok şey istemiyor, çok şey beklemiyorum. Her gün Müslümanlığının uyarınca kıbleye dönen, namaz vb. ibadetini yerine getiren, Kur’an okuyan, hadis-i şerifleri dillerinden düşürmeyen, birbirini Allah için uyaran, Allah için sevenlerden sevgi, ilgi, değer ve kardeşlik bekliyorum, bekliyoruz, bekliyorduk. Bizim, yalnızca “karnımızın doyması” diye bir ihtiyacımız yok! Gönlümüzün besini ne olacak? Ya birlikteliğimiz? Ya her şeyimizi paylaşmamızın icabı olarak dertlerimiz, hüzünlerimiz, kederlerimiz?
Dün olduğu gibi bugün de ilmimizi, anlayışımızı, kültür ve medeniyet mirasımızı tanımaya, algılamaya ihtiyacımız var bizim. Bizi düşünen, bize değer veren Müslümanlara hep duacıyız. Bizi yalnız bırakmayanların hakkını teslim etmeliyim. Ama tıpkı adım başı ilim, tarih, medeniyet kokan; ilim, tarih, medeniyet öğreten, üreten Bilad-i Şam günlerine dönmek istiyorum. Dünyaya, bunlarla bakmak, bunlarla büyümek, bunları taşımak istiyorum. Ben ilme, ben düşünceye, ben tarihe, ben medeniyete, ben erdeme, ben ahlaka muhtacım. Beni ayakta tutan, bunlar olacak.
Yüce Allah, rızkımıza kefil. Midemizin açlığını gidermek kolay. Ya aklımızın, fikrimizin, zikrimizin açlığı? Farkında mı acaba ümmet-i Muhammed bu açlığımızın, bu açıklığımızın? Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav), Mekke’yi terk edip Medine’yi yurt edinmedeki amacı ne idiyse beni de o amaca taşımalısınız ey Müslümanlar, beni de o amaca taşıyın! Beni, cahil kimselere bırakmayın. Anlayış kıtlığında olanlara yem yapmayın. Düştüğüm yerden kaldırın beni. Artık düşen değil, düşünen, ibret alan, büyüyen, yürüyen, değer ve anlam üreten olmak istiyorum. Hep istiyordum zaten. Ah bu mecbur kalmak! Ah bu mehcur bırakılmak! Ah bu mazlum düşmek!
Mülteciye, müjdeci olun lütfen! Tıpkı muhacire ensar olunduğu gibi. Biz iltica etmedik; edildik, ettirildik. Merhamet ve adaletle yoğrulmuş Müslüman yüreklerin sahipsiz, düşüncesiz, kimsesiz bırakmayacağı bir dünya için gözlerimiz, yüreklerimiz, dileklerimiz hep yeni bir şafakta, hep yeni bir günde, hep yeni bir seherde…
Fatih PALA
fatihpalafatih@gmail.com

GRUBA KATIL