Bekir Tok: O’nu Sevmeye Dâir
Gündem Yazarlar

Bekir Tok: O’nu Sevmeye Dâir

Rasulullah (s.a.v) deyince ne geliyor aklınıza?

Muazzam bir hayat hikayesi mi geliyor? O’nun vesilesi ile meydana gelen mucizeler mi? Gül ve gül kokuları mesela? O’na yazılan uzun naatlar ve şiirler. Yüzüne gözüne hayran olan ama yaşantısından iz olmayan o uzunca şiirler.

Ya da nasıl sevmeli diye sormalı O’nu. Çünkü hayata bakış açısı oldukça farklı olan iki ayrı kutba ait insan da O’nu sevdiğini iddia edebiliyor bu zamanda. O’nun adına düzenlenen programlarda “müşriklere benzemeyin” uyarısına rağmen O’na sevdalı olduğunu ağlaya ağlaya şiirlerle anlatan adamların dış görünüşleri ile Hristiyanların ya da ateistlerin görüntüleri arasında fark olmayabiliyor. Sakalları dibinden tıraş edilmiş, Avrupa icadı kravat boynunda, takım elbisesiyle, Rasulullah(s.a.v)’in yasakladığı türlü müzik aletleriyle ve yine kafirlere ait doğum günü kutlama adeti vesilesiyle O’nun adını ananlar da var. Rasulullah(s.a.v)’in tiksinip geri döneceği ortamlarda O’nun adı anılıyor ve “en sevgili”nin O olduğu söyleniyor. Ne yaman çelişki! İnsanın sevdiği ve saydığı kimse ona örnek olacak, ona nasıl yaşaması gerektiğini gösterecek, sonra o da tutacak tersi bir hayat yaşayacak ama her sözünde de ona karşı ilan-ı aşk edecek…

Rasulullah(s.a.v)’in anılacağı bir toplantı yapıldığında O’nun rahmet peygamberi olduğu her defasında vurgulanıyor. Öyle bir tablo çiziliyor ki, Türk filmlerindeki piri fanilerden birisi geliveriyor aklınıza. Elini ayağını dünyadan çekmiş, insanlara birkaç güzel söz söyleyen ama onlara yaşantıları konusunda karışmayan, hele devlet yönetimi denen şeyle alakası olmayan, “Allah devlete zeval vermesin” diyen yaşlı adamlardan biri canlanıyor gibi. Savaş mı? Kılıç mı? Aman Allah’ım onlar da ne? Öyle barbarlık mı olur? Rasulullah(s.a.v) gül peygamberiydi, kılıçla ne işi olurdu?

O’nu anmakta başkalarına mangalda kül bırakmayan adamlar, O’na hakaret edildiğinde insanların verdiği tepkiye karşılık onları uyarabilmekte, onları lanetleyip kafirlere başsağlığı dileyebilmekte bugün. Sanki Muhammed bin Mesleme’nin öldürdüğü hakarette sınırı aşan Kab bin Eşref’i gözden kaçırmışlardı siyer kitaplarında bu zatlar.

Sonra cihad meydanlarında gece gündüz Allah için savaşanlara, O’nun için sabredenlere ve Rasulullah(s.a.v)’in “Kıyamet saatine kadar bu din ayakta kalacak ve Müslümanlardan bir kesim onun için savaşacaktır.” müjdesine mazhar olmaya çalışanlara engel olabilmekte, onları bu dinin yüzkarası olarak tanıtabilmektedirler. Onlara göre savaşta bir Amerikan askerini öldürmek bile sivil öldürmek gibi olabilmektedir. Kurayza Yahudilerinin tüm erkeklerini kılıçtan bugün geçirseydi Rasulullah(s.a.v), o naatları okumaya, şiirleri yazmaya, cafcaflı programları yapmaya kaç tanesi daha devam ederdi acaba? Büyük ihtimalle Rasulullah(s.a.v) de haşa “terörist” ilan edilip çoktan birileri tarafından bu dini batılılara yanlış tanıtan, “islamafobi”ye neden olan birisi olarak gösterilebilirdi.

O’nu herkesten daha çok sevdiğini anlatanlar bugün kendilerine gelen “krallık tekliflerine” hayır diyememekte, kendilerine verilecek rahat bir yaşam ve biraz da fazla maaş için İslam davasını (!) böyle rahat ve güzel yollardan sürdürebilmektedirler. Ne O’nun gibi alaylara uğramaktalar, ne de işkencelere. Müşriklere karşı dik durmak bir yana onlardanmış gibi görünüp, onlara dış görünüşte benzeyip, gerçekten o gün olduğu gibi bugün hakarete uğrayan Müslümanlara eleştiri oklarını onlar da yöneltivermektedirler.

Açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır ki, bugün şiirlerle, tatlı sözlerle, vaazlarla Rasulullah(s.a.v)’i anlatan, gözyaşları içinde O’nun erdemlerinden bahseden insanlar, Rasulullah(s.a.v)’in yolunu sürdürmeye çalışan garip Müslümanlara ilk tavrı gösterenler olmaktadır. Müşriklere barış ödülleri, öpücükler dağıtıp, her gün katledilen milyonlarca yavru için kılını kıpırdatmayan ama Müslümanların en ufak tepkisi olduğunda bunu lanetleyip kınayanlar bile olabilmektedir. Allah da onlara lanet etsin.

Sevmek bir kişinin adını yirmi dört saat anmak olsaydı papağanlar en büyük aşıklar olurdu bu dünyada. O’nu canımızdan daha çok sevmek demek, canımızın çektiği bir şeyi O yasaklamışsa o şeyden vazgeçmek demektir. O’nu annemizden ve babamızdan daha çok sevmek demek, onların isteği ile Rasulullah(s.a.v)’in isteği çatıştığı zaman tereddüt etmeden: “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resul’ü” diyebilmektir.

pppp

Oysaki bir çocuk bile annesinin kendisinden istediklerini onu sevdiği için yapar. Sevilen kişilerin yolu takip edilir. Onların yaptıkları neredeyse taklit edilmeye çalışılır. “Allah’a yemin olsun ki ben seni öpüyorum ama senin bir taş olduğunu ve ne zarar ne de fayda vermediğini biliyorum. Eğer Rasulullah(s.a.v)’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.” Diyen Hz. Ömer’in sevgisi hangimizde var bugün? Evimizden çıkarken, evimize girerken, bineğimize binerken, işimize başlarken, mescide girerken, mezarlığın yanından geçerken ağızlarımızda O’nun ettiği dualar var mı? Namaz kılarken O’nun kıldığı gibi, oruç tutarken O’nun tuttuğu gibi tutuyoruz da düğün zamanımız geldiğinde kaçımız “Asr-ı Saadette düğünler nasıl olurmuş?” diyerek hadis kitaplarını karıştırıyoruz? Evimizi döşerken hangimiz “Dünya onların olsun, ahiret bize yeter.” diyebiliyoruz? Kaçta kaçımız O’nun gecesini de gündüzünü de meşgul eden davasını davamız kabul etmişiz? Yoksa işimizden, okulumuzdan, gezmemiz gereken yerlerden ya da yememiz gereken yemeklerden zaman mı kalmamış davaya? Davayı en önde sahiplendiğini söyleyen hangimizin kapısının önünde müşrikler sabahlamış ve suikast ümidiyle peşimizden dolaşmışlar? Kaçımızla alay edildi dinimize dair? Yoksa “bize de terörist, aşırı, radikal dinci demesinler” diye kendimizi belli etmemeye mi çalıştık?

Şiirlerle, ezgilerle Rasulullah(s.a.v)’i öven ve “keşke bu asırda yaşasaydı da bizim dertlerimize derman olsaydı, sorunlarımızı çözseydi” diye bas bas bağıran adamlar! Bilin ki Rasulullah(s.a.v) ölmedi. O sünnetiyle aramızda halen yaşamaktadır. Ne zaman Kuran’a ve O’nun mirası sünnete hakkıyla sarılırsak o zaman O (s.a.v) aramızda yaşıyor gibi olacaktır.

 

NOT: Bu yazı Genç Birikim dergisinin 173.sayısında (Ekim-2013) yayımlanmıştır.

GRUBA KATIL