Akla Gelen-6: Kayıp (Yitik) Silüetler
Arşiv Yazarlar

Akla Gelen-6: Kayıp (Yitik) Silüetler

“Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Bir de döndük arkamıza baktık ki bir arpa boyu yol gittik!”

Bir zamanlar masal dinlerdik ve masallar böyle başlardı. İçerisinde gerçeklerin gizlenerek anlatıldığı; naif, zarif, bir o kadar da içerisinde korku, heyecan, merak, ümit barındıran ve her nihayete erdiğinde arzu edilene kavuşturan; anlatana derinlik, saygınlık, dinleyenlere tekâmül kazandıran, temyiz yaşındaki çocuklara (bebelere/balalara) mazideki birikimi (inanç, örf, sanat, yiğitlik, iffet, büyük-küçük mesabesi vs.) eğiterek, sevdirerek, sahiplendirerek kazandıran, tahayyüllerine ivme katan olmazsa olmaz ananelerdendiler.

Birileri çıkıp;

– Emmi bize masal anlatma, diyebilir.

Biz de deriz ki; maval anlatmıyoruz/okumuyoruz (maval mı anlatalım/okuyalım?)!

Edebiyatın “E”sinden anlamayanlar için masal, maval (uydurma söz, yalan) gibi gelebilir. Tabi ki muhatabımızı ikna edecek ne gücümüz ne de takatimiz var! İkna, zaten bizim işimiz de değil. O, el-Hâdî’nin işi. Kalpleri evirip çeviren O’dur. Bizim işimiz; karınca kararınca, kapasitemiz ölçüsünde ufukta belli bir noktaya dikkat çekmek ya da o noktayı işaret etmek!

Amacımız, masal anlatmak değil, hele maval –maazallah- hiç değil. İnancı, idealleri, tahayyülleri (gerçekleştirememiş olmak, o kadar da önemli değil) olan bir insan için yaşanmışlıkların (hayat tecrübeleri/birikim) ona kattığı değere odaklanmak ve orada o bireyin mazisindeki biriktirdiklerinin birbirleri ile etkileşiminden çıkan örgü-görgü ve özlem! İşte odaklanılması gereken mevzulardan birisi de burası!

Dünya, çok hızlı değişiyor. Standart bir insanın dünyadaki gelişmeleri ve çeşitliliğini, aktivitesini takip etmesi zor, daha doğrusu muhal!

“Kıyamet alametlerinden birisi de zaman hızlı geçecek.” Hz. Muhammed (a.v.s.) Çağımızdaki bu hızın en ürkütücü ve en korkunç yanlarından bazıları, insana; mazisini unutturması, tahayyüllerini, ideallerini ertelettirmesi, sorumluluklarını terk ettirmesi, ictimai ve münferid muvazenede çözülme, en korkuncu da inancının sıradanlaşması ve küresel sisteme entegrasyon. Yani adı konulmamış, güncel, gıcır gıcır yeni sürüm mankurtlukta zirveye ulaşması (ulaşmak)…

Eğer mazimizle bağımızı korumada, inancımızla yaşamada, irademizi ortaya koyarak herhangi bir tercih yapmada, absürt gelebilir ama kimlik ve kişiliğimizin inşaa ettiği reflekslerimizi kontrol edemiyor ve mukavemet gösteremiyor isek; ya kendimizden, ya bizi var eden değerlerden vazgeçmek üzereyiz ya da biz, biz değilizdir artık! Zaten değerlerimizi kaybetmişsek biz, “biz olmak”tan çıkmışsak ne olduğumuzun ne gibi önemi olabilir?

“Öyle zaman gelecek ki iman, kor bir alev gibi olacak! Bir eliniz yandığı zaman öbürüne alınız.” Hz. Muhammed (a.v.s.) Adeta denge profilini oluşturmamış, tuğyan halinde (coşkun ve yıkıcı) bir nehir gibi kaya, tomruk demeden önüne kattığı kütleleri parçalayarak sürükleyen, içerisinde anaforların, çağlayanların olduğu tabiri yerinde ise hidrodinamik güç(!) gibi, bu akım bir yerlerden, bir taraftan tutmaya görsün artık sen, sen değilsindir! Ve sen, lime lime olmuş, sadece o akımın bir parçasısındır artık! Vehn (gevşeklik-zaaf) içerisinde şuursuzca sürüklenen çer-çöp misali!

O zaman, bu zaman mıdır? Bilinmez. Lakin inandığını iddia eden her Müslüman için bu risk vardır. İnanç iddiasında olan her Müslümanın, böyle ciddi rizikoyu göz ardı etmesi mümkün değildir. Maalesef güvende olduğunu da düşünmesin!

Maziye Dair Ak Lekeler!

‘Beyaz’ ifadesinin zihne düştüğü ilk karşılığın ‘renk’ olması, lakin ‘beyaz’ yerine ‘ak’ telaffuzunun kullanılması akılda birçok olay ve olguları mecazlaştırıp, derinlikli tanımlamalara, tariflere meydan açan bir mefhum. ‘Ak’; renkler içerisinde bir rengi işaret etmenin yanı sıra saflığı, temizliği, iffeti, aydınlığı da sembolize eder. ‘Ak’ mefhumuna yüklenen bu misyon, toplum tarafından birçok deyimin oluşmasını da beraberinde getirmiştir:

Yüzü ak: Utanılacak bir durumun olmaması, güvenilir.

Akça pakça: Tertemiz, temizlenmiş, yunmuş-yıkanmış.

Ak akçe: Kazanma şekli ve miktarı İlahi rızaya uygun, helal para.

Aklandı: Üzerine atılan iftira asılsız çıktı, düşünüldüğü gibi değil! Suçsuz, namuslu.

Ak kuzu: Kuzu sözcüğü, bebeği, masumiyeti, muhtaçlığı, ‘ak-kuzu’ demekle daha bir derinlik katılır.

Ak koyun-Kara koyun: (Zulmün) karşısında mazlumu, mağduru, incitilmişi sembolize eder.

Ak sakallı: Pir-i fani, görmüş geçirmiş, sözü dinlenir, hürmete layık v.s.

Leke dendiği an aklımıza gelen; döküldüğü an kirleten mayi, mevcut sathı iğrenç gösteren, zamanla temas ettiği yüzeyi kötü kokutan, arzu etmediğimiz mikro mahlûkların hücumuna maruz bırakan, insana stres katan farklı kategorileri ile fecaat (acıklı durum) olarak tanıtır, hatırlatır kendisini.

“Peki, yukarıda bahsi geçen ‘ak’ mefhumu ile olaylara göre toplumsal doğaçlama sonucu oluşturulan bunca metaforun yanında ‘leke’ eğreti durmuyor mu?” denilebilir. Lakin buradaki yaklaşım, maziye ibretle nazar etmek ve bir miktar da mevcut ahvalimize ironik yaklaşım içerisinde bulunmaktan ibaret. Yani bulunduğumuz çağın rezaletleri içerisinde, bakir olan ne varsa kapkara bir zemin üzerinde minik minik beyaz (ak) renklerin leke gibi algılanmasını sağlamasıdır!

Mazide bize dair öyle anlar, hatıralar, şahsiyetler ve ritüeller vardır ki paha biçilmez. Geldiğimiz nokta itibari ile geçmişimizin bu taraflarından hicap duyarız! Bize ait olmadığını kendimize ikna ederiz (kendimizi kandırırız). Mazide kalan, adeta bir leke gibi! Lakin her nerede olursak, hangi ahval içerisinde olursak olalım, daima bizim önümüzde duran, bizimle gelen, bize dair donelerin olduğu, aksımızı yansıtan, adeta bir ayna gibi!

Kimilerimiz için yakın tarih diyebileceğimiz, bir vakte kadar ictimai erozyondan kalan, adeta aldığı darbelerle viran hale getirilen bir kermen (muhkem kale) gibi, köklerimize dair ‘yüz akı’ terekeler vardı. Küresel ideoloji ile sistematik yokluğa itilen, terk edilmiş, kimsesiz, ruhsuz, anlamsız, silik siluetleri andıran, kimilerimizin(!) ise bahsetmekten utandığı, ilkel, yoz, cahilane, gayri medeni, terakkinin önünde engel olarak görülen, ne yazık ki siyah bir zemin üzerinde ak noktacıklar şeklinde leke gibi görünen o naif, zarif ve kişiliğimizi, atimizi müspet etkileyen o değerler, ne kadar hazindir ki asrın trend mantalitesi ile değersizleştiler ve gittiler; biz ise zafiyetlerimizin kurbanları olarak o değerlerin yokluğu ile evrildik. Şimdi ise ne mazideki biziz ne de olmak istediğimiz!

Ak lekeleri(!) yaşayıp, taşımış olan kayıp silüetler

İsimleri, makam ve mevkileri, yaş ve cinsiyetleri, etnik kökleri, cemalleri ve endamlarının niteliği eğitim ve hayat tecrübelerinin seviyesi ne olursa olsun, bir zamanlar buralarda idiler. Evet, onlar, kayıp siluetler! Taşıdıkları ve bizlere aktardıkları yüz akı erdemler ile kendimizi bulmuş, kendimiz olmuştuk!

Onlar (kayıp siluetler), ictimai alanın her noktasında idiler. Onlar için erdemli, ahlaklı olmak, hak-hukuk, büyük-küçük bilmek, tavizsiz yaşam tarzları idi. Onlardan öğrenmiştik inanmayı, iffeti, ilmin önemini, konuşmasını, susmasını, oturup kalkmasını, sevmeyi-sevebilmeyi, merhameti, özlenebilecek şeylerin olduğunu, ümidi ve korkuyu, paylaşmayı ve daha nice üstün faziletli davranışları…

Sonuç:

Hayatta bakir ne varsa istihza edildiği, hayânın (utanmanın/yüzü kızarmanın) gereksiz ve ilkel olduğunun düşünüldüğü, enaniyetin tavan yaptığı, ipini koparmanın özgürlük sayıldığı, nasihatin din (İslam) olduğunun unutulduğu ve terk edildiği, dua’nın dilencilerin mesleki jargonuna indirgendiği, fahşanın, arsızın, hırsızın ve şaki vs.nin söz sahibi olduğu dünyanın şu zaman diliminde bir taşı, bir taşın üzerine koymak gerçekten zor zanaat! Hele hele gayri ahlaki/nizami değirmenlere su taşıyanlar, sana benziyorlarsa! Pirincin içerisindeki beyaz taşlar gibi!

Ağaç (misali) demiş ya;

– Beni baltanın kestiğine yanmam da sapı benden!

Evet! Zannımızca şimdi anlaşılıyor. Pespaye (aşağılık-rezil) duruma getirilen, günümüz dünyası ve insanlık içerisinde bulunmayan, farklı hallere ve mekânlara göçen-gömülen erdemli şahsiyetlerin yüz akı karakterleri ile masalsı siluetlere dönüşmesi! Ve erdemli şahsiyetlerin yokluğu da ‘köpeksiz köyde değneksiz gezenlere’ kalmış gibi gözüküyor!

“Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler.” (Erzurumlu İbrahim Hakkı)

‘Yiğit düştüğü yerden kalkar!’ düşüncesi ile maval (yalan), martaval (uydurma söz) okumayacak, erdemli, vakur, bilge masalcılara ihtiyaç var! Karta kaçmışlara Allah hidayet versin! Temyiz yaşındakiler; Hz. Ebubekir’in (r.a.) sadakatinin, Hz. Ömer’in (r.a.) züht ve abidliğinin, Hz. Osman’ın (r.a.) iffetinin, Hz. Ali’nin (r.a.) yiğitlik ve zülfikârının, Hz. Hamza’nın (r.a.) şehâdetinin nâhak (boşu boşuna) olmadığının anlatılmasını beklemektedirler!

Şüphesiz ki doğrular, Yüce Mevla’ya aittir. Selam ve dua ile…

Yasin TEKİN

3 Kasım 2021/Çarşamba

28 Rebîu’l Evvel 1443

 

GRUBA KATIL