Aile Sempozyumu’nun Düşündürdükleri
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Aile Sempozyumu’nun Düşündürdükleri

Aile, toplumun en önemli, en küçük ve en temel birimidir. Her toplumda olduğu gibi İslam toplumunda da aile, toplumun özünü ve temelini teşkil etmektedir. Aile, aynı zamanda aileyi oluşturan fertler için bir sığınak, bir okul ve bir mescid görevi de görmektedir. Dolayısıyla aile, çocukların yetiştiği, şekillendiği, eğitildiği,  şahsiyet kazandığı ve Allah’a kulluk bilincinin geliştirildiği bir yuvadır. Hammadde halinde olan henüz yeni doğmuş çocuklara kimlik, kişilik ve sağlam karakter, ailede kazandırılmaktadır. İşte çağ açıp çağ kapatan, güçlü ve kalıcı medeniyetler kurarak bütün çağlara damgasını vuran toplumlar böylesine sağlam ailelerden oluşmaktadır. Çünkü fert ailenin, aile de toplumun direği ve temelidir. Dolayısıyla fert iyi ve sağlam olursa, aile de iyi ve sağlam olur, aile iyi ve sağlam olursa toplum da iyi ve sağlam olur. Kısacası toplumun sağlamlığı ailenin, ailenin sağlamlığı ise ferdin sağlamlığına bağlıdır.

Ailenin konumu ve özellikleri, süreç içerisinde değişmiş ve farklı anlamlar kazanarak günümüze kadar gelmiştir. Bu süreç içerisinde geleneksel aileler, çekirdek ailelere, çekirdek aileler ise –neredeyse- tek ebeveynli ailelere dönüşmüştür. Üzülerek belirtelim ki, günümüz İslam dünyasında, Batılı toplumlarda olduğu gibi tek ebeveynli ailelerin sayısı, Batıya özenildikçe gün be gün artarak vahim bir hal almıştır. Çünkü İslam dünyasında çok basit gerekçelerle gerçekleşen boşanmalar, düne göre bugün daha çok artmış ve Batıda olduğu gibi tek ebeveynli ailelerin sayısı daha da artmıştır. Batıda bazı ülkelerde tek ebeveynli aile sayısı neredeyse toplumun yarısını oluşturacak kadar fazlalaştırmıştır. Bu vakıaya uygun olarak ailenin niteliği de değişmeye başlamıştır. Çünkü geleneksel aile, dede, nine, baba, çocuklar ve hatta amcalardan oluşurken, çekirdek aile, anne, baba ve çocuklardan, tek ebeveynli aile ise çocuk ve anne -ve bazen de çocuk ve babadan- oluşmaktadır. Böyle bir aile tipini, boşanmalar ve nikâhsız birliktelikler tetiklemektedir. Bu nedenledir ki, Batıda ve özellikle de İskandinavya ülkelerinde nikâha dayalı evlilik –neredeyse- bitmiş ve birlikte yani nikâhsız yaşama oranı, nikâha dayalı evlilik oranını çok aşmıştır. Aslında Batıda bu durum, daha doğrusu bu çöküş modernleşmeyle birlikte başlamıştır. Ne yazık ki, Batıya özenen Türkiye de, modernleşmenin etkisine girmiş ve aile müessesi için tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Batıda görülen çarpık ilişkiler Türkiye’de, kimi ünlüler (!) kanalıyla bir veba hastalığı gibi toplumu kuşatmaya başlamıştır. Ne yazık ki, bu kuşatmada en çok etkilenen ise aile ve ailedeki gençler olmaktadır. Aile, toplumun temel birimi olduğu için, aileyi sarmalayan bu hastalık, toplumu da kısa bir sürede sararak çöküşünü hızlandıracaktır. Nitekim bugün Batıda toplumsal çöküş başlamıştır. İçinde yaşadığımız ülkede, boşanma oranlarının son yıllarda geometrik oranda artmasının nedeni ise, Türkiye’nin de bu hastalığa müptela oluşudur. Ve bu hastalığın tedavi yöntemi ise, tekrar vahye dönmek ve ailevi ve toplumsal hayatı yeniden vahye göre şekillendirmektir. Başka yolu da yoktur; yani ya ailevi ve toplumsal çöküş olacak ya da vahye dönerek gerçek kurtuluş gerçekleştirilecektir. Aksi halde, ailede ve toplumda çözülme gün geçtikçe daha da derinleşecektir.

Bilindiği gibi aile kurumu, insanlık tarihi ile yaşıt bir kurumdur. Kur’an-ı Kerim’in bize zikrettiği ilk aile, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (as)’ın ve eşi Hz. Havva’nın oluşturduğu ailedir. Bu kurum, her peygamberin döneminde varlığını geliştirerek devam ettirmiş ve son Peygamber (as)’ın döneminde ise kemale ermiş ve olgunlaşmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in inzaliyle aile ile ilgili hükümler tamamlanmış, Hz. Peygamber (as)’ın pratiği ile de kıyamete kadar gelecek insanlığa örnek ailenin nasıl olması gerektiği açıkça gösterilmiştir. Bu aile, kıyamete kadar bütün Müslümanların örnek alacağı ve dolayısıyla kendisiyle huzur bulacakları bir örnek ailedir. Bu örnekliğe uygun yaşanıldığı zaman ailede ve ailelerden oluşan toplumlarda huzur; aksi halde ise toplumun çöküşü mukadder olacaktır. Dolayısıyla bugün ihtiyaç duyduğumuz yegâne şey ise, bu örnekliğe uygun yaşayan aileler oluşturmaktır.

İslâm dini aileye büyük önem vermiştir. Çünkü aile hem kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile, hem de kişiyi dince günah sayılan çeşitli kötülüklerden koruyan bir kurumdur. “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.” (Tevbe, 9/71) İyiliği emr, kötülükten nehy, mü’min erkek ve kadınların en önemli görevlerinden olduğuna göre, mü’min eşlerden meydana gelen aileler de iyiliği emr kötülükten nehy temeli üzerine inşa edilmelidir. Zaten yeryüzünü vahye uygun olarak imar etmek de mü’minlerin dolayısıyla mü’minlerden oluşan ailenin en önemli görevlerindendir. Nitekim Rabbimiz bir ayette, “O sizi yeryüzünde yarattı ve orada yaşadığınız sürece orayı imar etmenizi istedi” (Hud, 11/61) buyurmaktadır. Bu ve benzeri diğer ayet ve hadislerde de anlaşıldığı üzere, yeryüzünü vahye uygun ıslah ve imar etmek de mü’minlerin temel görevlerindendir.

Evlilik, insan hayatını derinden etkileyen olağanüstü bir olaydır; farklı ortamlarda yetişen, farklı kültürlerden gelen iki kişinin bir araya gelmesiyle, birbirlerine sabr ve tahammül etmeleriyle aile oluşmaktadır. Bu yönüyle düşünüldüğünde evlilik adeta bir devrimdir; bireysel yaşantıdan toplumsal bir hayata, hatta cemaatleşmeye ve devlete geçişin ilk ve belki de en önemli aşamasıdır. Bu nedenle aile, toplumsallaşmanın, cemaatleşmenin ve devletleşmenin prototipi olarak kabul edilmelidir. Aileyi vahye göre inşa etmeyenlerin, gelecekte toplumu da, devleti de inşa etmeleri mümkün değildir. Öyleyse toplumu değiştirme ve dönüştürme iddiaları ve hedefleri olanların işe mutlaka aileden ve aile fertlerinden başlamaları gerekmektedir. Bu nedenle de aileyi dış tehdit ve ifsad edici müfsidlerden korumak ve kollamak için ailenin muhkem hale getirilmesi gerekmektedir. Nitekim bir ayette “kendinizi ve ehlinizi yakıtı insan ve taş olan ateşten koruyunuz” (Tahrim, 66/6) buyrulmaktadır. Hz. Ömer, “Ya Rasulullah! Nefislerimizi koruruz, fakat ehlimizi nasıl koruyabiliriz?” diye sormuştu. Bunun üzerine Allah’ın Rasulü de şöyle buyurmuştu: “Allah’ın sizi nehyettiği şeylerden onları nehyedersiniz ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu, onları korumak demektir.” İşte her Müslüman, aileyi inşa etmeye bu niyet ve arzuyla başlamalıdır.

İslam’da, mü’min erkek ve kadın evlilikle birlikte huzur ve sükûna kavuşmuş olur. Nitekim “İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının ayetlerindendir. Bunlarda düşünen topluluk için ibretler vardır.” (Rum, 30/21) Ayette de belirtildiği gibi,  huzur ve sükûnetin sağlanması, ancak evlilikle mümkündür. Evliliğin ise en önemli şartı nikâhtır. İslam toplumunda aile, nikâh temeline dayanır. Aslında nikâh müessesesi, ilk insan Hz. Âdem (as)’den bu yana korunmuş bir müessesedir. Nitekim Hz. Peygamber (as) “Nikâh, benim sünnetimdir. Sünnetimi yapmayan benden değildir. Evlenin, çocuk sahibi olun; ben kıyamet gününde ümmetimin çokluğu ile iftihar edeceğim” buyurmuştur. (İbn Mâce, Nikâh 1; Ahmed bin Hanbel, II/72) İslam, nikâha ve nikâh temeli üzerine bina edilen ailelere çok önem vermektedir. Bu nedenledir ki, nikâhsız olarak bir arada yaşayanları aile olarak kabul etmemektedir.

İslam’da evlilik de, nikâh da ibadet amacıyla gerçekleştirilmelidir. Çünkü Allah rızası yapılan her meşru amel ibadet kapsamına girmektedir. Bir amelin de ibadet olması yani Allah (cc) tarafından kabul edilebilmesi için, ilk şart, o ameli işleyenin mü’min olmasıdır. Dolayısıyla evliliğin de, nikâhın da bir ibadet olması için, evlenecek çiftlerin mü’min olmaları gerekmektedir. Çünkü nikâhın imanla kopmaz bir ilişkisi vardır. İman etmeyen bir kimseyle kıyılan nikâh geçersiz olduğu gibi, evlendikten sonra küfrü, şirki gerektiren bir fiil ya da bir söz de nikâh geçersiz hale getirecektir. “Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın” (Bakara, 2/221). “Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın.” (Mümtahine, 60/10) ayetleri, bir mü’min kadın ya da erkeğin, ancak bir mü’min erkek ya da kadınla evlenebileceğidir. Nitekim bir başka ayette ise Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Tertemiz hanımlar, tertemiz erkeklere lâyıktır. Tertemiz erkekler, tertemiz hanımlara lâyıktır.” (Nur, 24/26) “Zina eden erkek, zina eden ya da müşrik olan bir kadından başkasını nikâhlayamaz; zina eden kadını da zina eden ya da müşrik olan bir erkekten başkası nikâhlayamaz. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır. ” (Nur, 24/3)

Aile hayatı, tarafları günahlardan sakındırmak için de büyük bir vesiledir. “Onlar (kadınlarınız) sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise durumundasınız.” (Bakara, 2/187) Kadın ve erkek, müstakil olarak yarımdır, eksiktir, çıplaktır. Bu eksikliklerini birbirleriyle tamamlayacaklardır. Kadın ve erkeğin bu yardımlaşmayı şuurla ve helâl yollarla yerine getirmeleri gerekmektedir. “İyilikte ve takvada (Allah’ın yasaklarından sakınma üzerinde) yardımlaşın. Günah işlemekte ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (Mâide, 5/2)

Müslümanlar, evliliklerini ve kuracakları yuvaları İslami esaslara göre yapmak zorundadırlar. Bu konuda, aksine bir tercihleri yoktur. (Ahzab, 33/36) Ancak günümüzde Müslüman’ım diyen kadın ya da erkeklerin ve ailelerinin buna ne kadar uydukları tartışmalıdır. Çünkü ne yazık ki, Müslüman’ım diyenlerin bir kısmının düğünleri, evlilikleri, İslam’la hiç bağdaşmamaktadır. Bu kimselerin düğün ve evlilikleriyle, İslam ile hiçbir ilgisi olmayan laik ve seküler anlayışa sahip olanların düğün ve evlilikleri arasında neredeyse hiçbir fark yoktur. Bugün ve özellikle de son yıllarda Müslüman aileler arasında boşanmaların artması, Müslümanların evliliklerinin bu anlayışla yapılmasından kaynaklandığı asla unutulmamalıdır. Müslümanlar olarak bizler, bu konuda bir karar vermek zorundayız. Yani ya İslam, hayatımıza bütünüyle müdahil olarak yön verecek, hayatımızı şekillendirecek; evliliklerimiz, düğünlerimiz, eğitimimiz ve ilişkilerimiz İslam’a uygun olacak; ya da inançta Müslüman gibi görünecek yaşantıda ise dünyevi heva ve arzuların esiri olarak İslam’la uzaktan yakından ilgisi olmayanlar gibi yaşayacağız. Aslında ben Müslüman’ım diyen bir kimse böyle bir tercihi yoktur. Çünkü o, zaten ben Müslüman’ım diyerek tercihini başta yapmıştır. Ben Müslüman’ım diyen herkes “Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verdiği zaman mü’min kadın ve erkeğin bir tercih hakkı yoktur” (Ahzab, 33/36) ayetine uymakla mükelleftir.

Batıda, aslında vahyi esas almayan bütün toplumlarda çöküş başlamıştır. Nitekim ABD Başkan Yardımcısı Quayle “Amerikan toplumunda aile yapısının çöktüğünü, kişisel sorumluluğun büyük ölçüde ortadan kalkmış olduğunu, bu yüzden sosyal nizamın yer yer yıkılmaya başladığını, ırkçılığın hala çok kötü bir problem olarak varlığını sürdürdüğünü, gayrimeşru cinsel ilişkilerin, uyuşturucu kullanımının yaygın olduğunu” belirtmiştir.

ABD’li sosyologlara göre ise cinsel özgürlük, nikâhsız birlikte yaşamayı, o ise boşanmayı, ailede istikrarsızlık ve çöküntü meydana getirmiştir. Kadının ekonomik özgürlüğü de aileyi parçalamıştır. Aynı bilim adamlarına göre “ABD’de her şey var. Olmayan ise iffet, (Can-mal-ırz) güvenliğidir” Cinsel taciz ABD’nin başta gelen meselesidir. Kayda geçen ve geçmeyen cinsi taciz (ırza tecavüz) yılda 5 milyon sayısını bulmaktadır. Erkek çocukların yüzde 22’si küçük iken ırzlarına tecavüz edilmektedir. (http://www.incemeseleler.com/izdivac/697-batda-ahlaki-coekuentue-.html; Türkiye Gazetesi/l9 Haziran-l994)

Amerika’nın Minesuta üniversitesi hocası Dr. David H. Olson şöyle diyor: Batılı toplum, bütün boyutlarıyla ticaret eksenli müşteri bulma sürecine dönüşmüştür. Her şey ve hatta evlenme bile ticari bir meta ve nesne olarak nitelendiriliyor. Cinsel başıboşluk, nikâhsız beraber yaşamanın yaygınlaşması, halkı menfaatçi ve ailevi değerlere ilgisiz bir kitleye dönüştürmüştür.

Bütün bunlar şunu göstermektedir, batılı ülkelerde evlilik ve aile kavramı değişmiş ve ahlaki değerlerin çöküşü sonucu batıda yeni aile biçimi türetilmiştir. İskandinavya ülkelerinde, özellikle Norveç, İsveç ve Danimarka’da son on yıllarda, eşcinseller evliliği yasallaşıp, yeni aile biçimi kurulmuştur. Batılı ülkelerin çoğunda bu çarpıklık ve süflilik göze çarpmaktadır. İsveç’te diğer batılı ülkelerde olduğu gibi, 1950’li ve 1960’lı yıllarda nikâhsız evlilikler nikâhlı evliliklerin yerine geçmiştir. (http://www.tevhidhaber.com/batida-aile-ocaginin-cokusu-2215h.htm)

Bu nedenle, Batıda boşanma oranları korkunç boyutlara ulaşmıştır. Evlenen her iki çiftten biri boşanmaktadır. Boşanma oranları daha çok çalışan kadınlar arasında artış göstermektedir. Bu artış, ne yazık ki, %80’lere varmaktadır. Profesyonel iş hayatında bulunan kadınlar, ev hanımlarına göre altı kat daha fazla boşanmaktadır. Boşanan kadınların yüzde 16’sını oluşturan sosyoekonomik düzeyi yüksek grup için evliliğin bitirilmiş olması önemli bir travmaya neden olmuyor. Asıl şaşırtıcı olan ise, “geçimini temin edebilecek kadar” hayat standardına ulaşan kadınlar arasındaki boşanmaların her geçen gün katlanarak artıyor olmasıdır.

medeniyet-vakfin-dan-aile-sempozyumu-580x300

İşte Medeniyet Vakfı, Ankara’da, 17-18 Mayıs 2014’de iki gün boyunca 30’a yakın konusunda uzman olan akademisyen ve ilim adamlarının katılımıyla ‘Aile Sempozyumu’ gerçekleştirmiştir. İlginin yoğun olduğu sempozyumda birbirinden değerli uzmanlar tebliğlerini sunmuşlardır. İnşallah bu sempozyumu da en yakın zamanda DVD’lerini ve kitaplaştırılmış halini Müslüman kamuoyuna arz edeceğiz. Medeniyet Vakfı’ndan önce de bir takım kurum ve vakıflar benzeri sempozyumlar düzenlemişlerdi. Bunlar yeterli midir? Elbette ki yeterli değildir! Çünkü içinde yaşadığımız toplumda aile çökmekte, evlilik kurumu çözülmektedir. Dolayısıyla bu konuda yapılacak her çalışma anlamlı ve önemli olacaktır. Çünkü aile konusunda ne kadar çalışma yapılırsa yapılsın içinde yaşadığımız toplumda karşılığını müsbet olarak bulacaktır. Ankara’da 17-18 Mayıs’ta yapılan Aile Sempozyumunun amaçlarından birisi de, daha önce yapılan benzeri sempozyumlara katkı sağlamak ve gelecekte yapılacaklara ise kapı aralamaktır.

İşte iki gün boyunca aile ve aile hayatı ile ilgili problemler, konusunda uzman kıymetli akademisyen ve ilim adamları tarafından enine boyuna konuşulmuş, tartışılmış ve konuyla ilgili teklif ve çözümler gündeme getirilmiştir. Elbette, toplumun temel kurumu olan böyle bir konuyu ele almak için iki gün yeterli olmayacaktır. Ümid ve temenni ederiz ki bu sempozyum, son olmasın. Aksine daha kapsamlı yeni sempozyumların yapılmasına zemin hazırlasın.

Sempozyum öncesinde ve sempozyum esnasında Ankara’da görev alan arkadaşlar herhangi bir aksaklık ve eksikliğin olmaması için olağanüstü gayret sarf etmişlerdir. Misafirleri karşılamada tutunuz medya ve ses düzenine kadar, salon görevlilerinden kermese kadar, kitap standından yemek servisi yapanlara kadar, konuşmacıların transferinden tutunuz salona lojistik destek sağlayanlara kadar, misafirlerin konaklamasından yemek organizasyonunu yapanlara kadar, kadınıyla erkeğiyle herkes fazlasıyla teşekkürü ve takdiri hak etmişlerdir. Kendilerinden Allah razı olsun ve Rabbim bu gayretlerinin karşılığında kendilerine bol bol ecir versin inşallah!

Böylesine büyük bir organizasyonu gerçekleştirirken teşekkür ve takdiri sadece Ankara’daki Müslümanlar değil; bu sempozyumun düzenlenmesinde fikirsel anlamda katkı sağlayan, maddi ve manevi yönden destekleyen, ayrıca uzak yakın demeden çeşitli illerden izlemek için gelen ve ayrıca davetimizi kabul ederek tebliğ hazırlama zahmetinde bulunan bütün konuşmacılar da fazlasıyla bu teşekkür ve takdiri hak etmektedir.

Hasan El-Benna Sempozyumunda bir takım ilkler yaşamıştık. Ama bu sempozyumda en azından bu ilkleri yaşamadık. Çünkü önceki sempozyumda kazandığımız tecrübelerimiz vardı. Elbette elimizde olmayan nedenlerden dolayı bazı eksikliklerimiz ve yanlışlıklarımız olmuştur. Ama bile bile kasıtlı ya da savsaklama, önemsememe gibi nedenlerden dolayı hiçbir eksiklik ve yanlışlık olmadığını düşünüyoruz. Elde olmayan nedenlerden dolayı bazı hatalarımız olmuş ya da istemeyerek bazılarını kırmışsak, bu da affola diyoruz. Az ya da çok emeği geçen, izleyici ve konuşmacı olarak katılan, kendi evini ve gönlünü misafirlere açan herkesten Allah razı olsun!

NOT: Hasan el Benna Sempozyumunda konuşmacı olarak katılan ve Suriye İhvan liderlerinden olan Suriye’deki Baas zulmünden dolayı 30-40 senedir sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılan Muhammed Münir Gadban Vefat etmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine (İslam ailesine) sabır ve ümmete başsağlığı diliyorum. Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir sözü bir daha gerçekleşmiştir. Münir Gadban’ların, Muhammed Kutup’ların yerleri elbette doldurulamaz. Biz biliyor ve inanıyoruz ki, onlar küfre, şirke ve tuğyana karşı olanca gayretleriyle mücadele etmişlerdir.

Ne mutlu onlara!

“Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” (Bakara, 2/156)

Tekrar başımız sağ olsun!

NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin Haziran 2014  sayısında Yayımlanmıştır.

GRUBA KATIL