Yalan Dünya
Arşiv Yazarlar

Yalan Dünya

Dilimizde sık sık söyleriz, yalan dünya! Çok sık söylememize rağmen dilimizle söylediğimiz bu söz, boynumuzdan aşağıya, gönlümüze inmez. Dilimizin söylediklerini gönlümüz tasdik etmez. Zaman zaman bir yakınımız vefat ettiğinde veya olağanüstü bir durumla karşılaşınca gönlümüzde bunu tasdik ediyoruz, fakat bu durum uzun süreli devam etmiyor.

“Sakın inkâr edenlerin yeryüzünde (bizi) aciz bırakacaklarını sanma. Onların varacakları yer, cehennemdir. Orası, ne kötü bir dönüş yeridir” (Nur, 57). Bu ayeti, bir hikâye ile açmak istiyorum:

Delikanlının biri, yolda genç kızı görür, beğenir. Kıza yaklaşır, “sizi beğendim, müsaadeniz olursa istemeye gelmek isterim” demiş. Kız da “babama söyleyeyim, kabul ederse gelin” demiş. Tarih belirlemişler, kızı istemeye gelmişler. Çaylar içilince kız babası damada sorar, “evladım, tahsilin nedir?” “Önemli bir kariyerim yok, ama üniversite mezunuyum.” “Oh oh yeterlidir. Evladım, kazancın nedir?” “Zengin değilim ama 6 bin TL maaşım var.” “Oh oh yeterlidir. Evladım, kızıma takı olarak ne takacaksın?” “Evlilik için biraz hazırlığım var efendim, kızınızı mahcup etmem.” “Oh oh yeterlidir. Kızımı ne ile getirip götüreceksin evladım. Dolmuş, otobüslerde mi gezdireceksin?” “Yolda bırakmayacak kadar arabam var efendim.” “Oh oh yeterlidir.”

Kızı verirler. Bir süre sonra da düğünleri yapılır. Düğün yapılmasına yapılır ama kızın yüzü gülmez olur. Bir süre sonra babası, kızı sıkıştırır, kız da söyler “baba, damadın gusül abdesti almıyor, gusül abdesti alınması gerektiğine de inanmıyor. Baba, damadını çağırır; “evladım, neden gusüle inanmadığını söylemedin?” der. Damat da, “efendim her şeyi sordunuz, ama inancımı sormadınız ki söyleyeyim” der.

Üniversite sınavında dört yanlış bir doğruyu götürür; bazen öyle bir yanlış olur, bütün doğruları götürür. Dünyalık her şeyi sorarız ama ahiretimizi ilgilendiren en önemli konularda, sormak ihtiyacı duymayız. Eş seçiminde, damat seçiminde, ahiretimizi ilgilendiren konularda sormak ihtiyacı hissetmeyiz. Sormadığımız bu soru, evladımızın eş seçiminde veya bizim eş seçimimizde dünyamızı ve ahretimizi belirleyecek bir soru olabilir. Sormadığımız bu soru, dünya ve ahiretimizin kaybı olabilir.

Bazen evlatlarımıza sözümüz geçmeyebilir, gücümüz yetmeyebilir. Bazı resuller de evlatlarına hanımlarına söz geçirememiştir (Hz. Nuh, Hz. Lut). Bizler, baba olarak sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız. Sorulması gereken soruları sormak zorundayız. Geçici dünya menfaatleri için evladını düşünen ebeveynler, sürekli mekânımız olacak ahiret mekânı için evlatlarımızın geleceğini düşünmek zorundayız. Asıl olan ahiret mekânını düşünmektir.

Allah buyurdu ki: “İnkâr edene de az bir süre dünya nimetleri veririm, ama sonunda onu cehennemin azabına sürerim. O, ne kötü bir sondur!” (Bakara, 126). Rabbim, bizleri ve evlatlarımızı ahiretini kazanmış kullardan eylesin. Bizi ve neslimizi cehennemden azabından muhafaza etsin.

Dünyalık peşinde koşan kimseler, bu dünyada belki, ahirette kesin hüsrana uğrarlar.

Görünürde başarılı, çevresinde takdir edilen, kendini başarılı hisseden bir insan, dünyalık peşinde koşanlar için, ahiret inancı olmayanlar için başarılı görülebilir. Kendini de başarılı hissedebilir. Ahiret azığı olmayan, hazırlamayan insan, “zirveye çıktım, başarılıyım, liderim” derken, ölüm kapısını çalıverir, yüksekten yere çakılmış, kemikleri kırılmış vaziyettedir (merkepten düşmüş karpuza döner). Zirveye çıkmak için vermiş olduğu çabaların aslında kendine kurulmuş bir tuzak olduğunu fark eder. Ama heyhat! Kendini başarılı hissettiği bir anda aslında iflas etmiştir. Daha ölecek yaşta da değildir. Yapacak daha çok işleri vardı. Sonra ibadete başlayacaktı. Ahirete hazırlanacaktı. Vakitsiz gelmişti ölüm. (Ankara-Karşıyaka’da yatanların yaş ortalaması 33’Tür. Yani tam da ölebilecek yaştayız.) (TÜİK yaş ortalaması: Erkekler 76. Kadınlar 81.) Tüik yaş ortalamasını yükseltse de, ölenlerin yaş ortalaması otuz üç.

“Hayat, inanan ve salih amel işleyenlerin dışında hiç kimsenin kazanmadığı bir oyundur” diyor Aliya İzzetbegoviç. Bilge Kral’ın sözü, Asr suresinin meali niteliğindedir.

Dünya, oyun ve eğlence yeridir:

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir oyalanma, bir süs, aranızda övünme ve malları ve çocukları artırma yarışıdır. Tıpkı bir yağmur gibi ki, onun bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur ve sen onu sapsarı görürsün. Sonra da çer çöp oluverir. Âhirette ise şiddetli bir azap ve Allah tarafından bir bağışlama ve hoşnutluk vardır. Dünya hayatı aldanma metaından başka bir şey değildir” (Hadid, 20). Bu ayetimizi, bu günlerde Ukrayna’da yaşananlarla açıklamaya çalışalım:

Bugüne bakınca Ukraynalılar, alabildiği iki valizi ile ailesini de yanına alıp arabası ile en yakın sınıra doğru kaçmaya çalışıyor. Tabi benzin bulabilirse, yolda Rus tanklarının altında ezilmeden sınıra varabilirse. Sınırda kaç gün misafir ederler seni? Bazı ülkeler, “24 saat süre içinde ülkemi terk etmelisin” diye belge imzalatıyorlar. Oradan nereye gideceksin? Kaplumbağa misali dolan dur. Paran bitince ne olacak? Nereye gideceksin? Ukraynalıların da bizler gibi “maaşımı alayım, iyi bir evim olsun, arabam şu marka olsun, evin fayanslarını yeni moda değiştirelim, koltukları halıya uyduralım, çocukları kolejde okutalım, iyi bir muhite taşınalım” vb. meşgaleleri vardı.

Derken bugün her şey yalan olmuş, canını kurtarma telaşına düşmüş. Dün kavgası yapılan iş ortamları ortada kalmamış, eşler arasındaki dünyalık sorunlar önemini yitirmiş, eşler arası iktidar savaşı sona ermiş, birbirlerinin canından kaygı duyar olmuşlar. Konforlu koltuklar ve yataklarının yerini, kömürlük benzeri sığınaklar almış, Metro’nun beton zeminleri yatakları olmuş durumda. Yalan dünyanın yalan olduğu tekrar gözlerimizin önünde cereyan etmektedir.

“Dünya hayatı, aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir” (Âl-i imrân, 185). Yarın bizler, için de bunların yaşanmayacağının garantisi yoktur. Bugün Cefai, emekli maaşını alıp sıcacık evinde oturup arabasına biniyorsa, bunun ebedi devam edeceğinin garantisi yoktur. Bunun örneğini Gölcük ve Düzce depremlerinde bir gecede yerle bir olan ev ve arabalarda bizzat şahit olduk. Suriye’de insanlar 10 yıl önce dünyalık geçimlik derdinde idiler, bugün çadırlarda kış günü yaşam savaşı veriyorlar.

“Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için şüphesiz ki âhiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Enam, 32). Bu ayeti de gözlerimizin önüne bir tiyatro sahnesi ile canlandırmak isterim:

Çadırda yaşayan bir çocuk düşünün. Durumları iyi olan bir aileye misafirliğe gidiyorlar, sıcacık, kocaman, güzel bir ev. Aile, çocuğa güzel oyuncakları önüne bırakıyorlar. Çocuk, çok mutlu oluyor, oynamaya doyamıyor. Karnı güzel yiyeceklerle doyuyor. İlerleyen vakitte misafirliğin sonu geliyor ve aile, “hadi evladım kendi yerimize gidelim” diyor! Mutlu anların sonu. Güzel oyuncakları bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Gözünüz, gönlünüz o oyuncaklarda kalıyor. Ama bırakıp gitmek zorunda kalıyorsunuz. Bugün bizim durumumuz da buna benziyor, dünyalık birtakım kazanımlar elde ediyoruz. Bu kazanımlara öyle bağlanıyoruz ki vakit gelince bırakıp gitmek zor geliyor. İstemesek de elimizden tutup “hadi yerimize gidelim” diyorlar. Mutlu geçen birkaç saatten sonra dönüş yine çadıra oluyor (yani iki metrekare toprak).

“Bu dünya hayatı, hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” (Ankebut, 64).

Peşin olanın çekiciliği:

Bizlerin dünya nimetlerine meylimizi, sahabenin tespitinden öğrenelim:

Abdullah bin Mesud (ra), Âlâ sûre-i şerifinin 17. âyet-i kerimesini okuyarak, “Fakat siz, dünya hayatını tercih ediyorsunuz, oysa âhiret daha hayırlı ve süreklidir” şöyle buyurmuştur:

“Dünya hayatını, ahiret hayatı üzerine tercih etmemizin sebebini bilir misiniz? Dünya, hazır önümüzde duruyor. Yiyecekleri, içecekleri, kadınları, zevk ve güzellikleri ile hemen takdim edilip bize veriliyor. Ahiret ise önümüzde gözle görülür durumda hazır bulunmuyor. O bakımdan biz, peşin olanı aldık, sonra verilecek olanı bırakıverdik.”

Dünya lezzetlerinin mubahlarının suali, haramlarının ise cezası vardır.

Çünkü Resulullah (sav) Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde: “Dünyanın helâli hesap, haramı ise azaptır” buyurmuşlardır (Beyhakî). Ailemizin ihtiyacı için, ihtiyaç sahipleri için, dünya nimetlerinden faydalanacağız. Bu nimetler, ahiretimizi kazanmamıza vesile olacaktır. Helalinden kazansak bile, bunların da hesabını vereceğiz.

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” (Tirmizi, Kitâb el-zühd).

Toplum olarak son dakika piyangosuna bel bağlamayı seviyoruz. Yıl boyu fazla çalışmayıp ter dökmeden bir yılbaşı bileti ile lüks hayat, konforlu yaşam hayallerimizi süsler. Milyonda bir ihtimale bel bağlamaktansa, daha garanti ve mütevazı yaşam şartları bizlere çekici gelmez. Bu durumu anlatan bir hikâye anlatmak istiyorum:

Zamanın birinde adama bir haber gelir. “Baban, çok hasta yetiş de helalleş” derler. Adam, kalkar memleketine gelir. Babası son saatlerini yaşamaktadır. Son sözleri ise “Sanzotu, Sanzotu”dur. Vefat eder. Babasını defnederler. Evladının içine bir uhde düşer. “Babamın son isteğini yerine getiremedim.”

Peki, nedir bu Sanzotu? “Vaktinde gelseydim, bu otu bulabilseydim, belki babam kurtulurdu.” Merak eder, bir aktara gider. “Sanzotu var mı?” der. Aktar, şaşkın bir vaziyette bakar, “hiç duymadım bu otu.” Başka bir aktar bulur, ona sorar, o da “hiç duymadım bu otu” der. Birkaç aktara daha gider, hepsinden aynı cevabı alır.

Beyhude aramalarından yorgun düşer, dinlenmek için bir kahveye oturur ve çayını içmeye başlar. Adamın yorgun, çaresiz halini gören kahveci, merak eder. “Hemşerim, yorgun halini gördüm, bir derdin mi var? Belki yardımımız olur” der. Adam da olan biteni kahveciye anlatır. “Babamın isteği Sanzotu’nu ararım. Ama kaç aktara sordum, bulamadım” der. Kahvecinin yüzünde bir tebessüm oluşur. Adama sorar: “Baban ne iş yapardı?” “Emekli oldu, kahveden çıkmazdı” der. Kahveci, adama, “Aktarlarda ot aramayı bırak. Babanın son sözleri Sanzotu, kâğıt oyununda elinin yüksek olması demektir. Baban, oyunda kazanmayı beklemiş ve bu beklenti ile son nefesini vermiş” der.

Adam, şaşkınlıkla kahveciyi dinlemiş, bir taraftan da içindeki babasının son sözlerini yerine getiremediğinin sızısı dinmiş (Cüneyt Suavi, Hayatın İçinden Hikâyeler’den.)

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” (Tirmizi). “İyi bilin ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süstür. Aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olmak isteğinden ibarettir” (Hadîd, 20).

Dünya hayatının geçiciliği, çabuk geçmesi:

“Siz, geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah, ahireti kazanmanızı ister” (Enfâl, 67). “Doğrusu onlar, çabuk geçeni (dünyayı) seviyorlar da, önlerindeki o çetin günü (ahireti) bırakıyorlar” (İnsan, 27). “Cefai, yaşın kaç?” 60. Ne zaman geçti bu kadar yıl. Daha dün gibi.

“Dünya malını ehline terk ediniz. Zira ondan ihtiyacından fazlasını alan kimse, şuursuzca kendini helâk etmiş olur” (Camiu’s-Sağir, Hadis kitabı).

Dünya hayatında geçimlik kazanmak, dünyalık sahibi olmak suç mudur?

“Resulüm! De ki: Allah’ın, kulları için yarattığı süsü, ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmış? De ki: Bunlar, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet gününde ise yalnız inananlara tahsis edilmiştir. İşte biz, bilen kimseler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz” (Â’râf, 32).

Dünya hayatında geçimlik kazanmak elbette ki haram değildir; söylemek istediğimiz, yaşam gayemizin dünyalık olmaması gerektiğidir. Yaşam gayemiz, ailemizin geçimini sağlamak ve ahiretimizi kazanmak olmalıdır.

Yaşam gayemiz dünyalık ise, bu dünyalıklar, bizi hüsrana götürür. Yaşam gayemiz ahiret ise, bu dünyalıklar bizi ahretimizi kazanmaya götürür.

Yazımızdan kastımız; sizlerin yaşam arzusunu söndürmek, enerjinizi düşürmek değildir. “Din, nasihattir” hadisi gereğince, önce kendime olan nasihatimin yazıya dökülmüş halidir. Selametle kalın.

GRUBA KATIL