“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun…” (Maide-5)
“Sizden öncekilerin helak olma sebepleri şudur: İçlerinden şerefli kimseler (asilzadeler) hırsızlık yaptığında ona ceza vermezler, zayıf birisi hırsızlık yaptığında ise onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki hırsızlık yapan Muhammed’in kızı Fatıma bile olsa elini keser, onu cezasız bırakmazdım” (Buhari).
Adaletin genel icrası, devletin yönetimi iledir. Adil yönetim için kişisel tercihlerin, zevk ve isteklerin, öfke ve hırsın olmadığı bir yönetim meydana getirmek gerekir. “Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah, her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır” (Nisa-135). İnsan gibi kendini aşmakta zorluk yaşayan bir canlının, kendi akli sınırları ile genel bir adil yönetim kurabilmesi mümkün değildir. Adil bir yönetim için temelde dört esas olmalıdır: 1. Devletin kurum ve kuruşları ile meşru yöntemlerde ortak hareket etmesi. 2. Mahkemelerin hakkaniyet sahibi olması. 3. Âlimlerin toplumun her alanında irşad vazifelerini yapması. 4. Halkın doğru olan her hususta itaat etmesi. İnsanlık tarihinde kısmi adil yönetimler görülmüş olsa da kâmil anlamda adaletli bir yönetim, Rabbimizin peygamberlerini idari işlerde görevlendirmesi ile olmuştur. Hz. Yusuf (as), Hz. Musa (as), Hz. Davut (as), Hz. Süleyman (as) ve en son peygamber Hz. Muhammed (asv) ile olabilirliği ispat olunarak gösterilmiştir.
İslam tarihi, insani ve İslami bir tarihtir. Güvenilir, adil yönetim, bu iki değeri Allah için gözetmek zorundadır. Dört halife, adaleti temel ilke olarak uygulamıştır. Adaletin icrası, bu dönemde ciddi sorunların çıkmamasındaki temel sebeptir. Göreve gelirken vaad ettikleri ile sonraki uygulamaları birbirini doğrulamış ve adil bir yönetim, huzurlu ve güvenli bir toplum meydana getirmiştir. İlk halife Hz. Ebû Bekir, yaptığı ilk konuşmada şunları söylemiştir: “…Eğer hükümette iyi hizmet edersem bana yardımcı olunuz. Etmezsem beni doğru yolda gitmeye mecbur ediniz… Zayıfınız benim yanımda kuvvetlidir; çünkü onun hakkını kuvvetliden alırım. Kuvvetliniz ise zayıfın hakkını kendisinden alana kadar benim katımda zayıftır; çünkü zayıfın hakkını ondan alırım…”
Hz. Ömer’in de şöyle bir konuşması vardır: “Ben, sizleri emirler ve zorbalar olarak değil, hidayet imamları olarak tayin edip gönderdim ki halk, sizlerle hidayete ersin. Müslümanlara haklarını verin. Onları döverek zelil duruma düşürmeyin. Kapılarınızı onlara kapatmayın, şayet kapatırsanız kuvvetliler zayıfları yer. Kendinize mal edinip onları mahrum etmeyin, aksi halde onlara zulmetmiş olursunuz…”
İnsanlık tarihinin çok büyük bir bölümü, zülüm ve haksızlık ile geçmiştir. Adil yönetimler, istisna dönemler ve kişiler eliyle uygulanmıştır. Peygamberlerin gönderiliş amacı da zulme ve haksızlığa karşı çıkış değil midir? “And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Hâlbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler” (Al-i İmran-164).
Adil başlayan sistemler ve şeriatlerde dahi zamanla ehil olmayan yöneticiler gelmiş, zulüm idareleri kurmuşlardır. Zulme isyan sebepleri o kadar çok çeşitlidir ki genel anlatım dahi yeterli olamayacaktır. Burada kısaca Emeviler, Abbasiler ve diğer İslam toplumlarındaki sapma dönemlerinde meydana gelen örnekler ile yetineceğiz.
Malum olduğu üzere ilk bozulma, Emevilerin yönetim ihtirası diyebileceğimiz “devleti ele geçirme” oyunları ile başlamıştır. Nefsanî arzuların şer’i olanın önüne geçmesi, zulüm ve haksızlıklar meydana getirmiştir. Bu zulümlere her ne kadar İslami kılıf da bulunmaya çalışılmış olsa da İslam’ın temel hak ve özgürlükler ilkesi çiğnenmiştir. İster “içtihat” densin, ister “şartlar ve beka meselesi” densin, her yanlış uygulama, zulmün çeşitlenmesinin kapısını açmıştır. Örnekler ile devam edelim:
Yönetimin Kureyş kabilesinin hakkı olduğu tezi, Emevileri desteklemekteydi. Halk, Kureyşli yöneticiye şartlandırılmakta ve bu durum, Peygamber’e istinaden hadis olarak da ifade edilmekteydi. Bu şartlarda Emevîlere karşı, ancak başka bir Kureyşlinin muhalefet yapması söz konusu olabilirdi. Kureyşli Hz. Ali soyundan gelebilecek, muhalefeti önlemek için halkı pasifize edecek bir düşünce sistemi oluşturulmaya çalışıldı. Bu konuda ilk adımı, yine Emevilerin kurucusu Muâviye atmıştır. O, bizzat kendi emriyle hutbelerden Hz. Ali’ye lanet okuttu. Hz. Ali’ye bu şekilde lanet okutulması, başta Ali taraftarları olmak üzere birçok kişinin tepkisini çekti; Basra ve Kûfe başta olmak üzere birçok bölgede meydana gelen şiddet olaylarının ve ayaklanmaların nedenlerinden oldu.
Muâviye, oğlu Yezid’e biat alırken, şöyle diyordu: “Yezid işi, kaza ve kaderdir. Kulların bu konuda başka seçeneği yoktur.”
İbn Haldun, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilişi ile Yezid’in yaşantısı arasında ilişki kurarak; “Yezid’in fasıklığı herkes tarafından anlaşılıp ortaya çıkınca Kûfe’deki Ehl-i Beyt taraftarları, Hz. Hüseyin’e haber göndererek Kûfe’ye gelmesini, onu destekleyeceklerini söylediler. Hz. Hüseyin de fasıklığından dolayı Yezid’e isyan edilmesi gerektiğine inanıyordu. Kişisel ehliyeti ve toplumsal gücü ile buna güç yetirebileceğini zannetti. Kişisel ehliyeti konusundaki zannı doğruydu; fakat toplumsal gücü konusunda hata etmişti.”
Yezid b. Muâviye döneminin Kerbela’dan sonra ikinci önemli olayı olan 63 (682–683) yılında Medinelilerin isyanı ve bu isyan sonucunda gerçekleşen Harre vakasının sebeplerinden birisi de yine Yezid’in yaşantısı etrafında dolaşan olumsuz düşünceler olmuştur.
Bir başka isyan ve sebebi. Basralıların ilim adamları, mevâli, yaşlı-çocuk demeden Haccac’a karşı savaşmak üzere İbnu’l-Eş’as’ın isyanına katıldılar. Katılma sebeplerinden birisi de Haccac’ın zalimane uygulamaları olmuştur. Zekât ve haraç toplama memurları, “zimmîlerin Müslüman olup şehirlere yerleşmeleri nedeniyle haraç gelirlerinin düştüğü”nden şikâyet ettiklerinde Haccâc, herkesin aslen hangi köy ve kasabadan ise oraya çıkıp gitmesi için bir genelge çıkarmıştır. Nereye gideceklerini bilemeyen halkı, “Ya Muhammed, ya Muhammed!” çığlıklarıyla köylerine geri göndermişti. Basralı ilim adamları da gözleriyle gördükleri bu zulümden dolayı ağlıyorlardı. Bu olaydan kısa bir süre sonra Basra önlerinde görülmeye başlayan İbnu’l-Eş’as’a, Haccâc ile savaşmak, Abdülmelik’i de makamından indirmek üzere biat ettiler.
İbnu’l-Eş’âs isyanına katılan âlimlerin çokluğuna dikkat çekilir ve söz konusu âlimlerin bir askerî birlik oluşturacak kadar kalabalık oldukları zikredilir. Ulemânın oluşturduğu ve kendisine Kurra Birliği adı verilen grup, çok kalabalık olacak ki vali Haccâc b. Yûsuf, bu grubun üzerine üç birlik gönderdiği halde başta başarılı olamamıştır. Âlimlerin İbnu’l-Eş’âs isyanına yoğun katılmalarının asıl nedeni; iktidarın yaptığı zulüm, adaletsizlikler ve âlimlerin buna karşı konulması gerektiği yönündeki kanaatleri idi. Örneğin; ulemâdan isyana katılan Ebû’l-Bahterî et-Tâî, ilgili isyan hakkında şunu belirtmiştir: “Ey insanlar! Dininiz ve dünyanız için Emevîlerle savaşınız. Galip gelmezseniz dininiz ve dünyanız fesada mâruz kalır.” Kûfe kadılığını yapan Abdurrahman b. Ebî Leylâ ise halkı yönetime karşı isyana teşvik amacıyla “Ey Mü’minler! Hakkı tanımayan, haramları helâl sayan bu cahiller ordusuyla savaşın.” diye seslenmiştir. Yine aynı âlim, ulemâyı da savaşa teşvik için şu ifadeyi kullanmıştır: “Ey Kurra! Şamlılarla savaşınız. Zira Sıffîn’de Ali b. Ebî Tâlib’in, kötülerin yok olması ve kelimetullâh’ın yücelmesi için zâlimlerle savaşmanın gerekli olduğunu söylediğini duydum.” İbnu’l-Eş’âs isyanına destek verdiği için Haccâc tarafından işkenceyle öldürülen Saîd b. Cübeyr de halkı, adı geçen isyana davet etmiştir. O, “Onlarla (Emevîlerle) savaşınız. Çünkü onların idareleri zâlimdir. İdareciler, dinin emirlerini dinlememekte, zayıfları ezmekte ve namazlara da önem vermemektedirler.” ifadesiyle, iktidar ve icraatlarının niteliğine dikkat çekip, isyana destek vermenin dinî bir gereklilik olduğu yönünde fetvâ vermiştir.
Zulümlerde ısrar edilince isyanlar da kaçınılmaz olmaktadır. Emeviler döneminde idarecilerin çoğunluğunun, adil yönetimi ayakta tutmak yerine, kendi saltanat ve isteklerini ayakta tutmak istemesi, nice âlimlerin itirazına ve onların katledilmesine sebep olmuştur. Adil yönetimin tek örneği Ömer b. Abdülaziz dönemidir ki o dönemde hariciler dâhil hiçbir isyan olmamaktır. Muhalif olanlar ile diyalog kapısı açılmış, halkın hak ve hukuku, ayrım gözetmeden yerine getirilmiştir.
Abbasiler dönemi de farklı olmamıştır. İktidar, saltanata ve aile menfaatlerine evrilmiş, itiraz edenlere baskı ve işkence yaşatılmıştır. Bunların başında yine ehli beyt ve destekçileri, İmam-ı Azam gibi ulema olmuştur. İlk Abbâsî döneminde Muhammed Nefsuzzekiyye ve İbrahim gibi ehli beyt isyanları, sadece İmam-ı Azam değil, dönemin büyük tarihçisi Taberî tarafından da destek görmüştür. Çağdaş tarihçi İmadüddin Halil’in konu ile ilgili bir yorumu: “Meşhur tarihçi Taberî’nin, hiçbir diğer ayaklanmaya vermediği bir önemi vererek bu iki ayaklanmaya, geniş ölçüde yer ayırması, hiç kuşkusuz birtakım gerçeklerin varlığını ortaya koymaktadır: En başta, halkın kültürel ve sosyal plânda bu ayaklanmalara önem vermesi ve ayaklanmalara ilişkin pek çok belgeyi koruyabilmiş olması gelmektedir. Çünkü bu ayaklanmalar, propaganda aşaması sırasında Abbâsîlerce sözü verilen hedeflerin revizyona uğraması yüzünden ortaya çıkan ve büyük halk yığınlarının içine düştüğü hayal kırıklığından kurtuluşun bir odak noktası niteliğindeydi. İkinci gerçek, bu ayaklanmaların tarihsel açıdan önemidir. Çiçeği burnunda Abbâsî Devleti’nin varlığını tehdit eden ve neredeyse yıkacak olan bu ayaklanmalar, yeni devleti uzun bir süre uğraştırmış; güneyde Mekke-Medine, kuzeyde Basra ve çevresi olmak üzere geniş bir alana yayılmıştı. Üçüncü gerçek, bizzat Taberî’nin bu iki ayaklanmayı benimseyen bir siyasal tavır sahibi olmasıdır.
Sunduğu rivâyetler, genel çizgileriyle isyancılara ilgi gösterdiğini ortaya koymaktadır. Öyle ki bu tavır, Mansur’un isyanı ve isyanın nedenleri hakkında izlediği politikaya -hafif de olsa- gölge düşürmektedir. Sanıyoruz ki eğer Taberî, kitabını Abbâsîler’in egemen olduğu bir ortamda yazmasaydı, bu gölgenin derinliği daha da artacaktı.”
Ebû Hanîfe, hem yöneticilerin yanlışlıklarını dile getirmiş hem de kendisine verilen görev ve hediyeleri reddetmiştir. Dolayısıyla O, hem Emeviler hem de Abbasiler devrinde potansiyel bir tehlike olarak algılanmış ve birtakım baskılara maruz kalmıştır. Yani her ne kadar yöneticiler, onun halk nezdindeki itibarından yararlanarak kendi taraflarına çekmek istedilerse de O, hiçbir dönemde kendisine yapılan idarî teklifleri kabul etmemiş ve bu tutumundan dolayı birtakım işkenceye maruz bırakılmıştır. İmam Ebû Hanîfe, zaman zaman bu muhalefeti hem teorik hem de maddî olarak desteklemiştir. Fakat kendisi aktif olarak ne herhangi bir harekette bulunmuş ve ne de herhangi bir harekete katılmıştır. Ancak O, hem verdiği fetvalarla hem de yaptığı maddî yardımlarla meydana gelen aktif muhalefeti zaman zaman desteklemiştir. Derslerinde fırsat buldukça iktidarı tenkit etmiş, hatta isyan eden Zeyd b. Ali’nin (ö. 122/740) imamlığına zımnen biat ederek malî destekte bulunmuştur. Hz. Ali’nin torunlarından Muhammed en-Nefsü’z-Zekiye (ö. 145/762) ile kardeşi İbrahim’in Abbasiler’e karşı kıyam ederek şehit olmaları durumunda Ebû Hanîfe, açıkça iktidarı tenkit etmiş, bu yüzden kırbaçlanmış, hapse atılmış ve işkence görmüştür
İslam adaletini temin etmek için, izzet bayrağını açan önder şahsiyetler, her İslam ülkesinde kendini göstermiş, sesini duyurmuştur.
Mısır’da, Hasan el-Benna’nın başlattığı ciddi ve samimi çalışma, orada sekülerizm rüzgârını dindirdi ve “Müslüman Kardeşler” teşkilatını kurarak o topraklarda yeniden bir İslami oluşum hareketini başlattı.
Fransa, 1830 yılında resmen Cezayir’i işgal etti. Fransız sömürgeciliğine karşı ilk defa Emir Abdulkadir önderliğinde tam on yedi yıl süren İslami bir direniş başlatıldı. Emir Abdulkadir, sonunda Fransa sömürgecilerini dize getirdi ve 1833 yılında Cezayir halkı, kendisine “Cezayir hâkimi” olarak biat etti.
1912 yılında, Fransa ve İspanya orduları, Kuzey Afrika’daki Müslüman halka karşı büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırılar karşısında Abdülkerim Reyfî önderliğinde kıyam eden Müslümanlar, bağımsızlıklarını elde etmek için Fransa ve İspanya’ya karşı bir savaş başlattı.
Tunus da 1881 yılında Osmanlı’dan ayrılarak Fransızların eline geçti. Tunus Müslümanları, Hüseyin b. Aliî Türkî’nin rehberliğinde kıyam ederek Tunus’ta özerk bir devlet kurdular. Ama Fransa, yeniden çıkartma yaparak Tunus’u kontrolü altına aldı.
Sinusiye tarikatının önderi Muhammed b. Ali, Cezayir, Fransızlar tarafından işgal edildikten sonra Cezayir’i “dâr-u harb” olarak ilan etti ve Libya’ya hicret etti. Orada İtalyan güçlerine karşı savaş açtıysa da 1911 yılında yenildi ve vefatından sonra yerine Seyyid Ahmed Şerif, hareketin başına geçti. Seyyid Ahmed Şerif de cihad emrini vererek İtalyan kâfirlerine karşı büyük bir savaş başlattı. İtalyanlar, bu cihad sürecinde büyük mal ve can kaybına uğradılar. Daha sonra 1930 yılında da bu hareketin başına çöl aslanı Ömer Muhtar geçti. Ömer Muhtar da İtalyanlara büyük kayıplar ve ağır mali zararlar verdirtti. Ama İtalyan sömürgecileri, 1931 yılında, Ömer Muhtar’ı yakalayarak idam etti ve halkı acımasızca katliam ettiler. Ama halk, bir an olsun işgalcilerle savaşmaktan el çekmedi. Sonunda sömürgeciler, 1951 yılında Libya’nın zahiri bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı.
Irak da merhum Mirza Muhammed Taki Şirazi’nin 1900’lerin başında cihad fetvası, tüm Irak halkını işgalci İngilizlere karşı ayaklandırdı. İngilizler, Iraklı Müslümanları, “milli devlet” kurma hayaliyle kandırma yoluna başvurdu. Ama merhum Mirza-i Şirazi, İslami olmayan bir devleti “tahrim” edip böyle bir devleti isteyenleri de kâfir ilan edince İngilizlerin bu oyunu da tutmadı. Sonunda da İngilizler, 1918 yılında, Kufe’de, on bir âlimi asarak halka gözdağı vermek zorunda kaldı. Ama Irak halkı, mücadeleden el çekmedi ve âlimlerin rehberliğinde işgalci güçlere karşı direnmeyi sürdürdüler.
Kamalizme karşı onlarca kıyamdan bir örnek ile yetinelim: Şeyh Said kıyamı. Özetle; eşine söylediği şu sözler, kıyamın sebebini açıkça ortaya koymaktadır: “Eğer ben ve bu bastonum yalnız da kalsak ben yine de bunlara karşı çıkacağım. Ne ben, Hz. Hüseyin’den daha değerliyim ne de benim ailem, onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben, bunlara karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar, bana demezler mi, ‘Ey Said! Allah, o kadar mal mülk verdi sana. Sen, Allah için ne yaptın? Bunlar, Allah’ın emirlerini ayaklar altına almışlar. Evet, ben cihada başladım ve korkanlar, cihat edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol, korkakların yolu değildir!”
Keza yargılama sürecinde Şeyh’e sorulan “Neden isyan ettin?” sorusuna; “Kıyam, kitaba göre vacipti” ifadesi… Piran’da köye gelen âlimlere şöyle seslenir: “Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı. Din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cesaret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.”
Her dönemde Kur’an ve sünnet yolunu takip eden mü’minler, haksızlığa karşı mücadelenin her aşamasını yerine getirmişlerdir. İkaz, davet, tepki, kıyam vb. zulüm; İslam coğrafyasında fitne, fesat, baskı, yozlaştırma, dinsizleştirme, ahlaki erozyon ile ayakta kalmayı başarmıştır. Bugün, aynı sorunlar, katmerli olarak devam etmektedir. Mümin kişinin ikinci ismi, mücahit’tir. Bu izzetli kişiliği diri tutmalı. Uygun aşamanın kararını, cesur âlimler ile beraber yerine getirmek de aceleci olmalıdır.
Zulüm, her bir değerimizi imha ederken, her bir evladımızı kurban alırken, İslam’ın kıyam ve cihat ameliyesini gündemimize almalıyız. Tarihimiz, “fisebilillah” tarihidir. Allah rızası için yaşamanın tarihi. Bu rızaya engel olanlar, ahiret hayatımızı ateşin ashabı kılmaya çalışanlardır. Dünyamızı, haram ve şirk ile helak ettiler, ahiretimizi de heba etmeye çalışıyorlar.
Adil olmayana itiraz veya isyan, her zaman gündemdeki yerini korumuştur. Görüşler, ne olursa olsun insan fıtratındaki o dürtü; dine, cana, mala, namusa, toprağa, meşru haklara yapılan saldırı, baskı veya tecavüze karşı isyanı harekete geçirmiştir.
Mukaddime’den iki alıntı ile bitireyim: Ortak ideal birlikteliğine sahip olan toplumların önünde hiçbir şey duramaz ve ölümü göze alarak ülkülerini gerçekleştirmek için çabalarlar. Batıl amaçlarla hareket eden toplumların kalbinde ölüm korkusu olduğu için iman gücüyle donanmış toplumlar, sayı açısında az da olsalar onları mağlup ederler. Bunun aksine din boyası (sıbga), duygusu ortadan kalkarsa toplum, bu defa sadece asabiye gücüyle hareket eder ve daha önce iman gücüyle mağlup ettikleri, sayısal olarak kendilerinden kalabalık düşmanı; ancak eşit veya daha fazla bir güçle mağlup edebilirler.
Dünya nimetlerine aşırı düşkünlük, yöneticilerin baskısı altında hırpalanarak pörsümüş karakter yapısı, eğitimin, sadece bir meslek olarak icra edilmesiyle kitleleri kontrol altında tutma mekanizmasına dönüşmesi, toplumsal hareket kaynağı olan asabiyetin kaybedilmesi gibi etkenler, hadarî toplumun yani şehirlilerin baskılara karşı koymak için kolektif davranış geliştirmelerini imkânsız kılmakta, haklarını korumak için bu olumsuz şartlara isyan etmelerini engellemektedir. Bu hale gelmiş bir toplumun özünden cesaret ve yiğitlik sökülüp atılmış, isyan etmesini sağlayacak unsurlar, yok edilmiştir. Çünkü toplum, bu hali, artık doğal bir durum olarak görmekte, itaatin dışında bir davranış geliştirmeyi düşünememektedir. İnsanın fıtratından getirdiği mizaç ve karakter özellikleri yok olmuş, artık alışkanlıklarının mahkûmu, onun doğurduğu şartların şekillendirdiği biri haline gelmiştir.
Haydar ÖZALP
Arşiv
Yazarlar
Tarih Boyunca Zülme Karşı Adalet Arayışı
- by Haydar Özalp
- 30 Eylül 2022
- 0 Comments
- 0 Views