İnsan bazen, konumunu, durumunu, duracağı yeri unutur, iyi bir iş yaptığı zannıyla, haddini aşan, emrolunmadığı, kendisinden istenmeyen bir mücadele, bir koşturmaca içerisine girer, enerjisini, gençliğini, vaktini, ömrünü davası uğruna harcar fakat bu yorgunluğun sonunda eline geçen, kaybedilmiş bir imtihan ve boşa harcanan bir ömürdür.
İslami mücadele içerisinde hareket eden, bütün derdi ilahi rıza olan ve Allah’ın nizamını yeryüzünün her tarafına, her karış toprağına ulaştırmanın kaygısını güden Müslümanlar olarak, her şeyin başında kendimize sormamız gereken bazı sorularımız olacaktır.
a-Ben kimim?
b-Amacım ne?
c-Referansım ne veya kim? vs.
Bu sorular sürüp gider ama biz birinci sorunun cevabında mutabık olursak diğerlerinde anlaşabileceğimizi umuyorum.
Birinci soru bu kadar önemli mi? Hem de çok önemli, insanlık tarihi boyunca insanların yoldan çıkmalarının, fırkalara ayrılmalarının ve her fırkanın kendi yanındakiyle övünüp diğerlerini yok saymasının, çatışmalarının özünde bu soruya tam bir cevap verilememesi yatıyor.
Evet, neydi birinci sorumuz? Ben kimim? Bu soruya tek kelimelik bir cevap verelim; KUL, evet ben kulum, sadece bir kul, yaratılan bütün insanlar gibi bende bir kulum, sorumuza bu eksende devam edelim, pekâlâ kul ne yapar? Cevap; Kul, ma’budunun emirlerine harfiyen itaat eder, bir soru daha; Kul ma’budunun emirleri karşısında itiraz etme, akıl yürütme, ma’buduna akıl vermeye kalkma, ona emrettiği işin öyle değil de şöyle olacağını hem de daha iyi ve daha kolay olacağını düşünmeye ve o eksende hareket etmeye hakkı var mıdır? Cevap; kesinlikle hayır, sorularımız devam ediyor, o halde kul böyle yaparsa ne olur? İşte kritik cevap; O zaman kul, haddini aşmış, kulluğunun görevini yerine getirmemiş olur.
Biz Müslümanız, yani Allah’a teslim olmuş insanlarız, bizim referansımız ancak Kur’an ve Sünnet olmak zorundadır, aramızdaki anlaşmazlıklarda Allah ve rasulünü hakem tayin etmedikçe(Nisa-59), onların verdiği hükümleri kalbimizde hiçbir sıkıntı ve tereddüt göstermeden kabul etmedikçe(Nisa-65), Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verince konu hakkında tercih etme hakkımızın olduğunu düşününce(Ahzab-36) imanımızın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını unutmamalıyız.
Bugün aşağı yukarı bütün İslami cemaatler aynı hedefe kilitlenmiş durumdalar, Allah’ın rızasını kazanmak ve yeryüzünde Allah’ın dinini hâkim kılmak, buraya kadar problem yok, asıl problem bu yola ulaşmak için edinilen vasıtalarda başlıyor, bu merhaleden sonra bazıları kendilerinin bir kul olduğunu unutup hâşâ ma’budlarına akıl vermeye kalkıyorlar, yapılarını, cemaatlerini ve kendilerine tabi olanları o eksende yetiştiriyorlar.
Şimdi bu kardeşlerimize aynı soruyu sormak istiyorum, siz sadece bir kul değil misiniz? Amacınız ma’budunuzu razı etmek mi, yoksa O’na bilmediği şeyleri öğretmek mi (yoksa O’na dinde bilmediğini öğretecek ortakları mı var? (Şuara-21)
Yaratılmışların en hayırlısı Hz. Muhammed değil midir? Rabbimiz O’nu bile Kitabında kul olarak tasvir etmiyor mu? (İsra Suresi) O’na ve tüm ümmete “emrolunduğun gibi dosdoğru ol, haddini aşma” buyurmuyor mu? (Hud-112), Peygambere bile haddini aşma derken biz kimiz ki, İslami faaliyetlerde bulunurken haddimizi aşabiliyoruz? Kul olduğumuzu unutabiliyoruz? Şimdi vereceğim örneği dikkatle takip edelim.
Mekkeli müşrikler, davetin ilk zamanlarında, Peygamber Efendimize gelip, seni dinleriz fakat yanından şu fakirleri, köleleri, ayak takımını kov diye şart sürmüşlerdi, Peygamber Efendimiz bir an için, İslam’ın ve Müslümanların yararına olması ve davanın muzafferiyeti için onların isteklerini kabul etmeye meyletti, fakat bu devreden sonra gidişata bu dinin sahibi olan Yüce Allah müdahil oldu ve yaratılmışların en değerlisine şu ağır ikazlarda bulundu; Eğer Allah’ın rahmeti olmasaydı onlara meyledecektin, o takdirde sana dünyanın da ahiretin de azabını kata kat gösterecektik ve bize karşı yanında hiçbir yardımcı bulamayacaktın. (İsra 74-75)
Evet, şu tehdide bakar mısınız, kime? Hz. Muhammed’e, niçin? Allah’ın emretmediği bir şeye meylettiği için, peki Hz. Muhammed bunu yaparken kastı neydi? İslam’ın daha erken ve daha hızlı galibiyeti.
Ama olmadı, bu dinin sahibi bunu kabul etmedi, bu din benimse ancak benim istediğim tarzda muzaffer olmak zorundadır dedi ve öyle de oldu, bu din zorluklarla, sıkıntılarla, şehitlerle muzaffer oldu, ama dinden sapmadan, kimse kulluk konumundan çıkmadan, haddini aşmadan.
Şimdi bize dönmek istiyorum, bir cemaat kalkıyor, İslami devlet kurmak için mücadele ettiğini söylüyor, sonra da laik düzenle işbirliği yapıyor, bayramlarına katılıyor, ibadetgâhlarında bulunuyor, onlardan olduğunu söylüyor, sonra onu takip edenler de, efendim öyle yapmazsa onu barındırmazlar, öyle yapmaya mecbur diyor, kardeşim sen kul değil misin? Sen emrolunduğun şeyi yap gerisini bu dinin sahibine bırak, Allah için, Kur’an’ın neresinde, Peygamberin hangi metodunda böyle bir hareketten bahsediliyor, bu haddi aşmak değil de nedir? Bu hâşâ Allah’a akıl vermek değil de nedir? Sahabe soruyor, bana öyle bir öğüt ver ki; bana yetsin başkasına bir şey sormayayım, ne diyor bu dinin Yüce Nebisi; “iman ettim de sonra dosdoğru ol”, işte bu kadar basit, sonra diğer cemaat kalkıyor, insanları ıslah etmek için garip garip hikâyeler anlatıyor, tevbe almayı, rabıta yapmayı şart koşuyor, sebebini de insan Allah’ı her an hatırlayamaz ama şeyhini, hocasını hatırlayınca günahtan vazgeçer diyor. Pekâlâ, bununla alâkalı bana bir belge göster diyorsun, işte şu ayetlerde buna işaret var gibi diyor. Subhanallah bu din işaret dinimidir, bu din kemale ermemiş midir, bu dinde eksiklik var da onu siz mi tamamlıyorsunuz. Biz emrolunduğumuz kulluğu yapalım, kalpler Allah’ın elindedir ve o kime hidayet vereceğini çok iyi bilendir. Yine bir cemaat kalkıyor, Hıristiyan’la, Yahudi’yle Allah’ın pislik dediği müşriklerle ittifak kuruyor, sevgisini onlara kinini Allah’ın dini galip olsun diye uğraşan, malından, evladından, hayatından feragat edip Müslümanların izzeti için savaşan Mücahitlere yöneltiyor; İsrailli bir çocuk ölünce içim yanıyor deyip, ölen milyonlarca yavrumuzu görmezden geliyor. Sonra birileri çıkıp böyle yapmaya mecbur, dünya çok değişti, artık 7. yy’ da yaşamıyoruz diyor.
Hayır kardeşim. Biz 21. yy’ın ufkuyla bakıyoruz, fakat 7. yy’ın prensipleriyle yaşıyoruz, ondan da zerre taviz vermiyoruz ve bundan da gurur duyuyoruz, bu din galip gelecektir bunda şüphe yok fakat bu din ancak Allah’ın istediği tarzda gelecektir, gerçekleri eğip bükmeden, birimiz birilerini Allah’tan başka rabler edinmeden gelecektir, bizim yolumuz budur, metodumuz budur.
Yazımızı imam Malik’in sözüyle bitirmek istiyorum; “Bu ümmetin başı neyle ıslah olduysa sonu da ancak onunla ıslah olacaktır”, âlemlerin rabbine emanet olun…