Şehid Allah’a Nasıl Kavuştu?
Abdullah SAİD
Selman’ı arkadaşı anlatıyor;
Kardeşimizi şehit olduğu yerde görenler o sırada hala telefonunda Kuran’ın çalıştığını gördüler. Nöbet tuttuğu yerde elini Mushaf’ta okumakta olduğu yere basıyor buldular. Onu bu halde bulduklarında bir gün önce şehit olmuştu. Kardeşlerin belirttiklerine göre Kuran okuyordu ve okurken kaldığı yeri tutuyordu. Ona ait bütün eşyalar bendedir. Yeşil küçük bir Mushaf ile diğer bazı eşyaları bende bulunuyor. Hepsi bir çantada yanımda koruma altındadır. Kardeşim boş sözlerden çok uzak ve Yüce Allah’ı çok anan birisi. Onunla beraber otururduk bazen. Benim cihazımda mesela bir marş çalıyorsa ya da herhangi bir konu hakkında konuşuyorsam bana, kardeşim ya Kuran oku ya Allah’ı an ya da sus diyordu. Allah’a yemin ederim çok değerli bir kardeşimi kaybettim. Onu kaybettiğimi duyunca kendimi bir boşlukta hissettim. Bir kardeşimi bir dostumu gönlümün tesellisi olan bir kardeşimi kaybettiğimi anladım. Kalbimden bir parçanın kopup gittiğini fark ettim. Allah’tan şehadetini kabul etmesini niyaz ederim.
Muhacir Şehid Selman-1
Ne kadar erken ayrıldın aramızdan kardeşim… Nasıl düştün toprağa… Bir gün boyunca bedenin nasıl durdu öyle toprakta. Saçlarından rüzgâr geçti mi… Sakalına toz toprak mı kondu kardeşim… Kanın toprağa ne kadar aktı kim bilir… Kardeşim, sen ey muhacir şehit, öyle garip, öyle yalnız, uzak bir ülkede, bir yaz gecesi veya sabahı, Kuran okurken beklediğin Ribat’ta (nöbette) toprağa düşüp dirilirken, bizler yataklarımızda, ölmeyi ümit eden bir ashab (topluluk) olmaktan utanıyoruz…
Biz seni kaybettik kardeşim… Selmanımızı kaybettik işte belki bu yüzden; Seni Cüleybib ile anmak isterim kardeşim… Rasulullah’ın kaybettiği, kaybettiği için mahzun olduğu, sonra aradığı, arayıp ta şehit bulduğu Cüleybib… Seni Cüleybib ile anmak isterim kardeşim. Hani o Rasulullah’ın bu bendendir ben de bundanım dediği Cüleybib… Bize söylediğin son sözlerden biriydi; şehit olmadan bir gün kadar önce; çocukça garip bir sevinç ve garip bir özlemle demiştin ki kardeşim;
“Allah’ı görmenin dışında cennetteki en büyük nimetlerden biri ne biliyor musunuz? Rasûlullah cennette bulunuyor! Rasulullah’la cennette buluşmanı dilerim kardeşim! Ve Rahman’ın, seni şu ayetteki şehidlerden kılmasını dilerim kardeşim, öyle ki itaatkâr Müslüman, onlarla arkadaş olmakla şerefleniyor; “Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa suresi /69)
Senin adını Bedir şehitleri ile anmak isterim kardeşim, Melek’lerin gıpta ile seyrettiği Bedir ashabı ile… Seni erken kaybettiğimize hüzünlenince, Bedir şehitlerinden Umeyr bin ebi Vakkasi hatırlıyorum, o şehit ki sadece 16 yaşındaydı… Ve biliyor musun kardeşim, kan akmış bedenin benim için Rasulullah’ın şu sözleri sebebiyle öyle değerli öyle güzel ki; “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “… Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, Allah yolunda yaralanmış hiçbir yaralı yoktur ki, kıyamet günü, yaralandığı ilk günkü manzarasıyla gelmiş olmasın: (Yarası taze) kan renginde, kokusu da misk kokusunda olarak. … “Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun Allah yolunda gazaya çıkıp öldürülmeyi, sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar gazaya çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterim.” (Ebu Hureyreden/ Buharî, İman 25, Cihâd 2,119, Hums 8, Tevhid 28, 30; Müslim, İmâret 103- 107, (18?6), (8, 119); Muvatta, Cihâd 2, (2, 444), 40, (2, 465); Nesâî, Cihâd 14,(6, 16), İman 24)
Euzubillah Bismillahirrahmanirrahim
“Mü’minlerden bir kısım erkekler, Allah’a yaptıkları ahde (savaşta şehit oluncaya kadar sebat edeceklerine dair verdikleri söze) sadık kaldılar. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine getirdi (şehit oldu), bir kısmı da (şehit olmayı) bekliyorlar. Ve onlar, (ahdlerinden) bir şey değiştirmediler.”
Ama kardeşim sen, bana en çok bu ayeti hatırlattın kardeşim, inşallah sen yaşayan bir ayet oldun… Sen Allah’a kavuştuktan sonra, zihnimde sürekli, onun sözleri gerçekmiş, söylediği sözler; kalbi ile bedeni ve ameli ile bir bütünmüş, sözlerini doğruladı, ifadeleri yankılandı durdu. Adeta bana; sen de sözü gerçek olanlardan ol… Allah’ın ayetlerini tasdik edenlerden, sıddıklardan ol dercesine… İşte kardeşimin bana en büyük örnekliği budur. Ve senin için arzum o dur ki şu ayettekilerden olasın… ”Sonraki kuşaklar arasında, onlar için güzel bir ün ve hatıra bıraktık.” (Saffat 129) Rahman ve Rahim olan Allah sana merhamet etsin, Şam’a merhamet etsin… Amin
Muhacir Şehid Selman-2
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun, Rasulullah s.a.v. e salat ve selam olsun…
Euzubillah Bismillah
“Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah’ın lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları, kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler (müjdelemek isterler).” (Ali Imran, 3/169-170)
Mümin, iman eden, Müslim teslim olan demektir. İman eden ve İslam’a teslim olan, şirkten ve küfürden beri olan her mümin, Kuran ve sünnete uyarken kendinden bir şeyler verir. Namaz ile belli bir vaktini Rabbine tahsis eder mesela… bedeni ve duyguları ile Allaha’ karşı tevazu içinde ibadet ederken o anda Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için hayattan, nefsin arzu ve isteklerinden kısa bir süre bile olsa ayrılır. Sadaka ile malından verir, oruçla biraz da olsa canından nefsinden geçer… Hac ile yine bedeni ile yorulur. Kuran okumak, zikr ile meşgul olmak vaktini, duygu ve düşüncelerini, kalbini Rabbine tahsis etmek demektir. Zinaya yaklaşmaktan kaçınırken, nefsinin isteklerine hayır diyebilmekle nefsini yorar, gıybetten kaçarken, şikayetlerini içine gömüp böylece nefsini tezkiye eder… Örnekleri çoğaltabiliriz. Tüm bu ameller belli anlar içindir. İşte cihad, hem malı, hem bütünü ile canı, hem de bütün vaktini sözün kısası, kendini Allah’a adamaktır. İşte bu yüzden Rasulullah s.a.v in bildirdiğine göre cihad İslam’ın zirvesidir. Ve bu yüzden canını alıp, yalnızca ve yalnızca Allah’ın Rıza’sını kazanmak ve Allah’ın kelimesi en üstün olsun niyetiyle, o canı Rabb’ine verenin, yani şehidin makamı öyle büyük bir makamdır ki ayetler ve hadislerle o makam ve o makamın ecri çeşitli şekillerde anlatılmıştır.
“Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrail’e: “Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrail onu sever ve sonra gök halkına: “Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz” diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır. Allah Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrail’e: “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrail de onu sevmez. Sonra Cebrail gök halkına: Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır.” (Müslim, Birr 157)
Selman herkes için bir çocuk kadar duruydu. Çocuktu o, onu görüp de sevmeyen birini bilmiyorum. Çocuklara nasıl kan kaynar ısınılır sevilirse herkes de çocuk gibi çok severdi güzel Selman’ı.. Ve şu hadisi hatırlarım; “Her çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra babaları ve anneleri onları Yahudi, Hıristiyan ve Putperest yapar”. İşte Selman, inşallah o temiz fıtratı koruyanlardan, imanı saf, derin; İslam’ı güzeldi inşallah… Çocuk gibi saf katışıksız iman etmişti Rabbinden indirilene ve Peygamberine. Bu övgüleri duysa nasıl da hayâ ederdi şimdi. Tevazu sahibiydi.
Müslim rivayet etti ve onu Bedr hikâyesinde andı. Ve şöyle dedi: Müşrikler bize karşı ilerlediler ve Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Gökler ve yerlerin genişliğindeki cennete girmek için kalkın!” Umeyr bin Humem el Ensari(radıyallahu anh) şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasulü! Cennetin genişliği yerler ve gökler kadar mı?” O(s.a.s.), “Evet”dedi. Bunun üzerine Umeyr: “En büyük arzum!”dedi. Allah Rasulü(s.a.s.), “seni bu sözleri söylemeye sevk eden nedir?”diye sordu. Umeyr; “Ey Allah’ın Rasulü! Onun sakinlerinden biri olmaktan daha büyük bi isteğim yoktur.” dedi. Allah Rasulü (s.a.s) de; “Sen de onlardansın!” buyurdu. O sırada Umeyr çantasından hurma çıkarmış onları yiyordu. Sonra durup şöyle dedi: “Eğer bu hurmaların hepsini yiyene kadar yaşarsam bu çok uzun bir hayat olacak.” Ravi diyor ki: “Sonra elindeki tüm hurmaları fırlattı ve düşman O’nu öldürene kadar savaştı.” Sahabeler de bir çocuğun inanması gibi bir inanmayı görürüz hep tıpkı bu hadisteki gibi, öylesine duru, temiz, öylesine katışıksız şeksiz şüphesiz. İşte Selman da böyle biriydi. Allah onun derecesini artırsın… Amin. “Es rahmet rüzgârı es üstümüze bu gün sımsıcak çöl kumlarında. Zorluk seferinde zorluk erleriyle. Hedef bellidir yolumuz Şam’a”. Daha altı yedi yaşlarındayken kardeşimin o güzel kısık sesiyle söylediği bu neşit hala kulaklarımda, es rahmet rüzgârı’ ydı o çocukken… Güzel yolu, Şam olduğunda, o söylediği neşit daha da bir anlam kazandı derinleşti… Ve herkesin şahitliğiyle, dünya malında gözü yoktu, dünya onun için eskiden beri kıymetsizdi ve bu özelliği onunla öyle bütünleşmişti ki, onun Rabbi ile buluşmasının ardından, herkes aynı ağızdan dünyada gözü yoktu diyerek gözleri yaşla taziyeye gelirken, şaşırdım bu söze çünkü bizim için Selman’ı, Selman yapandı bu özelliği… Onun sonradan elde ettiği bir özelliği değildi, Selman’dı bu işte, hiç başka türlü olmamıştı ki… Özellikle annesini kaybettikten sonra pazartesi, perşembe oruçlarını tutuyor, gece namazları kılıyordu, bir de azar azar da olsa Kuranı tamamlamak niyeti ile ezber yapıyordu. Allah onun niyetine karşılık onu Kuran hafızı gibi kılsın. Babam onun gitme isteğine, karmaşa yüzünden çok razı değildi, bunu onunla konuştuğu zaman, “kıyıya vuran çocuk için Allah zalimleri kahretsin diyordun hani baba, nasıl kahrolacak” gibi bir şey dediğini hatırlıyorum. Şehit Selman’ım, dünya hayatında artık yokluğuna inanmak, çok zor derken, aslında dünya hayatından daha çok Allah’a ait olmaya ve buradan gitmeye yani, ona dönmeye inanmamız, iman etmemiz gerektiğini hatırlıyorum. Elbette ki “inna lillah ve inna ileyhi raciun.,.” Şehit Selman’ım “Allah’ınsın sen ve Allah’a döndün, Rabbinin şehitlere vaadettiğini inşallah sen de buldun… Allah seni güzel hurilerle nikâhlasın benim biricik kardeşim… Allah o verdiğin canı kabul etsin, şehadetini kabul etsin, dereceni yükselttikçe yükseltsin… Allah’ın cemalini görenlerden, Rasulullah’a komşu olanlardan eylesin seni… Amin, amin, amin. Ya Erhamerrahimin
Şehid Selman Gaffaroğlu’nun Ardından
Ayhan Yavuz AÇIKGÖZ.
Sene 2000… Yer; Üsküdar’da bir kütüphane… Henüz üniversieye başlamış 15-20 kadar genç, çember yapmış, bağdaş kurmuş, muzip bakışlarla tanışmayı bekliyor. Selâm verip adımızı ve memleketimizi söylüyorduk. Nihâyet ŞEHİDİM de söyledi;
“Selâmunaleykum, Selman Gaffaroğlu, Osmaniyeliyim.”
Gülümsüyordu ve haddinden fazla muzipti. Hamd ettim Allah’a… Bu kadar adamın arasında kanım en çok ona kaynamıştı. Hem Adana’ya yakın olduğu için hemşerim de sayılırdı. Tanışma faslından sonra herkes ikişer üçerli gruplar hâlinde sohbet ederken ben Selman ve ağabeyi Cahid ile muhabbet ettim. Ve onunla birkaç yıl da aynı evde kalma şerefine nail oldum. Bâdem gözlü olduğu için değil, GERÇEKTEN çok akıllı, esprili, imanlı ve karakterli biriydi. Bir kere daha hamd ettim ve sonraki 4 yıllık öğrenciliğim boyunca neredeyse en çok Selman’ımla vakit geçirdik.
İstanbul’u karış karış gezdik. Okuduğu bölüm dolayısı ile sinemasal ve sanatsal faaliyetlere katılıyor, birbirimize fıkralar anlatıyor, gülüyor, aynı safta namaz kılıyor, duâ ediyor ve hasbihâl ediyorduk. Geceleri Üsküdar’da dolaşıyor, sâhile inip yürüyüş yapıyor ve demlenecek bir çay bahçesi kovalıyorduk. Sohbet ederken, film izlerken, çay içerken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Kendisi için de öyle olduğunu umuyorum.
Hem dinden hem dünyadan lezzet alabilen birisiydi. Dünyadan aldığı lezzet itidalli, dinden aldığı lezzet ise “takva” düzeyindeydi. İçinde hep büyümeyi bekleyen bir mücâhid yatıyordu. Elhamdulillah, büyüttü, yetiştirdi ve meydana saldı. O güne kadar aşk adamlığı ile gönlümüze yerleşen Selman’ım artık bir dâvâ adamıydı. Zâlim, kâfir, habis Esed’e karşı mücâdle safına katıldığını duyduğumda ona olan saygım arşa yükseldi. Haber alabilmek için çok uğraştım. Nihâyet bir gün, onlarca whatsapp mesajıma bir cevap geldi. Sevinçten uçtum. Yazıştık. Çoluktan çocuktan, eski günlerden, başımızdan geçenlerden, cihaddan, dinden, benden ve ondan bahsettik. Sonra bir kez daha mesajlaştık. Ve en son Cahid’den şehâdet mesajını aldım. Bundan gayrı tüm güzel mesajlar onadır. Bilgisayardan ve telefondan değil… Dilden ve gönülden…
Yâ Rabbe’l Âlemîn… Beni ona dünyâda dost kıldığın gibi cennette de dost eyle. Belki makâmına erişemem ama mekânında komşu eyle. Yaşarken cihad ettiği düşmanlarını zelil eyle. Dâvâ arkadaşlarını muzaffer eyle. Ailesini ve sevdiklerini onunla birlikte haşreyle. Onu şereflendirdiğin gibi bizleri de şehâdetle müşerref eyle. Onu o kadar kıskanıyorum ki, beni affeyle.
Hoşçakal iki gözüm…
Hoşçakal kardeşim, dostum, yoldaşım…
Hoşçakal şehidim…
Yolun yolumdur, sözün sözümdür;
ALLAHUEKBER !
Şehid Selman GAffaroğlu’nun Ardından
Sedat KOYUNOĞLU
Bismillahirrahmanirrahim. Hamd alemlerin rabbi olan Allah’adır. Salat ve selam Resulullah Efendimize onun aline ve ashabına olsun.
Esselamu aleyküm verahmetullahi vebarakatüh.
2000 yılının ilk döneminin sonuna doğruydu, eve diğer ev arkadaşlarımdan önce gelmiştim Üsküdar’daki öğrenci evinde yabancı iki arkadaş vardı. İkisi de uzun boylu, uzun saçlı fakat bir tanesi diğerine göre daha zayıftı. Zayıf olan Selman, abisinin adı Cahit’ti. Eve nasıl girdiklerini sorduğumda güldüler fakat söylemediler ısrar edince kartla girdiklerini anlattılar ve o günden sonra bende hep o yöntemle kapıyı açtım. Selman yaş olarak bana daha yakındı. Ev arkadaşlığımız süresince farklı olduğunu her fırsatta belli ederdi. Gitar çalıp boya kalemleri ile eline desenler çizerdi. Çok tuzlu yerdi yemeklerini. Sessiz sakin bir şeyle meşgulken bizim konuşmalarımıza kısa ve öz müdahale ederdi. Ev arkadaşlığımız süresince birçok anımız olmuştu ama unutamadığım hatıram şuydu. Selman mutfakta bulaşıkları yıkarken bende yanlışlıkla koltuğun üzerindeki gitarına oturup çatlatmıştım. Bir hışımla salona girdi “Sedat ne yaptın “ diye hafif kızgın bir ses tonuyla sordu. Kızgın olmasının bir sebebi vardı birkaç gün öncede gözlüğünün üzerine oturarak kırmıştım. Söz vermiştim ona yeni bir gitar alacaktım ancak kabul etmemişti ve daha sonrada müzikle uğraşmayı da caiz olmadığı için bırakmıştı. Evlerinde de misafir olmuştum. İslami birikiminin nereden geldiğini anne ve babasını tanıyınca anlamıştım. Aynı evi paylaştığım kardeşimle mezun olduktan sonrada görüştüm. Son görüşmelerimizde Suriye’deki Cihadın öneminden ve ümmetin Suriye’deki Cihada karşı soğuk durmasından yakınmıştı. Son bir yıl içinde haberleşmem Ramazan bayramı münasebeti ile oldu. Oğlumun fotoğrafını gördüğünü ve bana “Senin de bayramın mübarek olsun kardeşim. Resimde dondurma yiyenin yanaklarını ısırıver“ demişti. 26.07.2016 günü Cahit’ten bir mesaj aldım. Selman’ın Şehid (inş) olduğu haberini yazmıştı. Selma’nın özlediği arzuladığı şehadete zalim Esede yardım eden kâfir Rusların bombaları ile ulaştığını ve Suriye’ye defnedildiğini söyledi. Selman farklıydı ve bu farkını Cihada giderken de gösterdi. Sessiz, sedasız, kimseyi kırmadan, tekfir etmeden gitti ama ümmete kırgındı, bize belki de kızgındı. Allah’ın dini için endişelenmeyişimize, Müslüman kardeşlerimizin dertleri ile dertlenmeyişimize, suskunluğumuza kırgındı. Bizler sürekli korkularımızdan dolayı içinde bulunduğumuz durumu kendimizce yorumlamaya çalışırken Selman kahraman olduğunu gösterdi bize. Şimdi keşkelerle dolu yaşantımıza dönebiliriz artık. Bir hafta, on gün, bir ay, bir yıl sonra unuturuz yahut alışırız Selman’ın yokluğuna ama Allah’ın(c.c) ondan cennet karşılığında canını satın aldığını unutmayacağız. Keşke bir görüşme fırsatımız daha olsaydı da dinleyebilseydik neler yaşadığını, Müslümanların neler yaşadıklarını. Takdir Allah’ın(c.c). Ne mutlu onu doğuran anaya, ne mutlu onu yetiştiren babaya. Sevin Hasan amca inşaallah sana şefaatçi olacak bir yiğidin var, sevin Muhammed Cahid inşaallah bu şefaatten seni de ayırmayacak.
Yiğidim, kardeşim, dostum, arkadaşım Selman, Rabbim Şehadetini, şahitliğini kabul etsin. Bizlere de seninki gibi yürek versin. Yarabbi Selman’ın Şehadetini kabul buyur. Beni, eşimi ve evladımı Selman gibi Şehid olanlardan eyle. Dinin üzere yaşamayı dinin üzere ölmeyi nasip et. İstikamet ver. İzzetimizi elimizden alma. Senin vaadin haktır ve gerçektir. Adını, dinini yüceltmek için kimseye ihtiyacın yok ama biz aciz olan kullarını dinine yardım etmekten alıkoyma. Gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır, kalplerimizi mühürlülerden eyleme. Ailemizle arkadaşlarımızla dinin için savaşmayı nasip et. “Kişi arkadaşının dini üzeredir” buyuruyor Resulullah (sav.) efendimiz. Selman’ın İslam üzere olduğuna şahadet ederiz inşaallah Selman’da beni, bizi arkadaşı olarak görür ve bize şahitlik eder mahşerde. Yarabbi sen işitensin, her şeye gücü yetensin. Yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz. Bildiğimiz bilmediğimiz isimlerin sıfatların hürmetine, Peygamberlerinin hürmetine, şehitlerinin hürmetine affet bizi, Şehitlerden eyle hepimizi. Amin, amin, amin velhamdülillahi rabbil alemin.
Şehit yeryüzünün ışıltısı
Adnan Karakaş / Milat Gazetesi
Ay ışıldıyor semada. Yıldızlar kümesi ürkek mi ürkek. Bir görünüp bir kayboluyorlar. Elektrik ışıklarının, yıldızların görünürlüğünü etkilediğine dair bir yazı okumuştum seneler evvel. Elektriğin yoğun olarak kullanıldığı coğrafyalarda gökyüzünde yıldızlar az görünür; az kullanıldığı yerlerde ise çok. Tezin doğruluğunu Afrika’ya gittiğimde anlamıştım. Gökyüzü yıldızların cümbüş alanı gibiydi.
O gökyüzü çocukluğumu hatırlatmıştı bana. Köyümüzün elektrikle henüz tanışmadığı eski zamanları… Bu ifadeler zihinlerde gri bir fotoğrafı canlandırabilir. Oysa en fazla 30 yıl öncesinden bahsediyorum. Pille çalışan radyolarımız vardı. Haber ve hava durumu sunulurken çıt çıkarılmasına izin verilmezdi. Öncesi ve sonrası ‘rahat ol’ durumu. O meşhur filmdeki repliğe benzer diyaloglar… Hayretler içinde bırakan bir nebze de gerçekçi bulunmayan sohbetler. “Şehirde radyonun görüntülüsü de varmış, konuşanı görüyormuşsun”
Buna kim inanırdı ki… Radyonun görüntülüsünün olduğunu savunanla karşı çıkanın tartışması. Gerçekçi bulanlar için hayret verici… Diğerleri içinse büyük bir yalan…
Evet komik değil. Komiklik olsun diye almadım buraya… Öte tarafta geçmişten bugüne aktardığımız şey birazcık hüzün de değil sadece… Bir idrak durumu. Hinliklerin, sinsiliklerin, kumpasların, hainliklerin ayıplandığı bir zaman dilimi…
Gece sabaha devrilmek üzere. Balkonda öylesine oturuyorum. Uzaklarda sadece bir ışık olarak yansıyan evler… Gökyüzünde ay ve yıldızlar. Düşünüyorum. Jetlerin sonik patlamalarla şehri cehenneme çevirdiği o gece gökyüzü nasıldı acaba? Helikopterlerden kalabalıkların tarandığı o zaman diliminde ay var mıydı gökyüzünde? Tankların önünde dizilmiş askerler tetiğe basarken her isabet aldığında bir direnişçi bir yıldız da kayıyor muydu acaba… İsabet alanlardan bazıları düşerken ya da şehit olurken… Ay bir bulutun arkasına mı saklandı mahcubiyetinden, yoksa o şehidin ışıltısına mı baktı öyle hayran hayran…
Geride kalanlar ısrarla ama ısrarla direnirken zalimlere karşı… Gökyüzü hangi renge boyanmıştı? Hicabından kızardı mı, hüznünden karalara mı büründü…
Sahi gökyüzü bir şehide nasıl görünür? Mustafa Cambaz’ın gözlerine ay nasıl yansıdı, yıldızlara mıydı son bakışı?
Yanında bulunanlara “Çocuklarımı ve eşimi çok seviyorum, onları ümmete emanet ediyorum” demiş Halil Kantarcı şehit olmadan önce. Yeryüzünde bir ışıltıydı belli ki, ay ve yıldızlarla bakışan….
Boynunda Filistin puşisiyle üniversite kampüsünde topaç çeviren zarif bir çocuk vardı bir de: Dostumuz, kardeşimiz Selman Gaffaroğlu… Suriye’de şehit oldu Selman. Fotoğrafını gördüm, Sükûnete ermiş ifadesiyle yüzü semaya dönüktü.
Şehit dediğimiz, belki de yeryüzünün ışıltısıdır, gökyüzüne yıldız olarak yansıyan, kim bilir!