24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Musul konusu ertelenmiş, 20 Ekim 1921’de (Fransa ile) imzalanan Ankara anlaşmasıyla[1] belirlenen Suriye sınırında da herhangi bir değişiklik gerçekleştirilememiştir. Zaten İngiltere’nin istediği de buydu. Yani Musul konusunun ertelenerek kendisinin etkin ve etkili olduğu Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti)’da görüşülmesini sağlamaktı. Bu nedenledir ki İngiltere, Lozan görüşmelerinin başladığı ilk günden itibaren Musul meselesi ile ilgili farklı talep ve teklifler ortaya atarak bu konunun çözüme kavuşturulmasını hep engellemiştir. İngiltere, esasen Musul meselesinin çözümü ile ilgili olarak Türkiye ile yapılacak ikili görüşmelere de sıcak bakmamaktaydı. İngiltere’nin asıl niyeti Musul Meselesi’nin Cemiyet-i Akvam’a gelmesini sağlamaktı. İngiltere’nin, Türkiye ile ikili görüşmeyi kabul etmesinin asıl nedeni ise, Musul konusunda bazı devletlerin desteğini almasına karşılık henüz tam anlamıyla dünya kamuoyunun desteğini alamamış olmasıydı. Ayrıca İngiltere Mezopotamya’daki hâkimiyetini de henüz meşrulaştıramamıştı; yani Irak Meclisi de İngiltere’nin mandaterliğini kabul etmemiş olması İngiltere’yi Irak’ta sömürgecilik siyaseti yapan bir ülke konumuna getirmişti. Tüm bunlar İngiltere’nin şartların biraz daha olgunlaşmasını beklemesi için gerekli sebeplerdendi.[2] Nitekim 27 Mart 1924 tarihinde açılan Irak Kurucu Meclisi’nin ilk gündem maddesi, İngiltere-Irak Antlaşması’nın onaylanmasıydı. Dobbs,[3], Kurucu Meclis’in antlaşmayı İstanbul’da Musul ile ilgili görüşmeler başlamadan önce onaylamasının, iki ülke arasında amaç birliği olduğunu ortaya koyarak, Cox’un[4] elini güçlendireceğini bildirmiş ve Irak yönetimi nezdinde girişimde bulunmak için izin istemiştir. Ancak bütün çabalara rağmen Kral Faysal ile İngiliz yanlısı aşiretler ve bir kısım Kürt temsilcileri bile antlaşmayı desteklememişlerdir.[5]
HALİÇ KONFERANSI
Bu dönemde Türk-İngiliz ilişkilerini Lozan’dan beri takip eden herhangi bir gözlemci, Londra’nın Musul Meselesi’ni çıkmaza sokmak üzere davrandığını kolaylıkla görecektir. Ne yazık ki bu tavır, Lozan Antlaşması’nın 3. Maddesine göre belirlenen ikili görüşmelerin 9 aylık süresince de aynı şekilde devam ettirilmiştir. Amaç, Musul görüşmelerinin Cemiyet-i Akvam’a havale edilmesini sağlamaktı. Çünkü İngiltere dönemin süper ülkesi ve Cemiyet-i Akvam’ın daimî[6] ve Cemiyet içerisinde en etkili üyesi idi. Türkiye ise henüz Cemiyet-i Akvam’ın üyesi bile değildi. Dolayısıyla İngiltere Cemiyet-i Akvam’daki gücüne/etkisine güvenerek Musul’un Cemiyet-i Akvam’da görüşülmesini istemekteydi. Çünkü lehine karar çıkacağından emindi.
İngiltere, 5 Ekim 1923’de Türkiye’ye başvurarak, Lozan Antlaşması’nın 3. Maddesinin Musul konusunda öngördüğü ikili görüşmelerin başlamasını ve 9 aylık sürenin de maddedeki gibi Anlaşma’nın yürürlüğe girmesinden itibaren değil, bu başvuru tarihinden itibaren hesaplanmasını istemiştir. Bu konuda iki ülke arasında yapılan görüşmeler sonucunda, 19 Mayıs 1924’de İstanbul’da[7], Haliç Konferansı olarak toplanmıştır.[8]
İstanbul’a gelen İngiliz Heyetine, Irak’ta yüksek komiserlik yapmış bulunan Sir Perey Cox, Türk Heyetine ise, Fethi Bey (Okyar) başkanlık emekteydi.[9] Fethi Bey’e, 26 Nisan 1924 tarihinde hükümetçe verilen talimatta, Süleymaniye, Kerkük ve Musul şehirlerini Türkiye’ye bırakan bir sınır istenmekteydi. Buna karşılık İngilizlere petrollerde ortaklık teklifinde bulunulacaktı.[10] Aslında İngiliz Heyeti de önceden hazırlık yapmıştı; İngiltere konferans öncesinde taktiğini şu şekilde belirlemişti; Musul’un Irak’la birleşmesinde ısrar edilecek ve Nesturîler için de Türkiye’den Hakkâri Vilayeti istenecekti. Türkiye itiraz edecek olursa taviz verilmemeli ve mesele Cemiyet-i Akvam safhasına bırakılmalıdır. Aslında İngiltere, Musul’un tamamında hak iddia eden Türkiye’nin bu teklifi kabul etmeyeceğini çok iyi biliyordu.[11]
19 Mayıs 1924 tarihinde başlayan konferansta her iki taraf da yine kendi görüşlerinde ısrar etmişlerdir. İkinci oturum ise 21 Mayıs’ta gerçekleşmiştir. Bu oturumda; karşılıklı verilen muhtıralar değiş tokuş edilmiştir. Fethi Bey, Musul’un eski Osmanlı yönetimi zamanındaki vilayet hudutları dikkate alınarak kendilerine devrini talep etmiştir. Cox ise cevabi muhtırasında Musul şehri de dâhil olmak üzere Fırat nehrinin iki sahilini de talep etmiştir. Fethi Bey’in itirazi muhtırasına karşı İngiliz temsilcisi cevabını yazılı olarak ve ancak cumartesi günü verebileceğini söylemiştir.
Haliç Buluşması’nın üçüncü oturumunda (24 Mayıs) Cox, Musul’un yanı sıra Hakkâri vilayetine bağlı olan Beytüşşebab, Çölemerik ve Revanduz kasabalarını da talep etmiştir. Fethi Bey, yeni sınırları kabul etmenin mümkün olamayacağını, fakat İngiliz heyetine kendilerinin yeni bir harita takdim edebileceğini belirtmiştir. Bunun üzerine Cox, bu haritayı beklemelerinin uygun olacağını söylemiştir. 3 Haziran’da Fethi Bey’e, taleplerinde ısrarlı olduklarını, bu hususta Londra’dan talimat geldiğini ve Türkler bu iddiaları kabul etmedikçe en doğru yolun, meseleyi Lozan’da alınan karar uyarınca Milletler Cemiyeti’ne havale etmekten geçtiğini belirterek[12] toplantıyı bitirmiştir.
Bu oturumlarda gündeme getirilen isteklerden de anlaşılacağı üzere taraflar Musul konusunda yumuşamamışlardır. İngiltere, Lozan’da belirtilen sınırların dışında Hakkari’yi de istemesinin bir tek anlamı vardı, o da görüşmelerin devamını engelleyerek Musul Meselesi’nin Cemiyet-i Akvam’a götürmekti. Aslında İngiltere’nin, Türkiye’nin kabul edemeyeceği istekler öne sürmesi bir plan dâhilinde idi. Bu plan ise, bir an önce Musul’u Cemiyet-i Akvam’a götürmekti.[13] Nitekim İngiltere bu tavrında da başarılı olmuştur. Ayrıca Hakkâri ve çevresine Nesturîleri yerleştirmek suretiyle bir tampon bölge oluşturmak İngiltere’nin önemli hedeflerinden biriydi.
Türk heyeti başkanı Fethi Bey (Okyar) ise İngiltere’nin isteklerine karşılık olarak Dünya Savaşı’nın başlangıcında Nesturîlerin dış kökenli tahriklere kapılarak yaptıkları hatayı tekrarlamadıkları takdirde Türk topraklarında huzur içinde yaşayabileceklerini dile getirmiştir. Fethi Bey ayrıca bu yeni isteğin Lozan Antlaşması’nın 3/2. Maddesine aykırı olduğunu, söz konusu vilayette Nesturîlerin sayısının oldukça az olduğu göz önüne alınacak olursa azınlığın çıkarları için çoğunluğun haklarının ikinci plana atılmasının yanlış olduğunu ve Nesturîlerin yaşadıkları sorunların tek sebebinin Osmanlı Devleti’ne karşı silahlı ayaklanmaya kalkışmaları olduğunu ifade etmiştir. Sonuç olarak Haliç Konferansı’nda bir çözüme ulaşılamamış ve 5 Haziran’da konferans tatil edilmiştir.[14]
Görüldüğü üzere İngiltere’nin temel amacı Musul meselesinin çözümünde ağır davranarak meseleyi Cemiyet-i Akvam’a havale etmektir. Haliç Konferansı’nda ortaya konulan Nesturî yurdu meselesi ise İngiltere’nin bölgedeki güvenliğinin sağlanması amacıyla ortaya atılmıştır. Buna göre; Hakkâri bölgesi İngiltere himayesinde olmak üzere Nesturîlere verilecek ve Irak’a bağlanacaktı. Böylelikle savaşçılıklarıyla da bilinen bu topluluk Musul’un güvenliğini sağlamak maksadıyla stratejik bir mevkie yerleştirilmiş olacaktı. Nitekim Konferans sonrasında Fethi Bey’in Cumhuriyet Gazetesi’ne yaptığı şu açıklama da bu görüşü destekler niteliktedir: “…İngiltere, orada sakin bulunan ve ekalliyet-i gâlileyi teşkil eden Hıristiyanlar ki bunlar da Nesturîlerden ibarettir hudut üzerinde ikame ederek, bu suretle İslam anasırı arasında bir mânia vücuda getirmek amacındadır.”[15]
MUSUL’UN CEMİYET-İ AKVAM’DA GÖRÜŞÜLMESİ
İngiltere 6 Ağustos 1924’te Cemiyet-i Akvam Konseyi’ne başvurarak Musul meselesinin, yapılacak olan ilk toplantının gündemine alınmasını istemiştir. Bu başvuruyu alan Cemiyet-i Akvam 19 Ağustos’ta Türk Hükümeti’ne bir mektup göndererek İngiltere’nin isteğini bildirmiş ve Türkiye’nin cevabını istemişti. Ancak Türkiye o sırada Nesturî isyanı[16] ile uğraştığı için hemen cevap vermemiştir. Türkiye’nin cevabı 27 Ağustos’ta Cemiyeti-i Akvam’a ulaştırılmış ve görüşmelere yirmi gün zarfında iştirak edileceği bildirilmiştir.[17]
Milletler Cemiyeti Meclisi’nin 20 Eylül 1924’de başlayan toplantısında İngiliz görüşünü İngiliz temsilcisi, Adalet Bakanı Lord Pormoor açıklamıştır. Lord Parmoor, sorunun Musul’un geleceği sorunu değil, Türk-Irak sınırının saptanması olduğunu öne sürmüştür. Musul’un çoktan beri Irak’ın parçası olduğunu, bu sorunun çözümlenmiş bulunduğunu, şimdi sınırı çizmek gerektiğini söylemiştir. İngiliz temsilcisi, plebisite (halkoylaması) başvurulmasını da reddetmiş ve şöyle demiştir: “Sınır sorunu, hiçbir zaman plebisitle çözümlenemez. Bu, askeri bir sorundur. Önce sorunun niteliği hakkında bir karar alınmalıdır. Tarafsızlardan oluşan bir Komisyon kurulmalı ve sorunu görüşüp bu konuda bir karar alınmalıdır.”[18]
Fethi Bey ise, Milletler Cemiyeti Meclisi’nde Türkiye’nin görüşünü şöyle savunmuştur; “Ortada Musul Vilayeti’nin geleceği söz konusu değilse, bizi Milletler Cemiyeti Meclisi’ne götüren ve Lozan Konferansı’ndan beri süregelen sorun nedir? Musul sorunu, sınır sorunudur; sınır sorunu da Musul sorunudur. Sorun şudur: Sınır, Musul’un kuzeyinden mi, güneyinden mi çekilecektir?” demiştir. Fethi Bey, Musul’a gönderilecek bir Komisyonu’nun, halkın duygularını hakkıyla saptayamayacağını; en iyi çarenin plebisit olduğunu anlatmıştır. Benzer birçok sorunda da böyle yapıldığını bildiren Fethi Bey, Musul’un Türkiye’ye ait olduğunu, ırki, tarihi, siyasal ve stratejik nedenlere bağlıyarak ve yabancı kaynakları da anarak savunmuştur.”[19]
Nesturîlerle ilgili olarak Türk heyeti; “Britanya Hükümeti’nin Musul vilayetinin gayr-i Müslimleri arasında savaş sırasında müttefiklerin tarafını tutanlara beslediği sempati ne olursa olsun, bu sempati, bu topluluğun nüfusun ancak 1/17’ini oluşturduğu bir büyük vilayetin Türkiye’den ayrılmasını haklı çıkarmayacaktır. Bu Asurlu Nesturîlerin kökeninin Musul değil Hakkâri vilayeti olduğu düşünülürse bu haksızlık daha da büyümektedir. Eğer savaş sırasında doğdukları toprakları terk etmek zorunda kaldılarsa bunun nedeni Müslüman yurttaşlara karşı silaha davranmış olmalarıdır… Britanya Hükümeti’nin Asurluları yoğun bir kitle halinde Türkiye-Irak sınırı yakınına yerleştirme amacı bu topluluğun istemleri ne olursa olsun amacın gerçekten bu mu olduğu yoksa bu önerinin ardında başka nedenler mi bulunduğu konusunda akla sorular getirmektedir. Bu Asurluların Kürtlere karşı kullanılabilecek ve Türkiye’ye karşı saldırgan amaçlar canlandıracak böylesi yapay bir toplaşması Britanya Hükümeti’nin elde etmeyi umduğu sonuçları kesinlikle yaratmayacaktır” demiştir.[20]
İngiltere, bir taraftan Milletler Cemiyeti’nde bu görüşmeleri yaparken, diğer taraftan da Nesturîleri kışkırtarak, hatta fiilen yardım ederek Türkiye sınırına uçaklarla saldırılarda bulunmuştur. Türk heyeti bu durumu 23 Eylül’de Cemiyet-i Akvam Genel Sekreterliği’ne bir nota ile şikâyette bulunmuştur. Bu şikâyette şöyle denmiştir; Londra ile aralarındaki diplomatik münasebetlerin yeniden başlamasına rağmen İngiliz uçaklarının sınırı geçip, Türk topraklarını bombalamıştır. 9, 12 ve 14 Eylül’de gerçekleştirilen bu hava saldırısında üç Türk hayatını kaybetmiş, 12 asker de yaralanmıştır. Söz konusu saldırının tesadüfen olmadığı, gizli bir planın parçası olduğu iddiasında bulunan Türkiye, İngiltere’nin Haliç Konferansı’ndan sonra Hakkâri Vilayeti’ndeki Nesturîleri de tahrik ederek isyana sevk ettiğini bildirmiştir.[21]
Mustafa Kemal ise İngiltere’nin saldırgan tavrına rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin Milletler Cemiyeti’nin “hak ve adalet dairesinde karar vereceğini” ümid ediyor, bu devletlerarası müesseseye itimat etiğini belirtiyordu: “Çünkü şüphe yoktur ki, halis bir cemiyet-i akvam mefkuresi milletler için mucib-i selamet addolunacak mahiyettedir.”[22] Görülüyor ki, Mustafa Kemal ve ekibi, tamamen İngiltere’nin güdümünde olan ve görüşmeler devam ederken bile yapılan saldırıları engellemeyen Milletler Cemiyeti’nde medet beklemektedir. Mustafa Budak’ın da belirttiği gibi Mustafa Kemal, arazi meselesinde sorunlu kısımları çıkartarak bir an önce barış antlaşmasını imzalamak taraftarıydı. Ona göre, çıkartılacak kısımlardan biri Karaağaç, diğeri de Musul Vilayeti idi.[23] Bu da gösteriyor ki, Mustafa Kemal ve ekibi Musul’u, Lozan görüşmeleri devam ederken İngiltere ile ilişkileri düzeltmek adına gözden çıkarmıştı. Görüşmelere devam edilmesinin nedeni ise, kamuoyu nezdinde çaba gösterilmesine rağmen Musul, İngiltere tarafında kaldığı algısını oluşturmaktı. Nitekim de öyle oldu ve halen Kemalistler, Musul’u kaybediliş nedenini buna bağlamaktadırlar.
Yapılan görüşmelerin neticesinde Milletler Cemiyeti Meclisi, 30 Eylül 1924’de, Musul sorununu inceleyecek bir Komisyonu’nun kurulmasını kararlaştırmıştır. Komisyon, üç kişilik olacak ve tarafsız devletlerin vatandaşları arasından, Milletler Cemiyeti Meclisi’nce seçilecekti. Komisyon, ilgili devletlerle yazışarak, gerekli gördüğü belgeleri sağlayacak ve isterse yerinde de soruşturma yapacaktı. Gerek Türkiye gerekse İngiltere, Komisyon’a, yardımcı niteliğinde müşavirler atayabilecekti. Komisyonun masrafını da iki taraf ödeyecekti. Meclis’in kararında, ayrıca tarafların Meclis’ce verilecek kararı önceden kabul ettikleri belirtilmiş ve bu süre içinde statükoyu değiştirecek askeri hareketlerden kaçınmaları da istenmiştir.[24]
Komisyon, Macar Kont Teleki, Belçikalı A.Paulis, emekli albay ve İsveçli A Wirsen’den oluşmaktaydı. Türkiye’yi ise Cevat Paşa[25] temsil etmekteydi.[26] 13 Kasım’da Cenevre’de toplanan Komisyon bir ‘soru listesi’ hazırlamıştır. Önce Londra’da İngiliz resmi makamlarını ziyaret edip, görüşlerini aldıktan sonra 4 Ocak 1925’da Ankara’da gerekli temasları yapmışlardır. Konya’da da Mustafa Kemal’le görüşmüşlerdir.[27]
Bu çalışmalar devam ederken, bir yandan da sınır çatışmaları gerginlikleri arttırmaktaydı. Türkiye’nin başvurusu üzerine Milletler Cemiyeti Meclisi, 29 Ekim 1924’de, gerginliği azaltmak amacıyla ‘Brüksel Hattı’ adını alan bir çizgiyi geçici bir düzenleme olarak belirlemiştir. Bu çizgi, yaklaşık olarak Musul’u, Hakkâri’den ayıran eski vilayet sınırıydı.[28]
Komisyon, 16 Temmuz 1925 tarihinde 91 sahifelik raporunu tamamlayıp ve Milletler Cemiyeti’ne sunmuştur. Bu raporda öncelikle her iki hükümetin (Türk ve İngiliz) tezlerinin özeti yer almakta, akabinde beş başlık altında bu görüşler incelenmektedir. Rapor, a) Coğrafi ve etnik, b) Tarihi, c) İktisadi, d) Stratejik ve e) Siyasi iddiaları ele almıştır. Bu konulardaki tezleri, Musul’daki tesbitleriyle karşılaştıran Komisyon, bulgularının sonuçlarını ve tavsiyelerini belirterek raporunu tamamlamıştır.[29] Alınan kararlar şu mahiyetteydi:
- Brüksel Hattı sınır olarak kabul ediliyordu.
- Musul vilayetinin çoğunluğunu Kürtler oluşturuyordu. Onun için bu bölgenin Irak’a bağlanmasını ve ayrıca Türkiye ile bir ekonomik anlaşma yapılması öneriliyordu. Manda yönetimi de 1928’de biteceği için bu süreyi 25 yıl uzatacak ve Kürtlere yönetim serbestliği ve kültürel haklar veriliyordu.
- Bu iki noktaya uyulmadığı takdirde ise, Musul vilayetinin Türkiye’ye verilmesini uygun bulduklarını belirtmişlerdir. Milletler Cemiyeti Meclisi, Musul bölgesini ikiye ayıracaksa, o zaman küçük Zap hattının sınır olarak kabul edilmesi öneriliyordu.[30]
Milletler Cemiyeti Meclisi’nde, 3 Eylül’de, Komisyon’un hazırladığı rapor görüşülmeye başlanmıştır. İngiltere adına, İngiltere Sömürgeler Bakanı Mr. Amery konuşmuş ve Komisyon tarafından sunulan şartları kabul etmiştir.
Türkiye adına konuşan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey ise, Komisyon raporunu eleştirip Türk görüşünü tekrarlamış ve Türkiye’nin, manda yönetimini tanımadığı için, Musul üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçmeyi düşünmediğini söylemiştir.
Türkiye’nin, Komisyon’un hazırladığı rapora karşı çıkması üzerine, Milletler Cemiyeti Meclisi, 19 Eylül’de Milletlerarası Daimî Adalet Divanı’nın istişari mütalaasına başvurulmasını kararlaştırmıştır. Meclis, Milletlerarası Daimî Adalet Divanı’ndan üç noktada istişari mütalaa isteminde bulunmuştur; a) Milletler Cemiyeti Meclisi’nin, Lozan Antlaşması’nın 3. Maddesi gereğince vereceği kararın hukuki niteliği nedir? Bir ‘hakem kararı’ mıdır; ‘tavsiye’ midir; yoksa yalnızca bir ‘arabuluculuk’ mudur? b) Böyle bir karar için oy birliği şart mıdır; yoksa oy çokluğu yeterli midir? c) İki tarafın temsilcileri oylamaya katılabilirler mi?
İngiltere bu başvuruyu olumlu karşılarken Türkiye ise, siyasal bir sorunun hukuki yoldan çözümünün imkânsızlığı’ gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Divan’ın davetini Türkiye kabul etmezken, İngiltere ise kabul etmiş ve kendi görüşlerini divan nezdinde savunmuştur. 26 ve 27 Ekim’de İngiltere’nin görüşünü dinleyen Divan, 21 Kasım 1925’de şu unsurları kapsayan bir karar almıştır:
- Taraflar, Lozan Antlaşması’nın 3. Madde 2. Fıkrasını imzalamakla, sorunun kesin çözümünü sağlamak, yani uyuşmazlık konusu olan sınırları kesin olarak saptamak istemişlerdir. Dolayısıyla, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin bu madde gereğince alacağı kararın, iki taraf için de bağlayıcı olması gerekmektedir.
- Meclis, kararını oybirliğiyle almak zorundadır. Tarafların temsilcileri oylamaya katılacak, fakat oybirliğinin saptanmasında bunların oyları göz önünde tutulmayacaktır.
Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen, 8 Aralık’ta Divan’ın kararını benimsemiştir.[31]
Karardan birkaç gün önce, İngiliz İstihbarat servisleri, Meclis’te konu hakkında konuşan İsmet İnönü’nün yumuşak tavrına ve Mustafa Kemal’in Musul’dan ziyade, modernleştirme projelerine önem verdiğine dair raporlarını merkeze geçmişti bile. Nitekim Milletler Cemiyeti’ne Türk hükümetinin ve basının tepkisi son derece yumuşak olmuştur. Gösterilen tek manidar tepki, ertesi gün Sovyet Rusya ile bir dostluk anlaşması imzalamak olmuştur.
Sonuç İngiltere’nin öngördüğü şekilde olmuştur. Çünkü İngiltere Başbakanı Chamberlain’e göre de facto bir otokrat olan Mustafa Kemal gerilimin tırmandırılmasına bir süre göz yumduktan, hatta sürece kişisel katkıda bulunduktan sonra, son aşamada tehlikeli bir oyunu istediği noktada durdurarak, seçimini barıştan yana kullanmıştır! İngiltere de bu oyunda kendisine düşen rolü oynamış ve Ortadoğu’daki uzun vadeli çıkarlarını düşünerek Türkiye’nin kırılan onurunu onarmak için bir plan yapmıştır. Çünkü Britanya için Musul’un Irak’a bağlanması ne kadar önemliyse, Türkiye’nin Batı ittifakı içinde tutulması da o kadar önemliydi.[32] (Devam edecek)
[1] Antlaşmanın 8. Mad: 3. maddede zikredilen hat: İskenderun Körfezi’nde Payas’tan başlayarak Meydan-ı Ekbez-Kilis-Çobanbeyli istasyonuna gidecek ve demiryolu Türkiye’de kalmak üzere Çobanbeyli’den Nusaybin’e varacaktır. Payas ile Meydan-ı Ekbez ve Çobanbeyli istasyonları Suriye’de kalacaktır. İşbu anlaşmanın imzasından itibaren bir ay içinde mezkur hattı tespit etmek üzere her iki taraf delegelerinden mürekkeb bir komisyon seçilecek ve bu komisyon tespit muamelesine nezaret edecektir. Bkz; https://tr.wikipedia.org/wiki/Ankara_Anla%C5%9Fmas%C4%B1_(1921)
[2] http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/1562/16964.pdf
[3] İngiliz Yüksek Komiseri Henry Dobbs
[4] İngiliz heyetinin başına Lord Curzon’un yerine Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox getirilmiştir.
[5] Daha geniş bkz; İhsan Ş. Kaymaz, Musul Sorunu Emperyalizm ve Kürtler Kaynak Yayınları, 1. Baskı Ocak 2014, İstanbul, s.345-346
[6] Milletler Cemiyeti Konseyi’nin dört daimi üyesi, Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan Britanya, Fransa, İtalya ve Japonya’ydı. Geçici üyeler ise Brezilya, Çekoslovakya, İspanya, İsveç, Belçika ve Uruguay gibi görece zayıf ülkelerdi.
[7]Toplantının yeri, Kasımpaşa’daki eski Bahriye Nezareti (bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı) binasıydı. Bu toplantı tarihe Haliç Konferansı (bir adı da İstanbul Konferansıdır) olarak geçmiştir.
[8] Ömer Kürçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara, AÜSBF Yayınları, 1978 , s.290
[9] Heyette, Ali Fethi Beyin dışında Diyarbakır mebusu Fevzi Bey, Faik Bey (Odu), Dışişleri Hukuk Müşaviri Nusret Bey ile Genelkurmay’dan Yarbay İshak Avni Bey bulunmuştur.
[10] Dr. Kamil Melek, İngiliz Belgeleriyle Musul Sorunu (1890-1926), Üçdal Neşriyat, İstanbul, s.45; ayrıca bkz; Kürkçüoğlu, s. 290
[11] http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/1562/16964.pdf
[12] Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Musul-Kürdistan Sorunu (1918-1926), İz Yayıncılık İstanbul 1995 s.239-240
[13] Kürkçüoğlu, age.s.292
[14] Öke, age. s.240; Kürçüoğlu, age. s.292
[15] http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/1562/16964.pdf
[16] Nesturi İsyanı, 7 Ağustos-26 Eylül 1924 tarihleri arasında Güneydoğu Anadolu’da Süryanilerin bağımsızlık için başlattığı isyan hareketidir. İsyan, İngiltere (Birleşik Krallık)’nin kışkırtması ile başlamıştır. Bu isyanda İngiltere savaş uçakları ile isyancılara yardım etmek amacıyla Türkiye mevzilerine saldırmıştır. Nesturilik, Asya’nın çeşitli ülkelerinde mensupları olan bir Hristiyanlık mezhebidir.
[17] http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/1562/16964.pdf
[18] Kürkçüoğlu, age. s.293
[19] Kürkçüoğlu, age. s.294
[20] http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/1562/16964.pdf
[21] Öke, age. s.252
[22] Öke, age. s.253
[23] Mustafa Budak, age. s.389
[24] Kürkçüoğlu, age. s.294-295; Öke, age. s.253; http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/1562/16964.pdf
[25] Diyarbakır ve havalisi eski ordu umumi müfettişi
[26] Konuyu incelemek ve bir rapor yazmak için İsveçli eski diplomat Aff Wirsén’un başkanlığında kurulan üç kişilik komisyonun Türkiye’nin askerî temsilcisi Cevad (Çobanlı) Paşa’nın eşliğinde Musul’da yaptığı inceleme gezisi, mevsimin kış olması, Cevad Paşa’nın basiretsizlikleri (örneğin Türklerin ağırlıkta olduğu Altınköprü’de 10 tane Türk tanık bulma işi becerilememişti) ve İngilizlerin entrikacılığı gibi nedenlerle güvenli bilgi derlenmesine olanak sağlamamıştı. Bzk; http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/musulu-neden-ve-kaca-sattik-1197140/
[27] Melek, age. s.47-48; Kürkçüoğlu, age. s. 295; Öke, age. s.260 vd.
[28] Kürkçüoğlu, age. s.295
[29] Öke, age. s.264-265 vd.
[30] Melek, age. s.48; Kürkçüoğlu, age. s.295-296
[31] Kürkçüoğlu, age. s.296,297,298; Ayrıca daha geniş bkz; İhsan Ş. Kaymaz, age. s. 485 vd.
[32]http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/musulu-neden-ve-kaca-sattik-1197140/