İmam Mâlik in “öncekiler ne ile ıslah oldu ise, sonrakiler de onunla ıslah olacaktır” sözü, büyük bir fikrin, inancın ifadesidir. Kur’an ve sünnet ile ıslah olma mücadelesi, sahabeden sonra da itidal üzere olan tabiin, tebei tabiin ve diğer selef müslümanları için yeterli bir ilim ve amel olmuştur. Zaman geçtikçe, fitneler çoğaldıkça İslâm toplumu kendi fikir birikimlerine çok fazla Kur’an dışı şeyler kattılar. Bazı katılan yanlış bilgiler Kur’an ve sünnetin sade ama titiz emirlerini geride bıraktı. Mesela, Ahmet b. Hanbel’in bir mecliste hadis okumasından sonra meclisten bulunan birinin, İbrahim Ethem de bu konuda şöyle dedi demesi üzerine, son derece hiddetlendi ve “ ben Allah Resulü şöyle söyledi diyorum kalkmış başka birinden delil getirme hadsizliğinde bulunuyor” demişti. Bugün de filan şair, filan mütefekkir, filan düşünür, filan bilim adamı şöyle bir kuram, böyle bir teori vb ortaya koydu denmektedir. Kur’an ve sünnet bu insanların düşüncelerine –haşa- meze, süs hükmünde işlev görmektedir. Bu acı ve çok ciddi tespitimde belki haddimi aşmış gibi anlaşılabilir, ama fazla veya eksik böyle olduğu kanaati bende yer etmiştir. İtikada hiçbir batıl ideoloji ortak edilemez. Takiyye sınırları belli iken sınırları aşan bir takiyye veya maslahat kılıfı altında batıl ile iş tutma, itikadı koruma altına alamaz. Sebat edilemeyen İslâm, İslam olamaz ancak bidat karışımı bir yol olur. İslâm kendisine sebat üzere itikat edenleri muhafaza eder, ayaklarını sabit kılar.
İtikat sözlük anlamı olarak ‘bir bir şeyin uçlarını bir araya toplamak, ipi düğümlenmek, anlaşma sağlamak’ gibi anlamlara gelir. Sağlam bir söz, şüphe götürmeyen kabul, geri dönüşü olmayan anlaşma. Maide suresi 1. ayette “…akitlerinizi yerine getirin” buyurulmakta. Buradaki “akit ”kelimesi de itikat ile aynı kök olduğu için, her sözleşmeye itikat gibi bağlı kalmak gerekir, itikada da her zaman, verilmiş sözün öneminden fazla bağlı kalınmalıdır. Allah’a verilen sözün önemi, karar vermekte sağlam duruş sahibi olmak içindir. Çünkü Allah ile yapılan akitte tereddüt olmamalı. Her tereddüt batıla kapı açacak ve sağlam bir imana zarar verecektir. Mümin kişinin hayatı Rabbine kulluk mücadelesidir. Ret edilmesi gerekenler ile “illallah” kabulü arasında netlik olmalıdır. Tevbe süresi 23-24 bunun açık anlatımı olan ayetlerinden bazılarıdır: “Ey iman edenler! Şayet inkârı imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dahi dayanıp güvenilecek dostlar edinmeyin. İçinizden kimler onları dost edinirse, işte kendilerine kötülük edenler bunlardır.(23)
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından endişe ettiğiniz ticaretiniz ve hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda bu daha sevimli ise, artık Allah buyruğunu (kıyameti) gerçekleştirinceye kadar bekleyin. Allah günaha saplanmış kimseleri hidayete erdirmez. (24)
Kelime-i tevhid söz vermenin başlangıcı ve sözün sahibi olan Allah’ın sunmuş olduğu hayat düsturlarını yaşama geçirerek, sözünü ispat etmesidir. Müslüman kişinin en büyük hedefi, ahirette bağışlanmak ve Allah’ın rızasına erip müjdelenmektir. Onun için hayatını ona göre dizayn eder. Sevgisi, arzusu, öfkesi, neşesi, yorgunluğu, dinlenmesi hepsi hedefe matufdur. Böyle yüce bir inancın yanlışa kaymaması için mümin kul, sebat etmek mecburiyetindedir. “Sebat” rağıb da zevalin zıddıdır, güçlü deliller ile sağlamlaştırmak, desteklemek anlamalarına gelir. Rabbimiz Bakara 250’de “…ve ayaklarımıza sebat ver…” duasını müminlere öğütlemiştir. Çünkü akitlerin veya itikadın aynı çizgide, sapmadan devam etmesi için sağlam durmak, destekle(n)mek gerekir. Yine Enfal 12.ayette meleklere emir verilerek “Şüphesiz ben sizinle beraberim, iman edenlerin sebatlarını pekiştirin” buyurulmakta, bu yolda onların samimi inançları Allah’ın rızasına, rızası ile de meleklerin, görünür görünmez orduların yardımına müstahak olur. Bu yardım, mümin kişinin sebat etmesine yardımcı olur.
Dava yolunda sebat edebilmek için, akan su gibi temiz ve hareketli olunmalıdır. Rabbimizin kendisi için buyurduğu “O her an bir iştedir” ayetinde olduğu gibi, mümin de bir aciz olarak kendi imkanları nispetince her an, hak olan bir şeyler ile uğraşmak, dinçleşmek zorundadır. Yoksa Talut’un ordusunun su ile imtihanı gibi (Bakara 249) yaptıkları gevşeklikler durgunluğa, rehavete, tembelliğe, bahane bulmaya/üretmeye vb zararlı yöne sevk edecektir. İtikat durgunluk kabul etmez. Her iş Allah için yapılır. Bunun en önemli uygulaması Besmele’dir. Besmele itikadın dışa vuruluş hâlidir. Besmelesiz işler ret edilir. Besmelesiz yapılan işler ya murdar ya da güdüktür. İtikat ve üzerinde sebat etmek gibi nefse çok ağır gelen bu duruma dikkat etmek gerekir. Şer güçler ve onların ürettiği hayat programları, Besmelesizdir ve merduttur. Bugün Müslümanlar itikatlarına bulaştırdıkları şer programlar ile sebat etmede geride kaldılar. Göklerden vaad edilen yardım kesildi, bilginin, diksiyon/hitabın, para ve sosyal tesislerin, batılın himayesinde ona övgüler sunmanın hatta destek olmanın sapmaları yaşanmaktadır. Bunlar itikadi konuların çok fazla yoruma maruz bırakılması, “güncellenmesi” ki hassasiyetlerin çoğunluğa tâbi olması veya sanki tercih yapılabilecek gibi bir keyfîliğe doğru gitmesine kapı aralamıştır.
Abdullah b. Ömer’ den gelen şu rivayet oldukça dikkat çekicidir: “Vaktiyle öyle bir hayat yaşadım ki, o sıralar her birimize Kur’an’dan önce iman verilirdi. Hz. Peygamber’e bir sure iner inmez, o surede yer alan helal ve haramları, üzerinde durmamız gereken yerleri öncelikle öğrenirdik. Tıpkı sizin Kur’an (metnini) öğrendiğiniz gibi. Sonraları öyle kimseler gördüm ki, kendilerine imandan önce Kur’an veriliyor. O kimse, kitabı başından sonuna kadar okumasına rağmen, emirleri- yasakları nelerdir, üzerinde durulması gereken yerleri nereleridir bilmeden, (en kalitesiz hurma cinsi olan) dak hurmasının dökülüp dağılışı gibi, Kur’an’ı parça parça okumakla yetiniyor.” (Hakim-Müstedrek)
Bir ilmin veya amelin en zor dönemi başlangıcıdır. Her şey yenidir. Tecrübe yeni, engeller yeni, başarı belirsiz, dayanabilmek belirsiz vb. bir amele başlayacak kişi veya kişiler çok fazla istekli ve samimi olmalı. Yapacağı amele tereddütsüz inanmalı. İman ehli olanın elbette yardımcısı Allah’tır. Fakat zahiri mücadelede insan zaaflar ile dolu bir beden ve psikoloji ile omuzlamak durumundadır. Şer tarafının her zaman yeryüzünde çok fazla taraftarı olagelmiştir. Yeni Müslüman olmuş birisi sabır, sebat, fedakârlık, azim, dayanma gibi Allah’ın Kur’an’da önemli olarak gösterdiği kavramları yaşamakta gayretlidir, günahları terk edip helal olana hassastır.
İbadetlerinde isteklidir. Küfür ve şirkin ne derece necis olduğunu görebilmekte, bir daha dönmemek için necis olandan uzaklaşmaktadır. Dil, el, göz, kulak batıl olan ile az çok meşgul olursa bu kalbin kararmasına sebep olabileceği için, onun ilmini öğrenir. Tezkiye ve zikir ile daima meşguldür. İşte Mekke döneminde, ilk Müslümanlar bu duyguları iliklerine kadar işlettiler. Buldukları bu değerli iman hazinesine sahip çıktılar. İlk Müslümanların dersleri A.V.S.ın Erkam’ın evindeki Kuran talimleri idi. Haramdan kaçınmak ve neye inandığını tahkiki olarak öğreniyorlardı. Görünürde belli bir şekli olan ibadet az olmasına rağmen bu böyle idi.
Birkaç vakit namaz, en önemlisi gece namazı ve Kuran üzerinde tefekkür. Yine önemli bir Kur’an ile meşguliyetden doğan ibadet vardı ki diğerlerini bir nevi muhafaza ediyordu. Sabrediyorlardı, mücadele ediyorlardı, tevekkül ediyorlardı, hamd ediyorlardı. Sabır, tevekkül, cehd, hamd ve diğerleri bugünün Müslümanlarının en fazla gafil oldukları kalbi ve fiili ibadetlerdir.
“Allah’tan bağışlanmayı dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir.” (Müzemmil-20)
“… Kur’an’ı tane tane, hakkını vererek oku.” Müzemmil 4)
“Doğrusu biz sana, taşınması zor bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece vakti etki ve uyum yönünden daha uygun ve sözün zihne yerleşmesi bakımından daha elverişlidir.” (Muzemmil 5-6)
“Sonunda anladık ki yeryüzünde Allah’ın iradesini asla engelleyemeyiz; kaçmakla da O’nun elinden kurtulamayız.” (Cin-12)
Ve biz doğru yol rehberini dinler dinlemez ona iman ettik; Rabbine iman eden kimse artık ne ziyandan ne de azıp sapmaktan korkar.” ( Cin-13)